Baştan çıkarma üzerine...

Baştan çıkarma üzerine...

Başlık, Baudrillard'ın kitabının adı. Baştan belirtmem lazım kitap, "birini yatağa nasıl atarım" üzerine değil.

Baudrillard okuyanlar bilir, "yedi derste birini nasıl elde edersiniz" yazıları yazan kişisel gelişimci değildir kendisi, zihinsel gelişimcidir.

"Baştan Çıkarma Üzerine", insanla sistem arasındaki çelişkileri ve bireyin bu çelişkileri görmezden gelmesini sağlayan baştan çıkarıcı kapitalist dili anlatır.

Okursanız mutsuzlaşırsınız. Sistemin, kendi ürettiği ürünlerin tüketicisi olması için bireyi nasıl salaklaştırdığı örneklerle anlatılır.

Şimdi "Bu kitap da nereden çıktı" diyeceksiniz.

Geçen gün. Eski gazeteci Şamil Tayyar'la, Mehmet Baransu arasındaki Twitter atışmasını okurken aklıma geldi.

Twitter çıkalı, karakterler çırılçıplak ortada dolaşıyor nitekim.

Tayyar ben gazetecilik okurken, Milliyet'in İzmir Caddesi'ndeki küçücük bürosunda gazetecilik yapardı.

Okumayı Abdi İpekçi'nin Milliyet'inin başlıklarından sökmüş ben, Şamil'in o gazetedeki masasına, daktilosuna imrenirdim. Allah beni korumuş da Şamil'in şimdiki haline benzememişim.

Eskiden gazete büroları küçücük, gazetecilik kocamandı. Şimdi. Bürolar at koşturacak kadar büyük, gazetecilik küçük.

Atışmalar sırasında belden aşağı inilmiş. Tayyar, Baransu'ya "Karına sahip çık" demiş.

Hadi diyelim ki, milletvekili olmada kriter yok, peki Abdi İpekçi ocağında yetişmiş bir gazeteciye yakışır mı bu?

Ne çirkin. Ne ayıp. Bekledim. Kınayacak kimse çıkmadı.

Baransu bu cümleyi elbette önemsememiştir. Elbette canını yakmak için söylenmiş bir ifade olduğunun farkındadır.

Fakat... Ne var ki... Tam da böylesi durumlar için. Baudrillard, karşısındakinin kafa karıştırmada ne kadar hin, ne kadar becerikli olduğunu anlatmak için bir öyküye yer verir kitabında.

Bir çocuk bir cine gider. İsteğini gerçekleştirmesini ister. Cin ona şöyle bir cümle kurar:

"Tamam isteğini yerine getireceğim. Ama bir şartım var. Bu saatten itibaren asla tilkinin kızıl kuyruğunu düşünmeyeceksin."

Tilki? Kızıl kuyruk? Ne saçma ve ne alâka? Neden düşünsün ki? "Tamam" der bizimki, "düşünmeyeceğim."

Ve fakat. O andan itibaren tilkinin kızıl kuyruğunu düşünmeden bir an bile geçiremez olur. Aklına takılmıştır bir kere.

Yeniden söylüyorum, bir gazetecilik hocası olarak: Eski gazeteci Tayyar'ın yaptığı kabul edilebilir bir şey değildir. Ayıptır. Çok ayıp.


İKİ PARTİ, İKİ YANLIŞ BAKIŞ AÇISI

Birisi iktidar partisi. Diğeri ana muhalefet.

İkisi de cumhurbaşkanı adaylık sürecini, medyanın abuk analizcilerinin suyundan giderek iki temel yanlış üzerine kurdular.

Hadi diyelim Erdoğan'ın bu popülaritesine rağmen halkın seçtiği seçimde yerine başkasını önermesi hata olurdu.

Ne var ki geleceğe dair çıkarımları hatalı. Fehmi Koru ve Abdülkadir Selvi gibi iki zeki adam bile o hatalı analizlerin hem parçası hem de sözcüsü nasıl olabiliyorlar anlamış değilim.

