Başbakan keşke Serdar Turgut'un yazısını okusa...

Başbakan keşke Serdar Turgut'un yazısını okusa...

Ayıya:
"Armutu sever misin?" diye sormuşlar...
Kıkırdamaya başlamış...
"Neden cevap vermedin?" deyice, "ağzım sulandı da konuşamıyorum" demiş...
Sözü Serdar Turgut'un Gazete HT'de "Devlet aklı devreye girdi " başlığı altında yayımlanan makalesine getireceğim...
Çünkü...
Yazı bittiğinde benim de ağzımın suyu akıyordu...
Neden mi?..


Çünkü...

Serdar önümüzdeki süreçte Türkiye'nin dış politikasının eski yörüngesine gireceğini öngörüyor.
Ya da "Temenni" ediyor...
Temenni de olsa öngörse de; benim çok hoşuma gitti...
Neden mi?..
Çünkü...
Serdar, küresel müttefiklerimizle yeniden barışacağımızı belirtiyor yazısında...
Hatta İsrail'le bile...
Bunları nereden çıkarıyor peki?..
Erdoğan'ın son Uzakdoğu gezisinde yaptığı bir açıklamada; 
"Türkiye'nin bölgesel ve dünya gücü olma gibi bir amacı yoktur" deyişinden...
Serdar'a göre; Başbakan son iki yıldır bölgesel politikaların "Çıkmaz bir yol" olduğunu nihayet gördü...
Hele "bölgesel ve dünya gücü" gibi iddialı hedeflerin diğer bölgesel ve dünya güçlerini rahatsız etmemesi mümkün değildi...
Serdar'a göre Davutoğlu'nun da aklı başına geldi...
Çünkü O da da Erdoğan'la eş zamanlı olarak yaptığı bir açaıklamada;
"Muhalif güçlerin yanlış davranışları nedeniyle Suriye Başkanı Esad ehven-i şer haline geldi"  dedi. 


En çok hoşuma giden bölüme geleyim şimdi de...

Serdar önce son bir durum tespiti yapıyor...
bakın nasıl:
 
 Amerikan yönetimi, arada sert çıkışlarıyla kendisini şaşırtsa da Başbakan Erdoğan'dan uzun vadeli umudunu kesmemiş durumda. 
Bence bu nedenle dün bizden giden mesajlar sonrasında son operasyon ihtiyaç halinde tekrar indirilmek üzere rafa kaldırılacak ve perde arkasında Başbakan Erdoğan dünya güçlüleriyle tekrar güven tazeleyip yola devam edecek. 
Bu son yaşananların ardından ben birkaç adımın atılmasını da bekliyorum. 
Sonra da makalesini şu "öngörü" ya da "temennileri" ile bitiriyor: 

1- Başbakan yurtdışı gezisinden döndükten sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu görevden alacak. Ve yerine dış politikada seküler bakışları ağırlık taşıyan, ilişkilere ideolojik değil pragmatik bakan bir insanı atayacak. 
Bu AK Parti dışından bir isim bile olabilir veya Ali Babacan'ın adı tekrar gündeme gelebilir. 
2- Başbakan, en yakınındaki danışman kadrosunu, dış güç odaklarına mesaj vermek için değiştirecek. İdeolojik açıdan sert görüşlü insanlar yerine politikalarında seküler olan pragmatik kişileri yakın çevresine alacak. 
3- Türkiye kendi etkisiyle sınırına yerleştirdiği El Kaide bayrağı altında savaşan örgütlerle ilişkilerini koparmak ve onları sınırdan uzaklaştırmak için politikalar düşünmeye başlayacak. Bu arada Türkiye içinde bazı terör saldırıları olması ihtimali var. 
4- İsrail'le tesadüf gibi gözüken bir buluşma ortamı yaratılacak, iki ülke liderleri o toplantıdan sonra çıkıp diplomatik mesaj verecekler ve iki ülke arasındaki stresli ilişki dönemi sona erdirilecek. 
5- Balkon konuşmalarındaki Erdoğan tekrar ortaya çıkacak ve toplumdaki stresi azaltmak için bazı konuşmalar yapıp bazı , kanunlara liberal düzenlemelere gidecek. 

Okudunuz mu?..

