Ben ne yaptım, onlar ne söyledi?

Ben ne yaptım, onlar ne söyledi?

Hepimiz farklı yeteneklere sahibiz.

Kimi ticaretten anlar, kimi sanattan, kimi bilimden…

Ben, garip bir biçimde ticaretten anlıyorum.

Fakat nasıl söylesem, bu alanda cidden yetenekliyim.

Gelgelelim, ruhum başka şey istiyordu: Okumak, yazmak, entelektüel bir çaba göstermek… Gazeteciliğe imreniyordum.

Ben kitaplara yöneldikçe, para beni başka yöne çekip sürüklüyordu.

Çok erken yaşlarda, büyük işadamlarından hayal dahi edemeyeceğim ortaklık teklifleri aldım.

Hiçbir zaman ev geçindirme endişesi taşımadım.

Zengin olma hayalleri de kurmuyordum. Çünkü zenginliğe varan yolu görüyordum.

Tanıdıklarım, hakkımda “Yolda yürüse para bulur” diyorlardı.

İyi de, ben para bulmak istemiyordum ki?!

Bernard Shaw “Tanrı parayı hiç sevmez. İnanmazsanız, parayı kimlere verdiğine bakın” demiş.

Haksız sayılmaz.

Nihayet, ticari işlerden büyük çabalar sonunda kurtuldum.

Nihayet zengin olmaktan kurtuldum ve gazeteciliğe adım attım.

14 yıl çeşitli gazete ve dergilerde yöneticilik yaptıktan sonra, 2007’de Star ve 24 TV’de icra kurul başkan yardımcısı olarak işe başladım.

İyi bir işti. İyi maaş alıyordum. Keyfim yerindeydi. Bir medya grubunun ikinci adamıydım. İlk yıl işler istediğimiz gibi gidiyordu. Allah rahmet eylesin Hasan Doğan’ın varlığı, işleri sağlıklı yürütmemiz için önemli bir dayanaktı.

Hasan Doğan vefat edince tablo değişmeye başladı. Artık çalışamaz olduk. Hiçbir atılım yapamıyor, ciddi hiçbir uğraş içine giremiyorduk. Grup, günden güne eriyordu.

Bir gün bunun böyle yürümeyeceğini düşünerek o zaman benden yetkili olan arkadaşa: “Zamanı böyle harcayamayız. İş yapmamız gerek. Yeni TV’ler, yeni gazeteler kurmalıyız. İmkanlarımız yeterli. Paraya da ihtiyaç yok. Gerekli tüm altyapıya sahibiz. Sadece cesaret ve karara ihtiyacımız var. Gel, bu işlere bir ivme kazandıralım” dediğimde bana “Yapma Levent medyada en iyi maaşı alan ilk 10 kişiden birisin. Nedir senin derdin. Lütfen patrondan daha fazla patronculuk taslama, bundan nefret ediyorum” dedi.

“Benim amacım para kazanmak olsaydı, ticarete devam ederdim. Niye bu medyatik başarısızlığa ortak olayım ki?” deyip ayrılma kararı verdim.

Ayrıldığımda, kalan arkadaşları töhmet altında bırakmayayım diye de “Dil öğrenimi için Londra’ya gidiyorum” gerekçesini öne sürdüm. Gerçekten de Londra’da 3 ay kaldım.

Gelin görün ki, arkadaşlarım “Levent niçin istifa etti?” diye soranlara, hiç utanmadan “Şirketin mahrem bilgilerini Ahmet Hakan’a veriyordu o yüzden gönderdik” diyerek beni itibarsızlaştırma operasyonuna başladılar!

Londra’dan döndüğümün ikinci haftası bir arkadaşım aracılığıyla, TMSF’nin yönetimindeki Cine5 medya grup başkanlığı teklifi geldi.

Hiç tereddütsüz kabul ettim. Ne maaş konuştum ne de şartları. TMSF başkanı Şakir Ercan Gül’le yaptığım 5 dakikalık görüşmede atamam yapıldı ve ertesi gün işe başladım.

Şirkete gittiğimde tam batık bir tablo ile karşılaştım. Ne yazık ki bu tablodan TMSF’nin yeni yönetiminin de haberi yoktu.

Grubun toplam geliri 400 bin TL’yken aylık gideri 2 milyon TL civarındaydı.

Yaklaşık 100 civarında fazladan personel yerleştirilmişti.

Piyasada bildiğiniz her bürokrat, her etkin gazeteci bir arkadaşını, bir yakınını gruba yerleştirmişti.

TMSF başkanı Şakir Bey’e durumu anlattım ve yapacaklarımın müsaadesini de aldım.

Fazla personeli çıkardım. Cine5’teki birçok ‘torpilli’ programı sonlandırdım. Gider kalemlerindeki gereksiz maddeleri birer birer azalttım ve kısa sürede aradaki fark ciddi oranda kapandı.

Ama daha işe başladığımın ikinci haftasındayken, ayırmak zorunda olduğumuz bazı eski çalışanların etkili yerlerdeki ‘dayı’larının sesleri gelmeye başladı.

Reklam bütçesi yüksek olan önemli bir kurumun başındaki bürokrat haber gönderdi: “Levent’e söyleyin falanca kişiyi geri alsın yoksa hem kendi hem de Şakir’in başını yakmasın!”

Bu ‘önemli’ ve ‘etkili’ bürokratımıza şu cevabı gönderdim. “Söyleyin ona, programa sponsor olsun ben de başlatayım.”

Daha o gün suyumun ısındığını anladım.

