Salı günü uzaya fırlatılan ilk yerli uydu için ODTÜ’de yapılan törenden bahsediyorum.
Törende başbakan ortada, bir yanında meclis başkanı diğer yanında ise genelkurmay başkanı ve etrafta da bakanlar.
Çok önemli, tarihî bir an yaşanıyor.
İşte bu törenin fotoğrafında büyük bir boşluk vardı, sanırım kimsenin dikkatini çekmedi:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül.
Bu kadar önemli, genelkurmay başkanının bile katıldığı bir törende cumhurbaşkanı niçin yoktu?
Küçük bir araştırma yaptım. Köşk çevrelerinden edindiğim bilgiye göre, davet edilmemiş, edilseydi mutlaka katılırmış.
Konuya döneceğim. Önce bir hatırlatma:
Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı’nın nezaketine, efendiliğine, kullandığı üsluba dikkat çeken “Abdullah Gül ne yaptı farkında mısınız?” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Bu yazıdan sonra gelen tepkilere, yapılan yorumlara bakınca ortada bir sorun olduğu kanaatim kesinleşti.
O yazımdan sonra fark ettim ki medyada Abdullah Gül’e dönük bir “karartma” uygulanıyormuş ve bundan da herkes haberdarmış.
Gelen tepki ve yorumlara bakılırsa “Abdullah Gül lehine yazı yazmak ciddi anlamda cesaret isteyen” bir işmiş.
O yazıda Abdullah Gül’ün nezaketle, saygıyla, efendilikle, sakin sakin konuşarak ulaştığı ‘devlet adamı’ profiline dikkat çekmiştim.
Neyse işte tüm bu yorumlardan, sohbet ortamlarında konuşulanlardan anlıyorum ki ortada bir 'acayiplik' var.
Devlet erkanının büyük bir gururla katıldığı ODTÜ’deki, uzaya uydu fırlatma törenine Abdullah Gül’ün çağrılmaması da benzer bir 'acayiplik'in sonucu
Bu problemin varlığından emin olmasam bu yazıyı yazmadım.
Birinin izah etmesi lazım: Abdullah Gül o önemli törene niçin çağrılmadı? “Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı”nı törene davet etmemek nasıl bir hesabın ürünüdür?
Protokol diye, devlet adabı diye bir şey yok mu?
Gül, memleket meselelerinin çözümüne dönük atılan hangi adımı engelledi? Veyahut siyasi olarak hangi fikirleriniz uyuşmadı?
Nedir Abdullah Gül’e olan bu tutumun altında yatan neden? Niçin medyada Abdullah Gül lehine yazı yazmak bu kadar riskli? Niçin insanlarda bu tür çekinceler var? Niçin bu mesele her sohbet ortamının malzemesi oluyor? Niçin çiğ bir çekememezlik, herkesin kafasında normal bir şeymiş gibi yer buluyor?
Üstelik aynı mahallenin, aynı ‘dava’nın, aynı amacın insanları olduğunu söyleyenler bu çirkinliğin dedikodusunu yapıyorlar. Sanki çirkinlik de, dedikodu da normal? Kimse “Böyle bir şey nasıl olur?” bile demiyor! İnsanlar devlet katındaki bu nezaketsizliği, bu ayıbı, bu ‘haset’i nasıl böyle kolayca kanıksayabiliyor?
Nereden bakarsanız bakın ortada bir skandal var. Gerçekte o resim bir ayıbı belgeliyor. Nezaketsiz devlet uzaya uydu gönderse ne olur, göndermese ne olur?
Biliyorum birçokları böyle bir yazının ‘fitne’ye sebebiyet vereceğini ileri sürecek.
Ahlaksız kimseler, her baktıkları yerde tehdit görürler.
Asıl fitne olayın kendisidir. Abdullah Gül’ün o törene çağrılmaması ve benzeri karartmalara maruz bırakılmasıdır. Fitne, en tepeden alınan bu tutumun taraftarlar nezdinde aşağılara kadar nasıl yansıyacağını hesaba katmamaktır.
Fitne, sohbet ortamlarında bu ayrılığı körükleyici laflar edip, insanları buna göre tutum almaya zorlamaktır. Fitne, gazetecilerin Gül’ü övücü yazılar yazmasının önüne geçmektir. Fitne, buradaki hasedi onaylamaktır. Fitne, aynı çevrenin insanları arasındaki bu utanç verici gerilimi üstü kapalı bir şekilde sürdürmektir.
“Biz kardeşiz, biz yol arkadaşıyız, biz dava adamıyız, ekibiz” deyip sonra da “her şey benim hakkım, öncelik benimdir, bütün başarıların sahibi benim, önce ben, ben onay vermezsem olamaz” tutumunun barındırdığı ikircikli tutumu ve riyayı görmeyecek miyiz?
Bu tutumdaki çiğliği, sığlığı, kötücüllüğü örtbas mı edeceğiz?
Buna karşılık nazik, efendi, sakin, kibar, saygılı, bir adım öne geçmekten imtina eden soylu bir insanın hakkını savunmayacak mıyız?
Nereye kadar susacağız? Bu ayrılığa neden olan hasedin, doymazlığın kaynağını sormayacak mıyız?
Eğer mesele cumhurbaşkanlığı adaylığı ise ortada daha fol yok yumurta yok. Abdullah Gül “Ben adayım” demiş değil. Böyle anlaşılmasın diye elinden geldiği kadar hassas davranıyor. Buna rağmen bu inceliği, bu hassasiyeti, bu kibarlığı görmemek nasıl bir ruh halinin ürünüdür.
Abdullah Gül’ün toplumu bütünleştirici, herkese karşı hürmetkar bir dil kullanarak, kimseyi ötekileştirmeden oluşturduğu devlet adamı profili can sıkıyorsa ortada bir hastalıklı durum var demektir.
Uzaya gitmeden önce, kendinize gelin beyler.
İstanbul üniversitesi için Harun Cansız can’dır.
İstanbul üniversitesinde rektörlük seçimi var. Adaylardan biri de yakından tanıdığım Prof Dr. Harun Cansız.
Değerli bulduğum, meziyetlerini önemsediğim, bünyelerinde barındırdıkları ahlaki düzeyi beğendiğim insanlar hakkında iki kelam etmeyi bir borç bilirim.
Burada yücelttiğim Harun Cansız değil taşıdığı kişisel özellikleridir.
Harun Cansız çok esaslı bir insandır.
Her şeyden önemlisi hem nezaket sahibi, hem efendi, hem hesapsız, hem da kafasında ‘öteki’ olmayan biridir.
Küçük çocuk ile çocuk gibi, büyük devlet adamı ile devlet adamı gibi konuşmayı bilecek kadar da ‘doymuş’ bir insandır. Berrak bir kafa yapısı vardır. Herkesle her konuyu konuşabilecek geniş bir vizyona sahiptir.
Büyük bir organizasyon yeteneği vardır.
Yeryüzü Doktorları derneğinin şemsiyesi altında Somali’de, Kenya’da, Nijer’de, Filistin’de Lübnan ve Suriye’deki Filistin kamplarında hasta tedavi ederek geçirmiştir ömrünü.
“Harun Cansız kimdir?” derseniz kimsesizlerin kimi’dir derim.
İşte bu özelliklerinden dolayı Harun hoca İstanbul Üniversitesi için can’dır. twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın