''Beni Öldürecek!'' diye bağırıyor kadın!

''Beni Öldürecek!'' diye bağırıyor kadın!

Ölüm pornosunun tadını çıkaran medyamızda şöyle bir haber formatı var, uzun süredir:

-"Beni öldürecek" diyordu, öldürüldü-

 Haber, gördüğü şiddet sonucunda uzaklaştırma alan kocadan korkan kadın üzerine.

Ya da.

"Öldürüleceğini biliyordu" manşetleri sıradanlaştı artık.

Medyanın anahtar deliğinden soluk soluğa izler olduk, kurbanların her defasında öldürüleceğini bile bile.

Medya haber yapıyor. Biz izliyoruz. Devlet görüyor. Yine de hemen her defasında kadınlar, "beni öldürecek" diye bağıra bağıra ölüyorlar.

Dizi olsa, film olsa birileri kadını son anda kurtarır. En azından öyle bir olasılık var.

Gerçekte ise, kurtuluş yok.

Kocasından şiddet gören Elif'in "iyi hal indirimi uygulanırsa bana çok az ömür biçilmiş olacak" sözünü geçen gün yazmıştım.

Korkulan oldu, Elif'in kocasına iyi halden ceza indirimi uygulandı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, devletin görevlerini sıralarken "can, mal, nesil güvenliği" demiş ya.

Siyaset biliminde devletin tek görevi vardır, o da zaten "devlet" yapısının ortaya çıkmasının nedenidir: Can güvenliğini sağlamak.

Çünkü, can güvenliği diğer tüm güvenlik alanlarını kapsar ve öncülüdür.

Öyleyse, Elif'in anne olup olmamasından, üç çocuk doğurup doğurmamasını mesele etmekten daha önemli bir görevi var devletin:

Elif'lerin can güvenliğini sağlamak. Yaşama hakkını korumak.

MHP KAYNARKEN, CHP'YE BAKALIM

Hemen herkes, CHP'nin seçmenle iletişimde sorunu olduğuna inanır. İşin aslı, seçmenle değil yerel yönetimleriyle, teşkilatıyla iletişiminde sorun olduğudur.

Afyon'un Sultandağı Yeşilçiftlik İlçesi vardır. Adı gibi yemyeşil. Efsane bir belediye başkanı vardı: Zekeriya Ölmez.

CHP çoğu yerde kaybederken, Yeşilçiftlik'te üç kez kazanmıştı onunla.

Tanıştığımızda 2010 baharıydı. Kocatepe Üniversitesi'nde bir konferans sonrası makamına uğramıştım.

Öyle böyle değil, gerçek bir solcuydu. Çocuklarının adı bile Devrim ve Deniz'di.

Yeşilçiftlik'teki cemaat yapılanmasına karşı verdiği mücadele nedeniyle başına gelmeyen kalmamıştı. Gazetelere ve mahkemelere düşmüştü.

"CHP Genel Merkezi'nden bir tek arayan olmadı hocam" demişti. Bu öyle ağırına gidiyordu ki Zekeriya Başkanın, sesi titriyordu.

"Hangi partiye gidersem kazanırım, ama gitmeyeceğim. Bu kimsesizliğe rağmen bu partinin kapısını bekleyeceğim" demişti.

28 Nisan 2010'da nuranyildiz.com'da, "Orada Yeşilçiftlik var uzakta" demiştim.

Zekeriya Başkan belediyesinin borçlarını kapatmak için makam otosunu satmış, kendi arabasını kullanır olmuştu.

Çoğu zaman bisikletiyle denetime çıktığından "bisikletli başkan" diyorlardı ona.

O Zekeriya Başkan iki yıl önce, trafik kazasında öldü. Üstelik kendi eski arabasının hava yastıkları açılmadığı için kafasını direksiyona çarparak.

Cenazesine CHP Genel Merkezi'nden hiç kimse gitmedi.