Araya arkadaşlarım girdi. “Yapma etme bu bürokratı karşına alma” telkinlerinin hiç birini dinlemedim.

Çünkü tavize inanmıyorum.

Ve hakikaten de o bürokratın dediği gibi kendi başımı yakmıştım.

Aleyhime kazan kaynamaya başlamıştı. Birdenbire “Cine5’i yöneten AK Parti düşmanı” olmuş çıkmıştım.

Bir de “Buranın geliri size bu yüksek maaşları ödemeye yetmiyor. Programın formatını değiştireyim, maaşlarınızı piyasa şartlarına çekeyim siz de programınıza devam edin” dediğim arkadaşlar var.

Bana şu cevabı verdiler: “Ben 20 yıldır bu yazıları bu maaşları alayım, Şakir Ercan o koltukta rahat otursun diye yazıyorum!”

15 yıldır tanığım bu kişiler, Cine5’ten uzaklaştırılmam için özel çaba harcıyorlardı.

Beş ay sonra Cine5’te çalışamaz duruma gelmiştim.

Şakir Ercan Gül’ün “Seni takdir ediyorum ama artık koruyamıyorum, kusura bakma” cümlesi üzerine istifa etmek zorunda kaldım.

Hayatımın en önemli ideali olan medyada bir şeyler yapma çabam böylelikle son buldu. Artık herhangi bir kurumda çalışamayacağımı anlamıştım.

Daha önce Star grubundan ayrılırken hobi olarak denediğim yazarlık serüvenime geri dönmeye karar verdim.

Tamam, nefret ettiğim ticarete geri dönecektim ama en azında bir şeyler yazarak medyayla olan irtibatımı koruyabilirdim.

Yazılar beni hem diri tutuyor, hem de entelektüel çabalarıma bir yön veriyordu.

Hiçbir kişisel kin, kişisel öfke beslemeden, taşıdığım endişelere, gördüğüm yanlışlara dikkat çektim. Hiç bir zaman AK Parti’ye bir muarız psikolojisiyle yaklaşmadım.

Konuyla ilgili yazılarımın özeti şuydu: “AK Parti çok iyi işler yaptı. Ama daha iyisini yapabilirdi.”

***

Peki durup dururken 4-5 yıl önce yaşadığım bu olayları niçin yazdım?

Buradan bir itibar mı devşirme peşindeyim?

Tabii ki hayır.

Eleştirilerime cevap veremeyen arkadaşlar; utanmadan sıkılmadan aleyhime konuşmaktan, iftira atmaktan bir gün bile geri durmadılar.

“Bu iki kurumda da ciddi yolsuzluklar yaptığı için kovuldu” iftirasını en küçük utanma belirtisi göstermeden sürdürdüler.

Bu iftiralara bile gerektiği ölçüde sesimi çıkarmadım.

“Ben bunca iftirayla baş edemem ki” diyerek bir anlamda sessizliğe büründüm.

Fakat bu Gezi olaylarından sonra işi farklı boyutlara taşıdılar.

AK Parti düşmanlığı yaptığımı, karşı mahalleye yaranmaya çalıştığımı, hükümete dolayısıyla dindarlara kurulan tuzaklara destek verdiğimi, geçmişimi inkar ettiğimi söyleyerek akıl almaz insafsızlıklara başvurdular.

Şimdi size sorayım:

“Çalışmamız gerek. Bir TV, bir gazete daha kurabiliriz” dediğimde, “Medyada en iyi maaşı alan ilk on’dayız, al maaşını otur” diyen arkadaş AK Parti’nin iyiliğini istiyor, ben kötülüğünü istiyorum öyle mi?

“Ben 20 yıldır yazıları o bürokratlar orada otursun ben de bu maaşları alayım diye yazıyorum” diyen arkadaş AK Parti lehine çalışıyor, ben de aleyhine öyle mi?

“Esaslı TV’ler kurmamız gerek. Yüzümüzü ak edecek gazeteler yapalım, şık projelere imza atalım” dediğim için 20 yıllık mesleğimden istifa etmek zorunda kalan ben AK Parti’ye karşı duruyorum da…

Kendisine “Al, burada iyi işler çıkar” denilerek emanet edilen gazeteye sektör dışından ‘iş ilişkisi’ olan hanımefendiyi yazar yapma pervasızlığını gösteren arkadaş AK Parti için çalışıyor öyle mi?

Ben “Burası TMSF’nin kontrolünde. Her olumsuzluk hükümet aleyhine yazılır. Burayı düzeltelim, hiçbir açık bırakmayalım” diyerek AK Parti düşmanlığı yaptım ama “O attığın adamı geri almazsan hem kendi başını hem de Şakir’in başını yakarsın” diyen bürokrat AK Parti’nin iyiliğini istedi, öyle mi?

Daha fazlasını, ayrıntılısını yazmaya ne ahlakım ne de kişiliğim müsaade ediyor.

Yoksa bu arkadaşların bırakın AK Parti’nin işine yarayacak işler yapması toplumun içine çıkacak yüzleri bile yok.

Efendiliğimizi korkaklık olarak algılıyorlar.

Canımı sıkan bu.

En çok üzüldüğüm ise 20 yıl arkadaşlık yaptığım insanların dürüstlüğü, adaleti, insanlığı, başkasına saygıyı, efendiliği komple kaybetmiş olmalarıdır.

Not: Yazılarımı Başbakan Erdoğan önüne taşıyan postacı arkadaşlar, lütfen bu yazımı da götürür müsünüz? Twitter.com/acikcenk 

Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın