Boş çuval...

Boş çuval...

Sevgili hocam Emin Özdemir, "Okuma ve Anlatım Teknikleri" dersinde sıkça "Boş çuval dik durmaz" derdi.

İletişim Fakültesi öğrencilerinin çok okuması gerektiğinin altını çizmek için bu ifadeye sık başvururdu.

Şimdi. Bu satırları okuyan Emin hocanın öğrencileri tebessüm ediyorlardır.

Aradan yıllar geçti.

Emin hocam, son derece sağlıklı ve mezuniyet gecelerimizin vazgeçilmez konuğu. Uzun yaşasın.

Sitemkâr bir gülüş yerleşmiş yüzüne. Nasıl yerleşmesin? Medyada. Nereye baksa, boş çuval görüyor.

Ve boş çuvalların dik durduğu abzürd bir zaman dilimine sıkıştığımıza pek üzülüyor.

Boş çuvallar sadece dik dursalar iyi. En çok parayı onlar kazanıyor. En çok şöhreti onlar yapıyor.

Emin hocam darılmasın, insanın boş çuval olmak isteyesi geliyor.

Boş çuvallardan bilirkişi yapılan bir zamandayız.

En son. Spor programlarından birinde. Soytarılıkla agresiflik arasında gidip gelmekten büyük paralar götüren bir yorumcu, Arda Turan'ın İspanya'ya gitmesinin hayal olduğunu söylemişti.

Daha lafının noktası konmadan Arda Turan Barselona'ya gitti.

Sadece geyiğe para verilir mi tomarla? Bizde veriliyor.

Sporda öyle de, politika yorumlayanlarda durum farklı mı?

Orada daha beter. Ne derlerse tersi çıkan adamlar tv kanalları tarafından paylaşılamıyor.

Şirin Payzın, Ahmet Hakan, Akif Beki, Oğuz Haksever ve bilimum moderatörlerin konuklardan daha çok konuştuğunun farkında değil misiniz?

Konuklarının söyledikleri kimseyi kesmiyor çünkü.

Neyse.

11 kişilik oyunda. Topa iyi vurduğu için dünyanın en büyük takımına transfer olan futbolcuya "milli kahraman" muamelemiz, ezik milli ruhumuza yetiyor.

Dahası. Trilyonları Arda alıyor. 70 liralık lahmacunlar diyarında, fiyat sormadan misafir ağırlıyor. Ülkemin futbol bilen bilmeyen karnı aç, sırtı çıplak çoğu kişisi, milyonlar kendi cebine girmiş gibi keyiften dört köşe geziyor.

Boşuna futbol "kitlelerin afyonu" değil. Hangi ülkenin ekonomisi krizdeyse, futbolu zirvede.

Şimdi diyeceksiniz ki, Arda'nın transferini de eleştiriyorsun. Hiç değil.

Boş çuvalların rağbet gördüğü ülkede, adam parayı çuvalla götürecek elbette.

TAM AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN DİYECEKTİM...

Akılları başlarına toplanmış görünüyor.

Bahçeli'nin yokuşa sürme pozisyonları, CHP'nin siyasetten bihaber insanlarına rağmen. Koalisyon kurmak şart.

Çünkü;

Bir, erken seçim zaman kaybettirir.

İki, ekonomi belirsizliği kaldıramaz.

Üç, erken seçim istediği söylenen Erdoğan (ki ben istediğini sanmıyorum) ciddi zarar görür.

Dört, "bu iktidar yıkılmaz" imajının yıkılmış olması seçmeni cesaretlendirebilir.

Beş, diyelim ki Adalet ve Kalkınma Partisi oyunu artırıp tek başına iktidar oldu. O sonuçların meşruiyeti büyük sorun olur.

Altı, seçmen kendisini oyuna gelmiş sayar.

Yedi, oylarının dikkate alınmadığını düşünen seçmenin seçime katılım oranı düşer.

Sekiz, bu ortamda kamuoyu araştırmalarını dikkate almak yanıltıcı olur. Kamuoyu araştırması psikolojik boyutu dikkate almaz. Seçmenin olmayan seçime dair belirttiği fikirle, olacak seçime belirteceği fikir aynı olmaz.

Aklın başa toplanmasının tam sırası.

DOĞAN SATMIŞ'A DÜZELTME

Sevgili dostum Doğan Satmış, Cumhuriyet'e kitabıyla ilgili konuşurken şöyle bir cümle kurmuş:

"(Habertürk'ün patronu) En başta Bekir Coşkun'u, Ece Temelkuran'ı, Elif Şafak'ı, Nuran Yıldız'ı çıkardı. Bu ve benzeri isimleri çizip yerine de iktidara sıcak görünen gazetecileri tercih etti."

Ece Temelkuran'da az haklı, Elif Şafak'ta çok haksız. Ece'nin yazıları, başlarda değişimci iktidar çevrelerine sıcak geldiği için Habertürk'e transfer edilmişti. Durum sonra değişti.

Ancak. Elif Şafak konusunda. Doğan çok haksız. Yanlış hatırlıyor.

Elif Şafak, iktidar ve cemaat ilişkisinin en güçlü olduğu dönemde, cemaate yakınlığı nedeniyle Fatih Altaylı'nın tüm itirazlarına rağmen yazmaya başlatıldı.

İktidara sıcak göründüğü için köşe yazarı yapıldı. "İktidara yakınlık" Şafak'ın gazeteden gitme nedeni değil, gazeteye gelme nedenidir.

Yazıları okunmadı. Görüldü ki, çok satan kitaplar (!) yazmakla, gazetede yazmak aynı şey değilmiş.

Bilmem Doğan'cım hatırladın mı?

AKLIMDA KALAN

Gülmekten ölünecek bir durum: Fenerbahçe'nin yeni teknik direktörüne, eski bir futbolcu iletişim önerilerinde bulunmuş. "Takım gol atınca saha kenarında sevin" demiş, tarafta bunu görmek istermiş. Aziz Yıldırım da eski futbolcunun sözleriyle dalgasını geçmiş, "her gelene aynı şeyleri söylüyor." Gol atınca sevinmeyi abartı sayan Metin Oktay'dan geldiğimiz noktaya bakın. Gerçekten de, Türkiye'de iletişim yönetmekten anlaşılan durumun özeti "eski futbolcu örneği"dir. Bu ülkede herkes iletişim bilir, hiç kimse kendi yaptığı işi bilmez!