Canımı sıktınız Fehmi Bey!

Canımı sıktınız Fehmi Bey!

Fehmi Koru. Durup dururken hocalık tarafımı dürttü.

Keyifli, eğlenceli yazılar yazmak için gerçekten çaba harcıyorum, bu kez de Fehmi Koru izin vermedi.

Medyanın en aklı başında görünen bu adamı, Ahmet Davutoğlu, Yalçın Akdoğan, Beşir Atalay gibi akademisyen kökenli isimler hükümetteyken medya ile devlet arasında denge kurulabileceğini iddia etti.

Son üç beş yılda türeyen gazetecilerden olsa bu yüzeysel ifade anlaşılabilir, Fehmi Koru olunca can sıkıyor.

Çünkü o da bilir ki, medya ve devlet ilişkisi öyle kişisel niteliklerle çözülebilecek kişisel bir mesele değildir.

Ne var ki son dönemde ülkemizde bir kişiselleşmedir gittiğinden, Koru da aynı tuzağa düşüyor.

Çalışma Bakanının yolda yürürken baretsiz inşaat işçisi görüp inşaatı mühürletmesi gibi bir şey.

Kişisel takılıyoruz.

Oysa “kişisel” sözcüğü bir aldatmacadır. Hiledir. Hayatta kişisel hiçbir şey yoktur. Her ifade (beden, dil, konum vs.), bir başkasıyla mutlaka ilgilidir.

Dolayısıyla. İlkeler, değerler önemlidir.

İlkelerden, evrensel değerlerden söz edilmeyen bir ortamda üç akademisyen iktidarda diye basına özgürlük, medyaya de meslek ilkeleri gelmez.

Medya-devlet ilişkisi, yüzyıllarda oluşan, derin ve yapısal bir ilişkidir. Dengenin aksine, doğası dengesizdir. Devletin medyasından söz etmiyorsak elbette. Devletin medyasından söz edildiğinde de hiyerarşide denge en son aranacak niteliktir.

Sanırım Koru, medyanın “kamu gözcülüğü” görevini unuttu, ki bu da doğaldır. Çünkü kamu ile gözcülük arasında “adına” sözcüğü vardı, çoktandır silikleşti.

Kamu adına gözcülük yapan bir kurum tüm dengeleri reddeder.

Öyleyse şöyle diyebiliriz: Kamu adına gözcülük yapma işlevi olan hiçbir meslek, devletle dengeli ilişkiye giremez. Devlet akademisyenlerden oluşsa da. Yanılıyor muyum Fehmi Bey?

KIL PAYI DA OLSA KÖTÜLER KAZANIYOR
Çeşme, Dalyan’da. Yazlıkları deniz görsün diye ağaçları kesmişler.

Kesilsin diyenler 14 kişi. Kesilmesin diyenler 12.

Kötüler kazanmış. Kesilen ağaçlar 24!

Meselenin bu yanı acıklı. İnsanlıktan umut kesici.

Ne var ki meselenin başka yanı var, en az bu kadar acıklı olan.

Artık insanlar “göz” tarafından esir alındı. Görerek düşünüyor, görerek yaşıyor. Görerek tüketiyor. Debord’un 40 yıl önce altını çizdiği “Gösteri Toplumu” hüküm sürüyor.

Orada bir yerde deniz olduğunu bilmek yetmiyor. Dalga sesini duymak yetmiyor. Buruna dolan iyot kokusu yetmiyor.

Denizi algılamak için, çevre katliamı pahasına denizi görmeleri gerekiyor.

Vahşi kapitalizmi illa parada aramak komik, vahşet ruhları istila etmiş.

“ÇARŞI”NIN ETKİSİ
“Çarşı”nın etkisi marka olmasında gizli. Marka olması ise tavrında gizli. Şöyle ki;

Hedef kitlenin gereksinimine yanıt verdi.

Yanlışa, hırsıza, güçlüye meydan okudu.

Herkes susarken konuştu.

Herkes onaylarken itiraz etti.

İnsanın karşısında olan her şeyin karşısında oldu.

Tutarlı oldu.

Kararlı oldu.

Tavrını saklamadı, gösterdi.

AKLIMDA KALAN
Sanki biz değil başkaları yaşlanacak hissi: Politikacılar yaşlanacakları düşünseler, dünya daha güzel bir yer olurdu. Ne var ki herkes gibi onlar da yaşlanmanın başkalarının başına gelen bir şey olduğunu sanıyorlar. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu 96 ülkede yaptığı araştırma sonucunda, Türkiye yaşlıların yaşam standartları açısından 77’nci oldu. 7 basamak gerilemiş. Bu rakamlar CHP’nin neden iktidar olamadığının açık kanıtıdır. Sosyal demokrasi, yaşlısı için politika üretir. Yerel yönetimleri eliyle de hayata geçirir. Yaşlısına çözüm üretmeyen bir siyasi parti, Türkiye için hiçbir şey yapamaz.