Bülent Arınç'a suikast davasında. Kanıtların uyduruk olduğu saptanmış.
Dava çökmüş yani.
O kadar çok dava var ki, "bu hangisiydi" diyecek olanlara hatırlatayım;
Hani, "bir adresi bile akıllarında tutamayacak salaklıktaki" askerler, Arınç'a suikast düzenleyeceklerdi.
Yakalanınca da adres yazılı ufak kağıt parçasını yutmayı kalkmışlardı da onu bile başaramayacak kadar beceriksizlerdi.
Hani, bu saçma salak tiyatro bahane edilip devlet sırlarının depo edildiği kozmik odaya girilmişti.
Hatırladınız mı? Hatta bu konuda o tarihlerde "Marslılar suikast mi düzenliyor?" başlıklı bir yazı yazmıştım.
İşte o dava çökmüş. Devlet sırları nereye uçuruldu derseniz, orası meçhul.
Bu olay, öyle "adalet yerini buldu" diyerek geçemeyecek kadar ciddidir.
Bugün Türkiye'de yaşanan pek çok şeyin, o günlerdeki senaryoları eblehlik düzeyindeki "kumpas"larla yakından ilgisi var.
Hatırlamak gerek. 6 Ocak 2010'da, tutuklamalar dalga dalga yayılırken kumpas senaryolarında askerlere yazılan rolleri alaysı bir ifadeyle yazmıştım.
O yazıdan cümlelerle hatırlayalım:
"(Gözaltına alınan askerler) Önce silahları gömüp sonra da gömdükleri yerleri bir çırpıda bulabileceğiniz krokileri ajandalarında taşıyorlar.
Birlikte kaldıkları evde esrar torbasını buzdolabının üzerinde saklıyorlar, üstelik de içlerinden biri Harp Okulu'nu dereceyle bitirmiş.
Üçü beşi bir araya gelip onca düşman dururken önce kendi kuvvet komutanlarına suikast düzenleyeceklermiş. Kendi önlerini açmak için olsa gerek. Henüz albay olsalar da bir umut işte. Komutan kazaya kurban giderse rütbeleri üçer beşer atlayıp yerine geçebileceklerini sanıyorlar demek ki.
'Kafes Eylem Planı'nı hazırladığı iddia edilen subay, elektrikli ateşleme düzeneğine sahip silahı suya gömmüş! Üstelik bunu yapan bir SAT komandosu. Su Altı Taarruz Timi'nden. 'Suyun iletkenliği' ilkokulda öğretiliyor ama öğrenememiş arkadaş. Bir de isyan etmiş: 'Bu kadar da olmaz, bu iddia bize hakaret!'
Onların arkadaşları da metal silahları hiçbir koruyucu kılıfı olmadan toprağın hemen altına gömmüşlerdi. Üç beş yağmur damlasa hepsi ayna gibi ortada olacaktı ki yağmur yağmadan silahlar bulundu da, sorun çözüldü.
'AKP'yi bitirme planı'nını hazırlayan subay bir de altına imza atmıştı da günlerce hepimizi meşgul etmişti. Sevgilisine mektup yazsa altını imzalamaz halbuki.
Arınç'a suikast yapacak olanlar adresi kağıda yazmakla kalmamış, kağıdı yutmaya kalkmış, bir de su istemişti.
Bu adamlar Isparta Eğirdir Dağ Komando Okulu'nda gerekirse taş, yılan yemeyi öğreniyorlardı hani?
Kozmik hakimi, aşçıyla terziye takip ettiriyorlar. Hadi onunla kalsalar iyi, bir de takip araçları mini panelvan! Koşsalar öndeki aracı yakalama ihtimalleri daha yüksek.
Gizli belgelerin hepsini geçici askerlere/erlere imha ettirmelerine ne demeli? Onlar da babalarına telefonla rapor veriyormuş! Ne de olsa 'hepinize selam eder ellerinizden öperim' demek kesmiyor artık.
