Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Paris seyahatinde gazetecilerle yaptığı konuşmayı okuyunca zihnimde birden bire onlarca sorunun dolaşmaya başladığını farkettim.
Ahmet Davutoğlu’nu çok sık yazıyorum diye bu soruları erteleyecek değilim.
Yazılarımı zihnimde, ruhumda, kalbimde birikenleri dışarı çıkarmak, ruhumu ve zihnimi rahatlatmak için yazıyorum. Yoksa artistlik olsun, köşe yazarı olayım, dikkat çekeyim diye değil.
Hele okurlarımı mutlu etmek, onların keyfilerine keyif katmak için hiç değil.
Bu nedenle kimse kusura bakmasın, tekrara düşüyorum diye bu sorularla uzun süre yaşayacak değilim.
Ahmet Davutoğlu gazetecilerle yaptığı söyleşide kendisine yapılan eleştirilere cevap vermiş ve aldığı tutumu temellendirmeye çalışmış.
Ali Bayramoğlu’nun köşesinden öğrendiğime göre de kendisini eleştirenleri İslamcılar, ulusalcılar, liberal ve solcular olarak üç sınıfa ayırmış.
Ahmet Davutoğlu’nun bu konuşması Cuma günü birçok gazetede ya manşet ya da önemli haber pozisyonundaydı.
Bu nedenle neler dediğini birçoğunuz okumuşsunuzdur.
Ahmet Davutoğlu’nun özellikle Libya süreci ile başlayan 'tutum değişikliği'ni, bilhassa Suriye tutumunu eleştiren bir avuç gazeteci var. Davutoğlu bu arkadaşlarla irtibatı koparmış vaziyette. Eleştiren gazetecilerle görüşmüyor, konuşmuyor. Onların getirdiği eleştirileri, istediği soruları başka gazeteciler üzerinden cevaplıyor. Böyle olunca da her açıklama aynı zamanda onlarca yeni soruyu da beraberinde getiriyor.
Bugün o soruları sıralamak istiyorum.
Ahmet Davutoğlu bu soruları da istediği gazeteci üzerinden yanıtlayabilir, benim için bir mahzuru yok.
İşte sorularım:
1 Fransa ile ‘ilişkilerin düzelmesinde’ aldığınız tutumun etkisini ve elde edilen başarıdan duyduğunuz memnuniyeti dile getirmişsiniz.
Peki Fransa ile ilişkilerimizin bozulmasında temel neden Fransa’nın ‘soykırım’ı tanıma yasası değil miydi? Fransa için artık ilişkiler düzeldi diyerek kaldırmayı düşündüğünüz yaptırımları bu yasa nedeni ile koymamış mıydınız? Fransa soykırım yasasında açıktan bir geri adım atmadığına göre, ne değişti ki ilişkiler düzeldi? Yaptırıma neden olan kararlar yerli yerinde duruyor iken tutum değiştirmenin adı ne zamandan beri diplomatik başarı oldu?
2 Suriye meselesinde “rahat uyuduğunuzu” söylüyorsunuz. Bence asıl mesele bunca insan ölüyorken sizin ‘acaba?’ demeden kendinizi rahat hisseden bir aşamaya gelmiş olmanız.
‘Kaddafi’den kurtarıldıktan’ sonra Libya’da her gün onlarca insanın öldüğü haberi geliyor, bu tabloya rağmen de benzer bir rahatlık içerisinde misiniz?
3 Suriye konusundaki tutumunuzu İslamcılar için ‘adalet’, liberal ve solcular için ‘evrensel değerler’, ulusalcılar için de ‘vatanseverlik’ ile açıklıyorsunuz
Suriye’dek diktatör yıllardır var ve bahsettiğiniz 27 işkence merkezinde 20 bin insanın ölümü son birbuçuk yılın değil, on yılların meselesi. Peki bu sorunun müsebbibi ile yıllarca dostluk yapıp sadece son birbuçuk yıldır bu işkence merkezlerini ‘dert etmenizin’ gerekçesini öğrenebilir miyiz?
