Bir iletişimcinin yapmaması gereken bir hata yaptım. Onca yıl. Ana akımdan eleştirel kurama binlerce iletişim üzerine metin oku, okyanusları aş, sonra git su birikintisinde boğul durumu.
Olacak iş mi? Oldu. Kendime kızdım. Çok.
Polemikle analizi, polemikçiyle gazeteciyi karıştırdım. Affedilecek hata değil.
Bu nedenle. Ahmet Kekeç'in hakkımda yazdığı yazıya yanıt bekleyenler kusura bakmasın. Yanıt vermeyeceğim. Futbol ifadesiyle, o topa girmeyeceğim.
Yavuz Bingöl'le ilgili yazdığım yazıya Kekeç'ce verilen cevabı okuyunca, sandım ki yazdığımı anlamamış.
Oysa polemik denen şeyin yazılanla/söylenenle ya da yanlış anlamayla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Polemik masum bir ifade değildir. Gerçeği deforme edip, söyleneni yamultarak ortamı labarbaya boğma işidir.
Polemik, gerçekle ilişkisizdir, gerçeğin sadece bir kısmını alıp gösteri malzemesi yapmaktır. Bir tür "Show business" yani.
Son yıllarda, ülkemizde medyada var olmanın en önemli yöntemlerinden biri polemik, köşe yazarlarının niteliği ise polemikçilik oldu.
Kendi köşe yazarı, televizyoncu listenizi çıkarın mesela. Birinin başka birini tırmalamadığı isim bulmakta zorlanırsınız.
Ve. Ben de. Bu işleyişi unutup, Kekeç'in anlamadığı için beni eleştirdiği, anlasa zaten benim gibi düşüneceği saf düşüncesine kapılıp, açıklayıcı bir yazı yazdım. Sonra o yeniden cevap verdi.
Oysa. Onun ilk yazısına cevap vermek yerine kenara itmeliydim. Hata yaptım. Kendi eleştirdiğim işleyişe malzeme vermiş oldum.
Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya. Öyle. Foucault bu ifadeye güzel açıklık getirir: Bir kişi aynı anda kendisinin hem öznesi hem de nesnesi olamaz.
Konuyu. İlgili yazıları takip eden okurların anlayışına bırakmak en iyisi.
Sadece. Merakım. Ülkede kendisi için onca önemli mesele (cemaat operasyonu, 17-25 Aralık, CHP'nin aczi vs.) varken. Neden benim yazdıklarımı cevap verecek kadar ciddiye aldığı. Boş verip gitmeliydi bence. Kendisiyle karşılaştığım ilk fırsatta bunu sormam lazım.
SEN GİT...
Hükümetle cemaat keskin kılıçlarla savaşırken. Birbirleri için demediklerini bırakmazlarken. Kirli çamaşırlar oradan oraya savrulurken.
Bunları oya tahvil etmek yerine.
Sen git, Hülya Avşar'la çene yarıştır.
Sen git, CHP milletvekillerini disipline sevk yoluyla partiden uzaklaştır. Parti karmaşasına durmadan kepçe at.
Sonra. "Bu adamlar hırsız, sen yine gidip ona oy veriyorsun" diye seçmeni fırçala.
CHP'de son noktayı, bir siyasetçi değil, Hülya Avşar koymuştur. Bitti.
BİR FİNO OLARAK TÜKETİCİ
Geçen hafta sonu İstanbul'da reklam ajansı seçecek bir kurumun birkaç sunumuna katıldım.
Kesinlikle karar verdim ki, reklam ajansları ve halkla ilişkiler şirketleri derin bir kriz içinde.
Asıl şaşırtıcı olan. Kurumu, ürünü anlamadıkları açıkça belli olan işleri müthiş bir özgüvenle sunmaları. İçi boş özgüvene tahammül gerçekten zor.
Mesela. Akbank'ın Axess kredi kartı için yaptığı reklamlara baktınız mı? Köpeklerle kredi kartı kullanıcılarını özdeşleştiriyor!
Reklam, "tüketici kraldır" sistemine alışkın kişiye, "bir köpek bile tüketiciden akıllıdır" tokadı atıyor.
Köpek severler bunu sorun yapmayabilir ama bence kredi kartı sahiplerini aşağılayan bir reklam.
Aslında reklam ajanslarını da pek suçlamamak gerek. "Pardon, bu olmamış" diyebilecek reklam verenler yoksa, ajanslar ne yapsın?
AKLIMDA KALAN
Hülya Avşar'la bir sohbet: Kılıçdaroğlu münasebetiyle söz/gündem Hülya Avşar'a gelince. Hatırladım. Kendisi tarafından görkemden uzak, sade ve otantik evine kahveye davet edilmiştim. Kaya-Feraye aşkı tam yol ilerlediği sıralardı. Aldatılmış her kadının cam kırıklarıyla dolu kalbini taşıyordu halâ. Konuğuna gösterdiği müthiş özen hayranlığımı uyandırmıştı. Onun bir şey almaya gittiği bir ara, şimdi ismini hatırlamadığım bir kitapta Kaya Çilingiroğlu ile ilgili satırları okuyuvermiştim. Avşar geldiğinde ona kitabı göstererek "Bir şey söylemem gerekir ki, Kaya-Feraye aşkı kesinlikle bitecek, bundan emin ol" dedim. Nasıl bu kadar emin olduğumu sorduğunda, "Baksana şu satırlara, adamın tüm yaşamı yarım bırakmışlıklar üzerine kurulu. Eğitimi dahil, hiçbir şeyi tamamlamamış." Avşar tüm kalbiyle söylediklerime inanmak istiyor ama şüpheyle bakıyordu. Ya gerçekleşmeyecek bir yalanı daha duyuyorsa kulakları? Aradan zaman geçti Kaya, Feraye'den ayrıldı. Zekasından hiç şüphe duymadığım Hülya Avşar'a ve beni Kassandra'ya benzeten Adnan Berk Okan'a sevgi ve selamlarımla.