Beylikdüzü'nün CHP'li Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun seçim başarısını anlatan "Benim Sevgili Başkanım" kitabına bakarken hatırladım Zekeriya Başkanı.

Bir de diyorsunuz ki, CHP'nin seçmenle iletişimi kötü. Kendisiyle iyi mi sanki!!!

ŞİMDİ BENİM DURUMUM NE OLACAK?

Ne zamandır, "içimde bir eksiklik var" deyip duruyordum.

"Üç önemli kitap yazmışım, dördüncüyü bitiremiyorum belki ondandır" diyordum.

"Arkamdan tazı kovalar gibi, bir oraya bir buraya yetişmeye çalışmaktan unuttuklarım oluyor ondandır" diyordum.

Anne ve babayla ilgilen (hastane işleri dahil), üniversitelerdeki derslere yetiş, merkez müdürlüğü yap, tez oku, doçentlik, doktora jürilerine gir, bilimsel konferanslar ver, CSA'nın yönlendirdiği konuşmalara yetiş, iletişim projelerini hayata geçir, sorun çıkınca devrede olduğun danışmanlıkları yap, köşe yazısı yaz.

Kendin için doktora gitme zamanı bulama. En son sinemaya gittiğin tarihi hatırlama. Kuaförde zaman geçirenlere imren. Duşta 10 dakika kalmak gibi bir hayal kur. En büyük lüksün kanepeye uzanıp boş boş tavanı seyretmek olsun ama bunu bile yapama.

Üstüne bir de "kendimi neden eksik hissediyorum" diye debelenip dururken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan cevap gelsin:

"Çalışıyorum diye kendini annelikten imtina eden kadın eksiktir, yarımdır."

Bu cevabı alınca, aklıma şu sorular takıldı;

Bir, çocuk olsun da nasıl olursa olsun deyip doğru adamı beklemek yerine ilk teklif edenden yapsa mıydım?

İki, annelik birincilse, neden sperm bankaları yasak?

Üç, "babasına hayır, çocuğuna evet" kampanyası acaba nasıl olur?

Dört, bu tempoda çalışan, çocukları başkalarınca büyütülen anne ideal anne midir? Değilse yaptığım işlerin hangisini bırakmalıyım?

SORMAZSAM OLMAZ

Madem bu köşenin medya mahallesinde ciddi bir okunurluğu var. O zaman dizi âleminin yapım ekibine bir sorum olacak:

Hadi dizilerdeki oğlan çocuklarının baklavalarını endam ettirmek için onları her fırsatta soyup, kas yığınından başka bir şey olmadıklarını gözlere sokuyorsunuz. Anladık.

Peki, kadın oyuncuları neden soytarılar gibi giydirip komik duruma düşürüyorsunuz?

ERDOĞAN AKTAŞ'DAN DOĞRU KARAR

Her iş liyakati olanlarca yapılsın. Bunu bilir, bunu söylerim.

Erdoğan Aktaş'ın yönetimindeki CNN Türk'te, pazarlama müdürü görevden alınmış.

Üzüldüm diyemem.

Medyaya geçtiği özgeçmişinde "focus oldu" gibi ifadeler yer alan birine nasıl bu kadar büyük marka edilmişti, asıl ona şaşırdım.

Orası İstanbul ise oluyor böyle.

AKLIMDA KALAN

Almanya'nın kararıyla, elçiliklerimizin işlevi : Aklımda sıralanan cümleler şöyle; Bir, oylamaya katılmayan milletvekilleri, katılıp "evet" de deseler "hayır" da deseler daha karakterli bir duruş sergilemiş olurlardı. İki, hem Almanya'nın en yoğun göçmen nüfusuna sahip ol, hem de politikasında Türkiye'nin hiç hükmü olmasın. Belki bu karar, büyükelçiliklerimizin işlevini masaya yatırma sonucu doğurmaya yarar.