10 Ağustos'ta. Büyük olasılıkla Erdoğan ilk turda cumhurbaşkanı olacak.

Ve fakat. Bugünden yazayım. Erdoğan'ın ve Kılıçdaroğlu'nun ekibinin öngörüleri çuvallayacak.

Erdoğan'ın ekibinin kafasında olan ve Fehmi Koru ve Abdülkadir Selvi tarafından dillendirilen tasarım şöyle: Parti yönetimi ve Hükümet Erdoğan'ın ekibinden oluşursa DYP'nin, ANAP'ın başına gelenler yaşanmayacak.

Bu analizlerini iki temel kritere dayandırıyorlar;

Birincisi, Özal da, Demirel de güç yitiren partilerden çıkarak cumhurbaşkanı oldular, Erdoğan aksine gücünü giderek artıran partiden aday.

İkinci kriter, Özal'ın da, Demirel'in de yerlerine gösterdikleri adaylar başarılı olamadı, istemedikleri kişiler seçildi. Erdoğan için bu söz konusu değil.

Bu arkadaşlar iki şeyi atlıyorlar;

Birincisi, Erdoğan başında olduğu partinin kendisidir. Harcıdır. O yoksa partisi kum yığınına dönme potansiyeline sahiptir.

İkincisi, iktidar denen arı, öyle kağıt üstünde durduğu gibi durmaz, koltuğa oturanı sokar. Elinde idare etme yetkisi olan biri başkası tarafından idare edilebilir mi? Tarihte örneği yok, en azından uzun ömürlü örneği yok.

Kılıçdaroğlu'nun ekibine gelince; onlar için analize gerek var mı emin değilim.

Sadece kendi okurum bir kenara koysun diye yazayım. Televizyon yöneticisi bir dostumun sık kullandığı, sevdiğim bir söz var: "Yağmur nerdeyse tarlayı oraya taşı."

CHP'nin İhsanoğlu durumu budur. Türkiye'nin muhafazakârlaştığı tezinden hareket ettiler. Muhafazakâr aday buldular.

Türkiye muhafazakârlaşmış falan değil. Yönetici bir kesimin muhafazakâr uygulamaları toplumu da muhafazakâr yapmaz.

Hilekârları muhafazakârmış gibi davranmaya sevk eder. Zaten muhafazakâr olanları da görünür kılar.

Muhafazakârlaşmanın (muhafazakar olmayanların dönüşmesi) toplumun katmanlarına nüfuz etmesi öyle 10-15 yılda olmaz. En azından şimdilik olmaz.

Eğer CHP ekibinin dediği gibi olsaydı, CHP Mustafa Kemal'den kaçarken, Erdoğan Mustafa Kemal'e sarılmazdı.

AKLIMDA KALAN

İçeri bakmakla dışarı bakmak: Verandada iki arkadaş oturuyoruz. Arkadaşımın sandalyesinin yönü bahçeye dönük. Önünde yemyeşil açık bir alan var. Kahvaltısını yaparken gözü, yeşil alanda gezinti yapıyor. Benim yönüm evin kapısına dönük. İçerdeki koltuk ve televizyonu görüyorum. Daha kahvaltıyı hazırlarken onun dış görünümüne daha önem verdiği benimse vermediğim üzerine konuşmuştuk. "Sen başkalarının sana bakışına önem veriyorsun, ben vermiyorum" demiştim. Çünkü o, her an bir etkinliğe katılabilecek bir kıyafetle inmişti odadan, ben ise pijamayla dolaşıyordum. Bir gün önce, ona okuduğum kitaptan söz etmiştim. Claude Levi-Strauss "Hepimiz Yamyamız" kitabında, kültürlerin içe ya da dışa dönüklüğünün ipuçlarını soğan doğrama şeklinden anlaşılabileceğini söylüyordu. Bazı kültürlerde bıçak içeri doğru çekilir, bazılarında dışarı doğru. Bence otururken seçtiğimiz sandalye ve vücudumuzun yönü de karakterlerimizin es geçilemeyecek ipuçlarını veriyor; "Herkesi göreyim, herkes de beni görsün." "Kimse umurumda değil, kimsenin de umurunda olmayayım" vs.