Bu meseleleri konuşma zamanımız gelmedi mi?

Bu meseleleri konuşma zamanımız gelmedi mi?

Bugün sizinle biraz dertleşmek istiyorum. Amacım kimseyi suçlamak, yargılamak,  aforoz etmek, değil. Uzun zamandır zihnimde dolaşanları yüksek sesle dile getireceğim.

Bu yazıyı daha önce yazmayı düşünüyordum. Fakat İslam dünyasındaki alimlerin ‘meseleleri konuşmak üzere’ İstanbul’da toplandıklarını duyunca artık erteleyemedim.

Bugüne kadar erteledim, çünkü: Hepimiz zaman zaman iç dünyamızda bir çatışma yaşarız. Bildiklerimizi, gördüklerimizi bütünüyle yazmak mıdır faydalı olan, yoksa görmezden gelmek midir?

Bu çatışmayı kendi adıma çok fazla yaşıyorum.

Ya bütün gördüklerimizi, yaşadıklarımızı yazıp itirafçı damgası yiyeceğiz ya da susup yapanın yanına kar kalmasına göz yumacağız.

Fakat nereye kadar susacağız?

Konuya geleyim.

Uzun bir yazı olacak, biraz sabır istiyorum..

Yaklaşık bir yıl önce Milli Görüş’ün önemli isimlerinden Oğuzhan Asiltürk “partinin paralarının Erbakan’ın çocuklarının üzerine geçirildiğini” açıkladı. Geçtiğimiz hafta da Erbakan’ın çocukları hem Oğuzhan Asiltrük’ü, hem de Şevket Kazan’ı edindikleri servetin kaynağını açıklamaya çağırdı.

Bu sadece işin bir kısmı. Bildiğimiz, gördüğümüz daha çok olay var.

Bosna için toplanan paraların Kent Bank’ın Off shor hesabında batırılması, cemaat adına kurulan şirketlerin o şirketleri yönetenlerin şahsi malı haline gelmesi…

Diğer taraftan Kanal 7 meselesi var. Deniz Feneri meselesi var. TV5 meselesi var.

Cübbeli Ahmet hocanın Jet Fadıl ile girdiği gayri ahlaki ticari tablo ortada. Otel odasını pazarlarken ‘din’in nasıl pespaye hale getirildiğini hepimiz izliyoruz.

Adnan Oktar’ın durumu zaten konuşulacak gibi değil.

İsmailağa cemaatindeki iktidar ve rant kavgaları artık gizlenemiyor.

Süleymancılar cemaatindeki para ve iktidar kavgası herkesin malumu.

Gülen cemaatinin siyasi tutumlarının neden olduğu tahribat ortada.

Birçok tarikatın, cemaatin geldiği nokta ne yazık ki tam bir felaket. İnanılmaz bir çürümüşlük rehin almış bu yapıları.

Görünürdeki dindarlık neredeyse defoların, ahlaki zaafların üzerini örtmek için kullanılan bir örtü haline getirilmiş.

Allah’ı anarak daire satanlara, TV’lerde şaklabanlık yapanlara, din adına kendisine taraftar toplayanlara aynı yöntemlerle siyaset yapanlar ses çıkarmıyor.

Kimse bir diğerine “sen ne yapıyorsun arkadaş” diyecek durumda değil. Diyemiyor da

Kaldı ki bu sadece Türkiye’ye has bir durum da değil. İslam dünyası kan ağlıyor. Her gün yüzlerce insan birbirini boğazlıyor. Bilinç düzeyi, ahlaki seviye, kültürel olgunluk yerlerde.

Müslümanlığından zuhur eden sağlam bir ahlak ortaya koyabilen bir topluluk, bir ‘yapı’ ne yazık ki dünyanın herhangi bir yerinde  çıkmadı.

‘Müslümanların’ insan ilişkileri, eğitim anlayışları, toplum algıları, ticari hayat tasavvurları, kadınlara bakışları, çocukları yetiştirme tarzları.. Hepsi sorunlu.

İktidara, paraya, güç ilişkilerine uyarlanan ve bu alanlardaki hareketliliği temin eden din artık bir inanç, bir düşünce, bir ruh hali, bir bilgelik… olarak anlamını tümüyle yitiriyor.

Siyasete, ticarete, cemaat ilişkilerine malzeme yapılan din ne yazık ki Müslümanlık olmaktan çıkıyor.

Elbette bireysel anlamda çok düzgün, çok temiz, çok namuslu insanlar yok değil. Benim dikkat çekmeye çalıştığım  ‘dindarlıkları’ ile varlığını ortaya koyan yapıların durumu.