3 Esad ile Miloseviç arasında bir fark görmüyorsunuz. Bunda bir sorun yok. Her ikisine de benzer tutumu takınmak elbette ki ahlaki bir gerekliliktir. Peki ‘ahlaki gereklilik’te bu kadar hassas ve uluslararası ilişkilerde uygulanabilir olarak görüyorsanız, bu tutumu Sudan devlet başkanı Ömer el Beşir’de, Sudi Arabistan’da, Katar’da, Bahreyn'de de niçin göstermiyorsunuz? Sudan’da öldürenin ‘İslamcı’ olması onu Milesoviç olmaktan kurtarıyor mu?
4 Bir Müslüman için Afganistan’da, Irak’ta yaptıkları ile bir diğer Miloseviç olan ABD ve onun yöneticilerine benzer ahlaki gerekliliği niçin göstermiyorsunuz? Göstermediğiniz gibi ‘reel siyaset’ diyerek bir de dostluktan mutluluk pozu veriyorsunuz. Bunu niçin yaptığınızı da bir zahmet izah eder misiniz?
5 Suriye’de muhalefet pozisyonundaki Suriye Ulusal Konseyi'nin önde gelen ismi Burhan Kalyon, "Esed'i devirdikten sonra ilk yapacakları işin İran'ı bölgeden kovup İsrail'le barış anlaşması imzalamak” olacağını söylemişti. Bu şekilde dünya sisteminin lordlarına selam çakmaları sizi bunları destekleme konusunda niçin zerre kadar şüpheye sevketmiyor?
6 Suriye meselesi üzerinden üstü kapalı bir mezhep çatışması
güdülüyor. Suriyeli muhaliflerden mesela Müslüman Kardeşler lideri
EL Şakfa “ Suriye’deki muhtemel değişiklik sayesinde
İran, Irak, Suriye arasında Hizbullah ittifakının beli kırılacak ve
bölge böyle bir beladan kurtulmuş olacaktır” diyerek İran
ve Hizbullah karşısında konum alıyor. Sudilerin Şii muarızlığı her
geçen gün artıyor. Diğer taraftan İsrail cumhurbaşkanı Peres
Suriye'deki yönetimin yıkılması Hizbullah için öldürücü bir darbe
olacakır." diyerek hedefte örtüşüyor. Bunlarla aranıza mesafe
koymamanız özellikle vurgu yaptığınız ‘Müslüman
felsefesi’ne ters değil mi?
7 Irak savaşı döneminde ABD’nin Irak’ı İşgaline en açık
direnenlerin başında geliyordunuz. Saddam’ın diktatör olduğu
konusunda neredeyse herkes hemfikirdi. Buna rağmen “Irak
halkını bir diktatörden kurtaramaya giden” ABD’ye niçin
karşı çıkıyordunuz? O zaman Saddam’ın zulmü altında ezilen Irak
halkı niçin sizin vicdanınızı etkilemiyordu? Veyahut o günden
bugüne ne değişti ki siz artık ABD gibi bölge diktatörlerinden
rahatsızlık duymayı ve halka demokrasi götürmeyi ‘dünya
sistemi’nin bir hesabı değil, bir vicdan meselesi olarak
görmeye başladınız?
8 İsrail’i koruma amaçlı olduğu aşikar olan radar sistemini 'İran'la samimiyet'e rağmen Türkiye’ye konuşlandırmak ‘ahlaki hassasiyet’ ve ‘Müslüman felsefesi’ dediğiniz olgularla bir uyumlu mu? Sizin radar sistemini koymanız üzerine İran’ın gösterdiği tepkinin Türk toplumunda İran aleyhtarlığına dönüşen etkileri sizi hiç mi düşünmeye sevketmiyor?
9 ABD ve İsrail bölgede İran’ı engellemeye, ortadan kaldırmaya çalışıyor. Diğer taraftan da Irak’ı işgal edip sonra da bu ülkeyi Şii ağırlıklı bir yönetime teslim ederek İran’ın nüfuzuna terk ediyor. Bunu niçin ve neye matuf olarak yapıyor? Bir zahmet ‘stratejik derinlik’ perspektifinden açıklayabilir misiniz?
Umut ediyorum Ahmet Davutoğlu bu soruları kendisine soruyor olmamızdan dolayı bizi de Esad’cı ilan etmez. Edecekse de canı sağolsun. twitter.com/acikcenk