Bu da benim tanıdığım Nabi Avcı

Bu da benim tanıdığım Nabi Avcı

Eğitim sisteminde yapılmaya çalışılan "rakamsal" değişiklik Türkiye’yi gerdi. Bunun farkındayız.

Bu gerginlik içinde, negatif eleştirilerin büyük kısmını ise hiç hak etmediği halde eğitim komisyonu başkanı Nabi Avcı’nın aldığını görüyorum. 

Getirilmek istenen sitemin eleştirilecek çok yönü  var elbette. Yeni sitemin mantığına, bu sistemle yapılmak istenene dönük eleştirilerimi en başından beri yazıyorum.

Fakat sisteme karşı olan çevrelerin eleştirilerinin muhatabının Nabi Avcı olarak görülmesi ve tanımayanların  gözünde yanlış bir Nabi Avcı imajının oluşması kabul edilebilir bir durum değil.

En azından benim kabul edebileceğim bir durum değil.

Hepimiz zaman zaman istemediğimiz yerlerde, bütününü tasvip etmediğimiz işleri, hem de hiç bize uymayacak bir üslupla yapar durumda kalıyoruz değil mi?

Nabi beyin de benzer bir durumda kaldığını düşünüyorum.

Yaklaşık 17 yıldır tanıdığım  kibar, beyefendi, entelektüel, espritüel, müşfik, dost canlısı, derviş yürekli Nabi Avcı'nın da düştüğü bu durumdan pek hoşnut olduğunu sanmıyorum. Hatta tam da beyefendiliği dolayısıyla oluşturulmak istenen bu imajı düzeltme çabasına girmediğini düşünüyorum.

Yeni sistemle hedeflenenlerin de, bu sitemi getirme  yönteminin de, komisyonda AK Partililerin kullandığı “biz dindarlar” gibi lafların da Nabi Avcı’nın benimsediği, tasvip ettiği türden şeyler olmadığını düşünüyorum, hatta biliyorum.

O nedenle ben de size tanıdığım Nabi Avcı’yı anlatmaya karar verdim.

Nabi Avcı ile tanışıklığım 1995 yılında Yeni Şafak’a yayın yönetmeni olarak geldiğinde başladı.

Hayatımın en olağanüstü dönemlerinden biriydi. Çünkü çok gençtim. O güne kadar, hatta o günden sonra da Nabi Avcı kadar işine saygı duyan, en küçük ayrıntıya bile gazetenin manşeti kadar titizlikle eğilen, her sayfanın her noktasını-seri ilanlar dahil!- tek tek kontrol eden ve işini bu kadar yüksek bir ahlakla ele alan ikinci bir insan görmedim.

Adeta bir gösteri izliyordum. Mesleğini bir sanat gösterisine dönüştüren ama kibarlığından, şefkatinden, beyefendiliğinden, babacan üslubundan ödün vermeyen biri vardı karşımızda. Ortaya esaslı bir gazete koymaya çalışan bir gazeteci vardı sahnede.

Çalıştı, çabaladı, ortaya çok farklı bir Yeni Şafak çıkardı.

Kısıtlı imkanlarla girişilen bu çabanın sonuç vermesi için sabra ihtiyaç vardı.

Fakat o sabır gösterilmedi ve Nabi beyden tarzını değiştirmesi, eski tarzla gazete yapması istendi.

Bu istek Nabi Avcı’nın kabul edeceği bir şey değildi.

Bunu üzerine gördüğüm en şık, en esaslı, en karizmatik veda yazısını yazarak gazeteden ayrıldı.

‘Kivi’ başlıklı o veda yazısını okuyan kimsenin unuttuğunu sanmıyorum.

Kendi adıma  o gün büyük ders almıştım. Bırakıp gitmenin, doğrular ve tarz için gerekirse işi bırakmanın nasıl asil bir davranış olduğunu şahsen ben ilk kez Nabi Avcı’dan öğrendim.

Sonraki yıllarda irtibatımız devam etti. Her başım sıkıştığında yanına koştum, danıştım, dertleştim, yol gösterici önerilerini dinledim.

Sonra bir grup arkadaşla beraber 1998 yılında günlük bir gazete maceramız oldu. Nabi bey bize ağabeylik yapıyor, yol gösteriyordu.

Macera diyorum çünkü 20 gün sürdü. Aydın Doğan’ın borusunun öttüğü günlerdeydik. Doğan Grubu'nun satmak üzere ithal ettiği gazete kağıdı depolarda birikince bu stokları eritebilmesi için SEKA, gazete kağıdı üretimine arar verdi. Bunun üzerine biz de gazete kağıdını SEKA’dan aldığımız fiyatın iki katına, üstelik nakit olarak Aydın Doğan’dan almaya başladık. Zaten dar imkanlarla çıktığımız gazete çıkarma yolculuğu bu yüzden büyük bir borç yüküyle son buldu.

Günlük gazete diye yola çıktık ama kısa sürede büyük bir borçla karşı karşıya kalmıştım.

28 yaşındaydım, ne yapacağımı, kime gideceğimi, işin içinden nasıl çıkacağımı bir türlü bulamıyordum. Sık sık Nabi bey ile buluşup çıkış yolları arıyorduk. Bu konuşmalarımızın birinde benim çok üzüldüğümü görünce “Üzülme Levent, gerekirse arabamızı satar o borcu öderiz” diyerek unutamadığım büyük bir kadirşinaslık örneği göstermişti.

Gerçi benim borcum için o günün şartlarında en az 10 araba satılması gerekiyordu ama maceranın içinde olmadığı  halde böyle bir yardım eli vaat etmesi ruhumda büyük bir iz bırakmıştır.

Yine benzer buluşmalarımızın birinde ben her zamanki gibi  ‘Nabi abi, ben bu işi Allah rızası için yapıyorum’ gibi birşey dediğimde, Nabi bey “Leventciğim, bu cümleyi kalbine göm, bir daha dile getirme. Her ne niyetle yapıyorsan kalbinde gizlediğinde de bilinecektir, bundan emin ol” demişti ki bu belki de hayatımın en önemli, kişiliğime bütün rengini veren öğüdü olmuştur.

Şimdi yakından tanıdığım bu derviş yürekli beyefendiyle ilgili farklı bir imaj yaratılmaya çalışılmasına gönlüm razı olmuyor.

Böyle bir günde şahitlik etmeyeceksek, şahitliğin ne kıymeti kalır ki? Haksız mıyım? twitter.com/acikcenk