TV100’de her Çarşamba akşamı Cengiz Semercioğlu ile birlikte yaptığımız programa bu akşam Türkiye’nin en çok konuşulan çiftini davet ettik.
Nagehan Alçı ve eşi Rasim Ozan Kütahyalı programımıza katılacak.
Ve programda Rasim Ozan Kütahyalı’ya “Rasim beni gerçekten hapise attırmak istedin mi” diye soracağım.
Arkasından da şu soru gelecek:
“Hapise attırmayı başarsaydın bugün ne hissedecektin.”
Bu fikrimi, programı birlikte yaptığımız Cengiz Semercioğlu’na açtığımda, önce pek sıcak bakmadı.
“Abi çok dayak yeriz” dedi.
Haklıydı.
Zaten Mehmet Cengiz’i programa çıkardığımız için yediğimiz dayak oramızı buramızı kan revan içinde bırakmıştı.
Şimdi durup dururken yine kaşınmanın bir manası yoktu.
Ona bu fikrimi açarken, gözümün önünde bir manşet vardı.
17 Ekim 1994 günü…
Yani bundan tam tamına 28 yıl önce Hürriyet gazetesi şu manşetle çıkmıştı:
“Ekranda Yılın Savaşı…”
Spotu da şöyleydi:”
“Basın tarihinin en şiddetli polemiklerini yapan iki tanınmış yazar Emin Çölaşan ve Mehmet Barlas bu gece TRT1’de kozlarını paylaşacaklar.”
Reha Muhtar o gece Türk medya tarihine geçecek bir şeyi gerçekleştirmiş ve birbirine demediğini bırakmayan polemikçi iki köşeyazarını canlı yayında ekrana çıkarmaya başarmıştı.
Ama en önemlisi, bunu devletin televizyonu TRT’de yapmayı başarmasıydı.
Reha hem TRT’yi, yani iktidarı, hem Mehmet Barlas’ı ve Emin Çölaşan’ı ikna edince, önce beni arayıp bu haberi vermişti.
“Reha seni gönülden kutluyorum. Harika bir işi başarmışsın” demiştim.
Sonra da şu ricada bulunmuştum:
“Bunu kimseye söyleme ben yarına manşet yapayım.”
Bugüne kadar attığım en güzel manşetlerden biriydi.
Ne yazık ki artık böyle programları bırakın TRT’yi, özel televizyonlarda bile yapmak mümkün eğil.
Çünkü herkes kendi mahallesine çekildi ve oradan birbirine ateş ediyor.
Bu akşamki programı seyredecek olanlar önceden şunu söylemek istiyorum.
Birbirimizin boğazına sarılıp, sen şunu demiştin ben bunu demiştim kavgası bekleyen varsa bu olmayacak.
Böyle bir beklentisi olanlara tavsiyem, öteki konuşan kafa programlarından birine takılmaları.
Oralarda her mahallenin kendi meşrebine uygun en yumruk yumruğa kavga fazlasıyla var.
Rasim Ozan ve Nagehan bu ülkenin en çok tartışılan medya karakterlerinden ikisi.
Ben de öyleyim. Siyasi olmamakla birlikte, kendi alanında Cengiz Semercioğlu da…
Nagehan ve Rasim karıkoca olarak bugüne kadar sadece bir defa Cüneyt Özdemir’in CNN’deki programına çıktılar.
Bundan 11 yıl önceydi.
İkisi de bugüne göre çok daha gençti.
Bu akşam o programdan da kısa bir bölüm yayınlayacağız.
Bakalım 11 yılda ne değişmiş…
O günlerde ikisi de iktidarın en etkili ve kuvvetli kalemlerinden olmuştu.
Kendi ifadeleriyle “Yeni Türkiye” yazarı olarak, “Eski Türkiye” diye niteledikleri bizleri yerden yere vuruyorlardı.
Bir tür “Putkırıcılık” yaptıklarını söylüyorlardı.
Neticede kendi mahallelerinde bizlerden birer “Nefret objesi” yaratmayı başardılar.
Ama nefret objesi yaratmak için yola çıkan herkesin başına gelen onların da başına geldi.
