Bozuk plak

Bozuk plak

Bu güzel ve hayli hareketli ülkemde, ne ararsanız var. Herhalde yeryüzünde siyaset arenasında hem tek partinin egemen olduğu hem de acayip telaşın yaşandığı başka da bir ülke yoktur.

Seçim üstüne seçim var. Üst perdeden konuşmayı seven bir lider ve de siyasete trajikomik unsur katan muhalefet liderleri var.

Herhalde bu kadar komik politik duruşların varlığına rağmen, bu kadar az komedyenin olduğu başka ülke de yok.

Bölünme tartışmaları/gündemi var. Kımıl kımıl terör olayları var.

İş kazaları, facialar, depremler var. Bir yanıyla bakınca hüzün, bir yanıyla bakınca korku filmi niyetine.

Karısını, kocasını doğrayan, "az öte git" dediği için yumruğu, pizzayı acılı getirdiği için kurşunu yiyen de var.

Teknesine şezlong muamelesi yapan dünyanın en abuk, sonradan görme sosyetesi de var.

İnanmayacaksınız, arkasındaki orman yanarken deniz kıyısında istifini bozmadan güneşlenen insanlar da var.

Hepsi var. Çeşit çeşit.

Bizim televizyonların görüş aldığı konuklar ise hep aynı. Sağdan say, yedi kişi. Soldan say altı kişi. Bekir Ağırdır olmasa NTV, Hüseyin Yayman olmasa CNN Türk yok. Adil Gür sanki yayın jokeri, her boşluğu dolduruyor.

Hep aynı yüzler, aynı cümleler. Hadi diyelim reyting haber kanallarının umuru değil.

Hadi diyelim kanal yöneticileri zaten kendi kanallarını izlemiyor.

İyi de yayın yapan arkadaşlara ne demeli? Aynı kişilerle konuşurken hiç mi içleri geçmiyor? Hiç mi "Bu sahneyi tıpkısıyla daha önce yaşadım ki ben" hissi basmıyor?

Hadi onlar otomatiğe bağlanmış, peki bu konuklar aynı sorulara yanıt vermekten cinnetin sınırına gelmezler mi hiç? "Bas düğmeye hemen çıkıp gelsin" imajı da mı rahatsız etmiyor?

Efendim görüş alacaklarmış. Alınmadık görüş kalmadı ki, gayri ciddiye bağladı herkes.

BİR ÇOCUĞUN GÖZLERİ, BİLEZİKLER VE COŞKU

Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adaylığının açıklandığı toplantıdan aklımda bu üçü kaldı: Bir çocuğun masum gözleri, bilezikler ve coşkulu kalabalık.


Beklenti hayli yükseltilmişti.

Görkemli bir anons olacak denmişti.

İzledim. Erdoğan merkezli daha görkemli en az on tane iş sayarım.

18 dakikalık Erdoğan filmi, fazla sıradandı. Seslendirmesi kötüydü. Bir Erol Olçak yapımı değildi sanki.

Geriye iki şey kaldı. Birincisi, 15 yılı aşkın bir süredir liderlerini ellerinde ve omuzlarında taşıyan, salonu dolduran coşkulu kalabalık.

İkincisi, konuşmasının "annesinin bileziklerini verirken onun 'kazanınca bizi unutmasın' mesajını getiren küçük kızın gözlerini ve kendi oyuncak bileziğini de vermesini" anlattığı bölümü.

Bugüne kadar kavga ederek yürümüş, karşısında kimseyi bulamayınca kendi hasmını yaratmış Erdoğan için "mücadele hikâyesi" eskimişti.

Yeni hikâyede masumiyet bir çocuğun gözlerinde, bu milletin kalan son şeyini vermeye hazır olduğu ise bilezikte simgeleşiyor. Daha sıcak, daha ortak paydadan bir hikaye.

Yeterince duygusal bir ortamda "masum çocuk gözlerini unutamayan Erdoğan", yeterince yağmur bulutu yarattı.

"Bir hikâyesi olmalı" en çok duyduğumuz söz. Olup bitene seyirci kalan çaresiz insanlar hikâye dinlemeye gönüllü.

"Mesel anlatılan günlere" geri döndük. Herkes inanmaya hazır. Yeter ki hikâye iyi, anlatıcının imajı güvenilir olsun.

KARİZMA, ÖZÜR VE VEFA

Başbakan Erdoğan, konuşmasında arkadaşlarından ve ailesinden özür diledi.


Siyasal iletişim açısından çok şık, çok getirisi olan bir davranıştı.

Doğru zamanda dilenen özür ve gösterilen vefa, liderin karizmasını güçlendirir.


Yanlış zamanda dilenen özür ise karizmanın ölümüdür.


ÜNLÜLERİN ALDATMA YÖNETİMİ

Yok, yanlış okumadınız, "algılama" değil, aldatma yönetiminden söz ediyorum.

Çok değil, bir on yıl önce, eşini aldatan bir ünlü şıppadanak yakalanırdı. Kafa kumda, arka dışarda, tıpkı devekuşu misali saklandığını sanırdı.

Beş yıl önce durum değişti. Eşini aldatan ünlü "Yanılıyorsunuz aile dostumuz, falanımız filanımız" diyerek kurtarmaya çalışıyordu.

Şimdi. Ünlümüz neredeyse iş üstünde yakalanıyor, hiç umuru değil. Eşe yanıt hazır çünkü: "Aşkım bilmiyor musun medyayı, herkesi herkesle yazıyorlar işte!"

Aldatan kişinin yaptığı arsızlık ama medyaya güven de yerlerde.

AKLIMDA KALAN

Ağlayan üç adam ve bir dava: Birincisi Mehmet Ali Şahin. Cumhurbaşkanı adayını anons ederken her cümlede sesi titriyordu. Ağlamaklı bir heyecan titremesi. İkincisi Erdoğan. Yaşam öyküsünü izlerken, "ne günlerdi" iç geçirmesiyle dolu gözler. Üçüncüsü, her zaman olduğu gibi Bülent Arınç'tı. Erdoğan ne dese, Arınç ağladı ağlayacaktı. İşte bütün sır burada. Erdoğan'ın ifadesiyle "dava"ya adanmanın gözyaşı biriminden göstergesi. Diğer partilerde eksik olan da bu, bir davaya adanmak.