Bizim oğlan bunu hep yapıyor!

Bizim oğlan bunu hep yapıyor!

"Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur."

Bu sözü ne zaman duysam, aman ne anlamsız der geçerdim. "Bina okuma" fiili bana saçma gelirdi.

Sonradan öğrendim ki, "bina okumak" medrese eğitiminin ilk aşamalarından birine denk gelen bir ifadeymiş.

Yerinde saymak yani...

ABD'de Trump'ın, Fransa'da Le Pen'gillerin, Rusya'da Putin'in, Macaristan'da Orban'ın, Polonya'da Kaczynsky'nin gördüğü ilginin nedenini New York Times sayfalarındaki analizden öğrenmek de neyin nesi?

Ertuğrul Özkök öyle yapmış. Onun gibi bir sosyolog, onun gibi bir entelektüel öyle yapmış!

O ve ona benzemeye çalışanlar bunu hep yapıyor: "Batı"dan meşhur bir gazete yazarsa gerçek, yazmazsa gerçek değil.

Oysa Ertuğrul Özkök'ün entelektüel kapasitesi New York Times yazarlarına bin basacak düzeydedir. Sevseniz de sevmeseniz de öyledir.

(Türkiye'de NYT'den daha iyi gazete çıkaracak gazeteciler vardır. Her şeye rağmen.)

Buna rağmen, sen tut, yükselen siyasi söylemlerin nedeninin "yükselen belirsizlik" olduğunu NYT'yi kaynak göstererek açıkla.

Başkası yapsa bu kadar canım sıkılmaz. Özkök gibi bir entelektüel yapınca kızmak lazım.

Sosyolojik verileri gazetelerden takip etmek yeni türeyen köşe yazarlarında hoş durabilir, Özkök'te durmuyor.

"Özkök aklı", muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin yükselmesinin nedenlerini NYT'ye gerek kalmadan anlayabilir de, anlatabilir de.

Son 15 yılda çıkan ciddi sosyolojik/siyasal değerlendirmeler içeren kitapların çoğu zaten bu soruya yanıt veriyor.

Postmodernizm üzerine yazılan eserlerin neredeyse hepsi "belirsizliğin etkilerini" açıklayacak verilerle dolu.

Bu konudaki başyapıt ise elbette Zygmunt Bauman'ın "Siyaset Arayışı"dır. İlgilisine tavsiye edilir.

"Aşk Yüzyılı Bitti"de yoğun olarak üzerinde durduğum "belirsizlik", onun yanı sıra "güvensizlik", onun da yanı sıra "emniyetsizlik", onun da yanı sıra "bağsızlık" (ve dahası var) yeni yüzyılın yarattığı boşluklardır.

Bu boşlukları dolduran kazanır.

Postmodern okumaları yapıp okurun kafasındaki sorulara yanıt bulmaya çalışmak Özkök gibi bir entelektüele yakışır da, gazete haberlerinden cevap aramak yakışmaz.

Elbette, bizim gazetelerimizin içi hızla boşalırken, NYT gibi gazetelerin ciddi ciddi haber analizi yapıyor olmaları kıskanılacak bir durum.

Ama bizimkilerin de kendi analizlerini yapmak yerine dönüp dönüp NYT'gillerden yola çıkması da bizim hak ettiğimiz bir durum değil.

BAHTSIZ Kİ, NE BAHTSIZ...

Önce web sayfalarında Erdoğan'la Mursi'nin kaderini benzeştirecek bir haber yaptılar.

Tamamen özensizlikten kaynaklandığını düşünüyorum.

Sonra, İsa'nın son yemeğine ilişkin fotoğraf kullanmak isterken, Erdoğan'lı bir kolaj koydular!

Tamamen dikkatsizlikten kaynaklandığına inanıyorum.

Şimdi. Tam da Cumhurbaşkanı Erdoğan'la ilişkileri düzeltmek için var güçleriyle hamleler yaptıkları sırada.

İş ortakları Trump, ABD gerçeklerinden bihaber biçimde boşboğazlık yapıp Erdoğan'ın damarına basacak şekilde "Müslümanları ABD'ye sokmayacağız" demesin mi?

Aydın Doğan ve Grubu'nun bahtsızlığı hangi sözlerle açıklanır? Bana bir yazıverin.


BU NE AŞK YA...

Oyuncu Zafer Algöz, dostu Cem Yılmaz'ın filmlerini göklere çıkarıyor. Bunu yaparken de ölçüyü kaçırıyor.

Cem Yılmaz ve diğerleri arasındaki farkı anlatmak için, Yılmaz'ı Barselona futbol takımıyla eşliyor.

İnsanın kendisini göklere çıkaran dostlarının olması, hem en büyük serveti hem de kıskanılası bir durum kesinlikle.

Kuşkusuz ki Cem Yılmaz bir zamanlar Zafer Algöz'ün dediği gibiydi. Şahaneydi. Aşmıştı. Sihri vardı.

Ama o bir zamanlar;

Kendisini bu kadar tekrar etmeden önceydi.

Bu kadar ego şişmeden, şımarıklık yapmadan önceydi.

Çocuk yapmak için bile olsa yanlış bir kadınla, yanlış bir evlilik yapmadan önceydi.

Kendisini 3-5 kişilik bir çevreye mahkum edip, geri kalanla araya mesafe koymadan önceydi.

Pazarlamaya verdiği önemi filminin önüne geçirmesinden önceydi.

Kendisini izleyen insanların zekâsıyla bu kadar dalga geçen filmler yapmasından önceydi. (Onlar geri zekâlı olsa, Cem'i buralara getirecek kadar kıymetini bilebilirler miydi?)

AKLIMDA KALAN

Az bulunur bir adam: Zamanında çok yakışıklıydı. Halâ da öyle. Oynadığı diziler reyting rekorları kırardı. O günlerin Kerem Bürsin'i, Kıvanç Tatlıtuğ'u gibi bir şeydi. Yine de şımarmaz, muhabirlere dil falan çıkarmazdı. Mehmet Aslantuğ'dan söz ediyorum. Geçen gün. Kameralar önünde. Mikrofonlar ağzına sokulurken. Sakince ve tüm vakurluğuyla şöyle diyor: "Kıymet büyük bütçeli filmlerden geçmez. Kıymetli olan şey şatafatlı gösterilerden geçmez. Kıymet bazen içeriktedir çok anlaşılmasa da. Kıymet bazen başka yerlerde saklıdır." Aslantuğ'u dinlerken kalitenin eksikliğini, kaliteyi görünce daha bir hissettiğimizi fark ettim.