Bir ara da Twitter'da hesap açmışlıkları vardı bu arkadaşların.
Şimdi de kozmik hakimi kalaşnikof mermisi göndererek tehdit etmeye kalkmışlar. Kalaşnikofu zarfa sığdıramamışlar demek ki.
Tüm bunları yapan kim? ABD başta olmak üzere birçok ülkenin zekâsını, gücünü kıskandıkları, kendi ordularına örnek gösterdikleri Türk Silahlı Kuvvetleri.
Yukarıdaki resim ise komedi filmi dalında Oscar'a, bu senaryo üzerine ciddi ciddi analizler yapanlar ise Oscar ödüllerinde ikinciliğe aday.
Ya bu senaryoyu yazanlar havaya girmiş, artık akıllarına eseni yazıyorlar. Ya da durum iştah kabartıcı olduğundan senarist sayısı artmış. Dışarıdaki senaristlere içeridekiler eklenmiş. Herkes kârdan pay peşinde."
Tam altı yıl önce yazmışım yukarıdaki satırları.
Kadere bakın ki, Hükümeti, hakimi, savcısı bugün benimle/bizimle aynı noktaya gelmişler. Oysa o gün aynı noktada buluşsaydık, bu kadar zarar görmeyecekti insanlarımız da, kurumlarımız da.
Bugün "hiç yoktan iyidir" diyenler olacak, katılmam mümkün değil.
BAKAN BEY LÜTFEN, "ÖDEV"E SUÇ UNSURU MUAMELESİ YAPMAYIN!
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, sömestr tatilinde öğrenciye ödev verilmesini yasaklamış.
Ödev verenler hakkında da işlem yapılmasını istemiş!
Hani diyorum ya hep, aklın devre dışı kaldığı zamandan geçiyoruz diye.
Bu da öyle. "Ödev"sizliğe itirazlarım var, sayayım;
Bir, ödev öğretmenle öğrenci arasında bir meseledir, bakanlığın araya girmemesi gerekir.
İki, eğitim anlayışınızda ödeve yer yoksa, yasaklamak yerine sadece tavsiyede bulunmalısınız.
Üç, "ödev" doğası gereği pozitif bir kavramdır, üzerini çizmek olmaz.
Dört, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her fırsatta kutsadığı "milli irade" içerisinde öğretmenlerin iradesi de yok mu?
Beş, bu ödev yasaklama işi, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek ailenin çocuğu ile, düşük aile çocuğu arasındaki farkı artırır.
Altı, onu bunu bilmem, ben öğrencilerime ödev veririm, yaşlarını başlarını almış olsalar bile, bu konu beni bağlamaz.
Kendimi buradan Ankara Üniversitesi Rektörüme ihbar ediyorum. Ödev vermek suçundan hakkımda soruşturma açılsın.
CHP YİNE KRİZ YÖNETİMİ CÜHELASI
"Mustafa Kemal'i çöpe atan" vekil konusundaki kriz büyüdükçe büyüyor.
Oysa taa işin başında, adını herkesin bildiği bu vekil ortaya çıkıp bir açıklama yapsaydı, olmaz ama olsa da faturasını bir kişi ödemiş olurdu.
Şimdi kriz tüm CHP'yi içine almış durumda.
Kıssadan hisse; içimde bir ses diyor ki CHP, Erdoğan ve ekibi tarafından gölge muhalefet olsun diye projelendirilmiş.
AKLIMDA KALAN
"Kota" mı, "fırsat" mı arasındaki tercihim: Konuyu aileden sorumlu bakan açmış, ben de dahil olayım. Şahsen ben "kadın kotası" ifadesine ifrit olurum. Siyasette, iş yaşamında kadın kotasından söz etmek, kadını aciz gösteren, ayrımcılığı artıran bir ifadedir. Ancak. "Fırsat eşitliği" derseniz, ona varım. Herkes aynı koşullarda yarışsın, iyi olan kazansın.