Kendileri de toplumun bir bölümünde nefret objesi haline dönüştüler.
Ne var ki son 15 yıl içinde bu kampların hiç beklemediği bir başka gelişme yaşandı.
Sadece karşı mahallede değil, ama kendi mahallelerimizin bir bölümünde de sevilmeyen insanlara dönüştürüldük.
Sadece biz değil, şu an televizyonlarda, sosyal medyada gördüğünüz çok insanın başına geldi bu.
Sonunda Ekrem İmamoğlu Karadeniz gezisine Nagehan’la beni de davet ettiği için, medyanın nefret ticaretinden geçinen bölümünde günlerce meydan dayağı yedik.
Kadere bakın ki, geçen hafta Kemal Kılıçdaroğlu’nun gezisine katılan bazı gazetecilerin başına da hiç haketmedikleri benzer şeyler geldi.
Ne dersiniz?
Günün moda deyişi ile “Kader mi…”
Allahın bana bahşettiği ve en şükran duyduğum duygulardan biri içimde nefret biriktirememek…
Bu sayede, genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra karşı mahalleden çok insanla konuşabilir hale geldim..
Ama onlar da benimle konuşabilir hale geldi.
Ve bundan 5 yıl önce bir gün kırık ayağımla evde yatarken, hakkımda en ağır yazıları yazmış yazarlardan biri; Ersoy Dede’yi elinde hediye bir kitapla yatağımın başucunda buldum.
Çok sevindim. Gerçekten çok sevindim…
Ben de onu zor zamanlarında yapmam gerekeni yaptım.
Rahmetli Ahmet Kekeç’le zaman zaman bir lokantada buluşup güzel edebiyat sohbetleri yaptık.
Şimdi Murat Kelkitlioğlu ile aynı televizyonda program yapıyoruz.
Mehmet Barlas’la sohbetim yıllarca hiç kesilmedi.
Rahmetli Hasan Karahasanoğlu, 28 Şubat’ta içeri alınıp çıktığında ilk arayanlardan biri ben oldum…
O da zor zamanlarımda arayıp geçmiş olsun diye insanlardan biri oldu.
Bu sohbetleri kimseye anlatamadım.
Neden biliyor musunuz?
Kendi mahallelerinde onlara zarar gelmesin diye.
Ama bunlar yüzünden kendi arkadaş gurubumdan, arkadaş diye bildiğim bazı kişilerden gelen en ağır hakaretlere uğradım.
Vedat Milor gibi Stanford mezunu olup da bugün sosyal medyadaki reyting performansını menemene soğan doğranır mı tartışmasına getiren bir Hürriyet yazarının bile, hakkımda “Her devrin adamı” diyen tvitler attığına tanık oldum.
Boğaz kenarında arkadaş evlerindeki yemeklerde biraraya geldik, elimizde en pahalı Bourgogne şarapları ile sohbet ettik.
Üstü örtülü bir sitemde bile bulunmadım.
“Onlarla arkadaşlığını midemiz kaldırmıyor” diye yazanlar oldu.
Bilmiyorlardı ki, başka bazıları da benim onlarla yaptığım arkadaşlığın midelerini kaldırmadığını söylüyorlardı.
Hepimizin mahalleleri, sadece kendini dürüst ve ilkeli; öteki herkesin mide bulandırıcı olduğunu düşünen insanların işgalinde.
Benimse, arkadaşlarımın hiç birini yemeye teşebbüs etmediğim için midemin kaldırıp kaldırmaması gibi bir sorunum olmadı.
Karşı mahallenin “Deccali”, kendi mahallemin “Dönek’i” olarak yaşamayı öğrendim.
Üstelik bugün değil, daha 30 yıl önce öğrendim.
O nedenle tek gıdası nefret olan insanların, bu geceki program için ne diyeceklerini de 30 yıldan beri biliyorum.
Mesela “Yaptıklarınızı unutturamazsınız” diyecekler.
Ali Tatar gibi insanların yakınlarının, sevenlerinin bu sözleri söyleme hakkı olduğunu elbette en iyi bilenlerdenim.
Ama en yüksek sesle bağıranların, kendi unutturulmak istenen çok fazla sicili olduğunu da en iyi bilenlerdenim.
Bir de şunu çok iyi biliyorum. Nefret tacirleri, kendi yaptıklarını unutturmanın en kolay yolunun, başkalarının yaptıklarına yüklenmek olduğunu iyi bilen en kurnaz oportünistlerdir..
“Cambaza bak” sanatını onlar icad etmiştir veya onlar için icad edilmiştir.
Bu çağda hiçbir şeyi unutturmanın mümkün olmadığını
bilecek kadar yaşadım.
Mazi artık hepimize bir “Tık” mesafede.
Mahkeme kararı ile Google’da hakkınızda kayıtlı herşeyi sildirseniz bile, nefret tacirleri çoktan şahsi arşivlerine kaydetmiştir sizin dijital sicilinizi.
Bilirim ki her kötü niyetli arşiv bir pusudur ve bekler zamanını…
Şunu da konuşacağız: Biri Mehmet Akif'in 'Kaderle' başlayan mütevekkil şiirini okusa
Bu akşam Türkiye’nin gündemindeki bir çok şeyi konuşacağız.
Hiç kuşkusuz dezenformasyon yasasını da, resmi dezenformasyon bültenini de konuşacağız.
Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu “Minareler süngümüz” şiirini bugün muhalif biri okusa veya bunu sosyal medyadan yaysa bu kanuna göre ne ceza alırdı?
Veya Mehmet Akif Ersoy’un “Kadermiş” kelimesi ile başlayan “Mütevekkil” şiirini bir savcı veya hakim bu kanunun 29’uncu maddesine göre nasıl değerlendirirdi..
Bunları da konuşacağız.
Belki bazılarınız “Sitcom gazeteciliğine dönüş” mü” diye soracak…
O dönem geçti. Türkiye Akdenizliliğini, Türk medyası eğlencesini kaybetti.
Artık, Sözcü yazarı Emin Çölaşan’la Sabah yazarı Mehmet Barlas’ı; Cumhuriyet yazarı Rahmetli Toktamış Ateş’le, eski Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ı; bugünün Cumhuriyet yazarı hocam Emre Kongar’la Mehmet Barlas’ı birlikte aynı programa çıkarmak hayal oldu.
Herkes kendi mahallesinde amigo alkışlarıyla mutlu bir şekilde geçinip gidiyor işte.
Bu akşam işte biraz bunu kırmaya çalışacağız.
Belki bu akşam farklı şeyleri duymak, kızdığınız, ağır önyargı perdelerinin ardından işittiğiniz sesleri, yüzlerini de görerek işitmek, bir akşamlık olsa bile iyi gelebilir.
Nefretsiz bir akşam belki de daha rahat uykuya dalmanızı sağlar…
Ülkenin en tepesinden en altına kadar hergün bunca nefretin aşılandığı bir ülkede yaşıyoruz.
Hepimiz biliyoruz, nasılsa yarın yine, yeni bir nefret şafağı daha sökecek.
Çok kızanlara da seslenmek istiyorum.
Yahu siz de gelin…
(Cengiz ile Ahtapot
ROK ile Nagehan
Dördübiryerde
Tekmili birden…’
Size de iyi malzeme çıkar bu geceden
Ve bir son söz.
Bundan 28 yıl önce Reha Muhtar’ın o programına çıkıp bir zinciri kıran Mehmet Barlas ve Emin Çölaşan son zamanlarda sağlık sorunları yaşadılar.
Samimi olarak ikisine de sağlık ve mutluluk diliyorum…
Bir de Çetin Altan…
Daha 28 yaşındayken, Demokrat Parti sansürünü yermek için “Balkabağı” adlı bir gazete çıkaran Çetin Altan’ı…
Hani bu hayata vedan ederken, “Hayal ettiğimiz ülke bu değildi” diyen hüzünlü bir düşkırıklığını bize vasiyet gibi bırakan Çetin Altan’ı
Bu gece onu da anacağız……
Ayıptır söylemesi, biraz dezenformasyon vereceğiz çevreye bu gece…