İşte tablo böyleyken bu tablonun sorumluları, bu cemaatlerin, bu tarikatların temsilcileri İstanbul’da meseleleri konuşmak üzere toplanmışlar.

Başka ülkelerden gelenleri bilemem ama Türkiye’den katılanlar ne söylediler o toplantıda? Daha kendi ülkesindeki kendisinin de neden olduğu çürümüşlüğe çare üretemeyenler ‘İslam dünyası’nın çürümüşlüğüne dair ne söyleyecekler?

Kabul etmek gerekiyor ki Kuran değil ama ‘İslam’ tahrif edildi. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşama geçirilmiş bir ‘İslam’ ne yazık ki yok denecek durumda.

Eğer İslam son din olmamış olsaydı yeni bir Peygamber, yeni bir din gelseydi kime ne söylerdi?

İbadetleri kendi siyasi ve ticari kazançlarına malzeme edenleri görünce, o ibadetler hakkında nasıl bir hüküm verirdi?

Çürümüşlüğün, ahlaki sefaletin kaynağı ‘bu alimlerin’ din diye ileri sürdükleri yorumlar değil mi?

Toplanan bu alimlerin yorumlarıyla ortaya çıkan ‘din’in kimseye bir yarar sağlamadığını görmek için daha ne kadar zaman gerekli?

Müslümanlar bu yorumlara bakarak birbirlerini öldürmüyorlar mı?

Bu yorumlara bakarak hırsızlıklarına kılıf bulmuyorlar mı?

Bu yorumlara bakarak yaşam tarzlarını belirlemiyorlar mı?

Bu yorumlara bakarak çocuklarını eğitmiyorlar mı?

Bu yorumlara bakarak toplumsal düzen tesis etmeye çabalamıyorlar mı?

Bu yorumlara bakarak siyaset yapmıyorlar mı?

Bu yorumlara bakarak ticaret yapmıyorlar mı?

Peki şimdi bu yorumların sahipleri neden oldukları çürümüşlüğü çözebilecek ‘bilgeliği’ nereden ve nasıl bulacaklar?

İşe yaramayan bir ‘din yorumu’nun üzerinden hangi meseleyi konuşabiliriz ki?

Dinin ritüelleri o kadar önemli hale getirildi ki bu ritüeller başkalarının defolarına örtü vazifesi görüyor.

Namaz kılmak, oruç tutmak 'dürüst' olmaktan daha mı önemli? 

Dindarlık yapmak için kurulan partilerin parayla ilişkileri, dindarlık yaymak için kurulan TV ve gazetelerin, yardım kuruluşlarının, cemaatlerin, tarikatların ahlaki sefaleti… Tüm bunlar ortadayken bu dindarlığı yaymak Müslümanca bir tutum mudur?

Bu dindarlığa insanları çağırmak, buradan medet ummak kendimizi kandırmak değil midir.

Cübbeli Ahmet’in yaydığı dindarlık Jet Fadıl gibilerden başka kimin işine yarayacak?

Kardavi’nin yaydığı dindarlık başka Müslümanları gözünü kırpmadan katledenlerden başka kimin işine yarayacak?

Deniz Feneri’nin yaydığı dindarlıktan bir bereket, bir ahlak sadır olur mu?

Dindarlık yaymak için kurulan Kanal 7’nin yaydığı  temiz bir din olabilir mi?

Kendisine teslim edilen paralara sahip olamamış, istismar etmiş Erbakan ve arkadaşlarının tesis etmeye çalıştığı dindarlık hangi yaraya merhem olacak?

Biliyorum, diyeceksiniz ki “dindar olmayan diğer yapılar daha mı temiz?” Evet, belki değil, ama diğer yapılara yaptıkları yanlışların bedelini anında ödetiyoruz.

Dindarlıklarına bakarak ‘vardır bir hikmeti’ diyerek müsamaha yolunu seçmiyoruz.

Bir anne bıçakla ekmeğin üzerine çikolata sürüp çocuğuna verdiğinde bu bir şefkat göstergesidir.

Aynı bıçağı insan öldürmek için kullandığınızda o cinayet aletidir.

Ne yazık ki Müslümanlık bugünkü yapılar eliyle bir cinayet silahına dönüştürüldü.

Şimdi bu silahın daha kaç Müslümanın hayatını mahvedeceğini görmeyi bekliyoruz.

Bu cinayet silahını Müslümanların elinden kim nasıl alacak?

Bütün bu sorular sadece benim kafamı mı meşgul ediyor? Siz gerçekten rahat mısınız? twitter.com/acikcenk

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın