Basılan kitap, basılmayan dergi ve bir anı

Basılan kitap, basılmayan dergi ve bir anı

Ergenekon'dan tutuklu Ahmat Şık'ın henüz yayınlanmamış 'İmamın Ordusu' adlı kitabı için sağa sola baskınlar yapıldığını görünce, aklıma ilginizi çekebilecek bir anım geldi.

Anıya geçmeden önce, baskınlarla ilgili bir kaç sözüm var.

Kitabın adından hareket edecek olursak sığ,  provokatif, ucuz bir metinle karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Kimsenin bu adla piyasaya çıkacak bir kitaba kıymet verip ciddiye alacağını sanmıyorum.  Odatv’de kümelenen zümreden başkasının ilgisini çekmeyeceğini kestirebiliyorum.

Hal böyleyken, niçin daha basılmamış kitabın peşine can havliyle düşülüyor?  Bu fantastik baskınlar niçin yapılıyor? Gerçekten tuhaf. İzaha muhtaç bir durum.

Görünen o ki Fetullah Gülen hocayı kendi akıllarınca korumaya çalışan bir grup var. Ve bu grup iyice kontrolden çıktı.

Şimdi anıma gelelim.

Yıl 2000. 28 Şubat psikolojisinin zirvede olduğu günlerdeyiz. Her tarafta, herkeste büyük bir dağınıklık var.  İster kamuda çalışıyor olsun, ister özel sektörde, muhafazakar gazetelerin okurlarının fişlenmemek için, ekmeğinden olmamak için birer birer aboneliklerini iptal ettirdikleri günlerdeyiz.

3-5 genç arkadaş bir araya geldik, haftalık bir dergi çıkarmaya karar verdik. Bütün illerden gelen temsilcilerin de heyecanlı desteğiyle “vira bismillah” diyerek yola koyulduk.

Ben de bu arada gezdiğim bazı ülkelerden örnek dergiler, prototipler getirmişim.  Bunlardan aldığımız ilhamla, dergiyi,  48 sayfa tabloid boy yapmayı planlıyoruz. Fakat bu evsafta bir dergiyi bizim bütçemize uygun şekilde bir tek Zaman gazetesi basabiliyor. Doğan grubu matbaaları olağanüstü rakamlar istediğinden, oraya gitmemiz mümkün değil.

Ya 48 sayfa yapıp Zaman gazetesi tesislerinde bastıracağız veyahut daha az sayfa olacak, başka matbaada bastıracağız. Zaman gazetesi yetkilileriyle konuştuk.  Her konuda mutabıkız. Dergiyi ‘mahallenin yüz akı’ Zaman'ın pırıl pırıl yeni makinalarında basacağız. Bütün hazırlıklar tamam. Temsilci arkadaşlar 50 bin abone yapmış. Büyük bir heyecanla derginin basılıp onlara gönderilmesini bekliyorlar.

Çünkü Türkiye'de ilk defa haftalık bir dergi abone sistemiyle çıkacak. Bu nedenle ciddi bir tiraj garantisi  var.

Bir kaç prova yaptık. Geldik son provaya. Biliyorsunuz, son prova ilan edilen çıkış gününden 3-5 gün önce yapılıyor.

Neyse, son prova sayfalarını matbaaya gönderdik. Heyecanla baskı saatini bekliyoruz. Bir telefon geldi: Dergi basılmıyor.

Niye? Çünkü dergi içerisinde Fetullah Gülen hocaya bir "hakaret"  var.

"Allah Allah, nasıl olur? Bu prova dergi. Piyasaya dağıtılmayacak ki? Kaldıki sadece 300-500 adet basılıyor"  dedik. "Olsun, fark etmez. Bu dergiyi artık biz basamayız" dediler.

"Hakaret" dedikleri ise bugün dindarlığından, samimiyetinden, ahlakından, içtenliğinden kimsenin şüphe etmeyeceği bir yazar arkadaşın çok öncelerden bir yerlerde yayınlanmış bir yazısı. Yazıda Fetullah Gülen hocaya hitaben "Samanyolu TV’den sorumlu hoca efendiye bir uyarım var. STV’nin İsrail haberlerini verme tarzını görüyor mu? Lütfen müdahale etsin, bu tür yayınlar bize yakışmıyor" mealinde birşeyler söyleniyor.

Bu eleştiriyi "hakaret" kabul ettiler ve bize olan "güvenlerini" kaybettiler.

Ve bize son karar iletildi: "Dergi artık bu tesislerde basılmayacak"

Düşünsenize, bütün hazırlık, bütün altyapı o evsafa göre hazırlanmış. Derginin çıkışına sadece birkaç gün var. Ve biz matbaasız kalıyoruz...

Kalktım Zaman gazetesine gittim. O zaman yayın yönetmeni olarak Mahmut Çebi vardı.

Durumu anlattım. “Mahmut abi, bu bir prova baskı. Bize yardımcı ol, bu dergiyi basalım.”

Allah selamet versin Mahmut Çebi: “Bana yarına kadar müsaade et, ben bir çözüm yolu arayayım, sana haber vereceğim” deyip beni gönderdi.

Biz tabi büyük endişeyle dergi binasında bekliyoruz.

Ertesi gün Mahmut Çebi’nin yanına gittim. Dedi ki: "Bak, sana kefil oldum. Bundan sonra bu tür yazılar çıkmayacağına bana söz ve garanti vereceksin. Eğer bir tek benzer yazı çıkarsa dergi bir daha basılmaz, ona göre kararını şimdi ver”

El mahkum. 3 gün sonra 50 bin kişi dergi bekliyor.

“Tamam Mahmut abi, asla böyle eleştiriler olmayacak” diyerek orayı terk ettim.

Geldim dergi merkezine, herkeste büyük bir merak var. Verdiğim taahhüdü anlatınca ilk espri patladı:

"28 Şubat despotlarına karşı dik duralım diye dergi çıkarıyoruz ama daha çıkmadan eğdiler bizi."

Sonrasında derginin Zaman matbaasında basılmasından başka gerekçelerle vazgeçildi.

Bu hikayeyi niçin anlattım?

Amacım, cemaatin ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koymak mı? Elbette hayır.

Bugün ortalığı toza dumana katan insanların benzerleri bundan 10 yıl önce de vardı. 

Sadece, adı hoşgörüyle anılan bir camianın bazı mensuplarının,  hoşgörüsüzlük rekoru kırmalarına gerçekten şaşırıyorum.

Yinelemek istiyorum:  Cemaat adına hareket eden; tuhaf, tuhaf hareketlerde bulunan bir zümre var. Bu zümre, eylemleriyle Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alıyor. AK Parti hükümetini sadece kendileri için var sanıyorlar. "Dindarların iktidarında neler oldu?" denildiğinde akılda kalacak olan ne kadar ucuz iş varsa bu arkadaşlar imza atıyorlar.

Bir umut bu kadar pervasızca harcanamaz. Bir camia bu kadar hovardaca töhmet altında bırakılamaz. Bir gelecek, bir kişiyi koruma bahanesiyle yapılan saçmalıklarla heba edilemez.

Bu iktidar sadece Fetullah Gülen hocanın hamisi olmak için gelmedi.

Doğrusu merak ediyorum. Bir iktidarı toplumun ve dünyanın gözünde ‘değersiz, baskıcı, adeletsiz’ tanımlatmayı göze aldıracak ne olabilir ki bu kitapta?

Gülen cemaati hakkında saçma sapan iddialar ortalıkta dolaşmasın, tamam. Ama kimse "gözünüzün  üstünde kaşınız var" demesin diye de "Dindarların iktidarı basılmayan kitapları bile toplatan, en adaletsiz iktidardı" dedirtemezsiniz. Çünkü bu ülkede ‘dindar’ denince akıllara bir tek siz gelmiyorsunuz.

Bu ülkenin dindar insanları başı dik, anlı açık gezmek istiyor. Kendilerine "Meğer bunlar ne kadarda yasakçı, despot, adaletsiz, merhametsizmiş" dedirtmek istemiyorlar.

Lütfen aklınızı başınıza toplayın ve bu camiayı bir töhmet altında bırakmaktan vazgeçin.

Milyonlarca insan, onlarca acısını sorununu hâlâ çözememiş, sineye çekmiş bu iktidarın adım atmasını topluma güven vermesini bekliyor. Kimse bu sabrı, bu bekleyişi, kendi küçük menfaatlerine tahvil edemez.

28 Şubat döneminde baskıyı görünce korkudan ellerindeki her şeyi dönemin despotlarına vermeye hazır olduklarını ilan edenler, bugün aynı yöntemle herkesin kendileri gibi korkuya kapılıp boyun eğeceğini sanıyor olabilirler. Bence yanılıyorlar.

Şimdi bu kitabı okumamız gerek. Biliyorum, bir çoğunuz tiksinerek okuyacak. Ama mecburuz. Bu kitapta suç teşkil eden ne var, hepimizin görmeye hakkı var.

Hanefi Avcı’nın kitabını okuduğumda "Burada bilmediğimiz ne var?" dediğimi hatırlıyorum.

Şimdi de bu kitabı merak ediyorum. Savcılar, hakimler, polisler, can havliyle kitabı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bunun nedenini kendi gözlerimle görmek istiyorum. Türkiye bunu kendi gözleriyle görmek ister.

Bu görev de sanırım günümüzün kahramanı, basınımızın Don Kişot'u Taraf gazetesine düşer.

Ahmet Altan bunu yayınlar, değil mi?

Taraf'tan bu kitabı tefrika etmesini bekliyorum.

Etsinler ki gerçekten korkusuz olduklarını, sadece askerden değil kimseden korkmadıklarını biz de görelim.