Ağzımın suyunu akıtan da asıl işte bu beş öngörüsü...
Davutoğlu'nun dışişleri bakanlığıyla birlikte dikkat ederseniz başımız bir türlü belâdan çıkmadı...
Danışman kadrosu Başbakan"bölgesel ve dünya gücü" olacağımıza ikna etti...
Olamaz mıyız?..
Tabii oluruz...
Oluruz ama...
Bugünkü ekonomik büyüklüğümüzle değil...
Çünkü...
Bölgesel ya da dünya gücü olabilmenin en birinci kriteri "Güçlü bir ekonomiye sahip olmaktır"...
Bizim ekonomimizin gücünü ya da güçsüzlüğünü hep birlikte gördük...
Sıradan bir "Yolsuzluk ve Rüşvet" operasyonu geçirince borsa çöktü, paramız yabancı paralar karşısında eridi gitti...
Hem ben size bir şey söyleyeyim mi?..
Yıllık kişi başına milli geliri (10.000.-- Dolar) "batık"(!) Yunanistan'ın kişi başına milli gelirinin (30.000.-- Dolar) üçte biri olan ekonomik büyüklüğümüz; dünya gücü olmayı bırakın, bölgesel güç olmak için bile çok yetersizdir...


Geleyim bir diğer kritere...

Dünya ve bölgesel güç olmanın bir başka unsuru "Ordu"dur...
Allah aşkınıza söyler misiniz?..
Bugünkü Orduyla mı bölgesel ya da dünya gücü olacağız?..
Kara Kuvvetlerinde doğru dürüst general kalmadı...
Albayların en değerlileri ile birlikte hepsi hapiste...
Donanma komutanlığının (Neredeyse) bütün generalleri de cezaevinde...
Yarısı fuhuştan tutuklu...
Aynı birlikte 300 (Evet evet yanlış yazmadım üç yüz) casus varmış meğer...
Kara mizah gibi...
Sadece bir tugayında 300 subayın yabancı devletlere casusluk yaptığı iddia edilen bir ordunun gücü ve caydırıcılık vasfı olur mu Allah aşkınıza?..
Yahu böyle bir orduyla bölgesel ya da dünya gücü yaparlar mı bir ülkeyi?..


Geleyim üçüncü unsura...

Yani...
Demokrasi ve insan hakları kriterine...
Demokrasimizin yerlerde sürünen bu haliyle değil bölgesel veya dünya gücü olmak; kendi içimizde bile güç olamayız...
Veeee....
Hukukun üstünlüğüne iman...
Var mı?..
Var diyenin aklından da zoru vardır...
Yahu...
Hukuk devletine ihanet etmiş bir yasama ve yürütme organıyla hukukun üstünlüğüne iman edilir mi hiç?..
Asla...


Ve ey güzel insanlar!..

En az bunlar kadar önemli bir de strateji vardır:
Bölgesel ve dünya gücü olacak bir devlet bunu davul zurna ile duyurmaz...
Oysa Başbakan'ın bilhassa yiğit danışmanlarından biri neredeyse ABD'ye bile bir "Metal Fırtına" operasyonu yapabileceğimizi bütün aleme duyurdu...
Bunu nasıl yapacağız?..
Hangi donanma ve kara kuvvetleri, hava filosuyla?..
Yahu; Kıbrıs'a çıkmaya kalksak "Çıkarma Gemimiz" yok...
Gemi olsa personel olarak kullanacağımız yeterli sayı ve vasıfta amiral, subay, assubay yok...
Ne yani?..
1974'te olduğu gibi yine arabalı vapurla mı çıkacağız?..


Hâsılı...

Kafatasçı ve dinci danışmanlar yerine daha seküler, daha dünyalı, daha gerçekçi ve elbette entelektüel, haddini bilen danışmanları olmalı Başbakan'ın...
Hatta...
Hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları konusunda mevcut danışmanların akıllarının ucundan bile geçiremeyecekleri kadar ileride olan danışmanlar şart...
Ağzımın suyunu akıtan ve halen bir türlü inanamadığım öngörülerinin üçüncüsü ise Erdoğan'ın "El Kaide bayrağı altında savaşan örgütlerle ilişkilerini koparmak ve onları sınırdan uzaklaştırmak için politikalar düşünmeye başlayacak" olması...
İnşallah Serdar bu konuda da haklı çıkar...
İsrail ile yeniden eski günlere dönecek olmamıza ilişkin öngörüsüne gelince...
İslâmcı antisemitistlerin tüylerini diken diken edeceğim belki ama işte bu öngörüsüne yürekten "Amiiinnn!" diyorum...
Ve en son öngörüsü Serdar'ın Ertuğrul Özkök'ü bile ayağa fırlatıp alkışlatacak kadar muhteşem...
Seçim zaferlerinden sonra balkon konuşmalarını yapan Erdoğan geri gelecekmiş...
Bir "Amiiiinnn!" de buna...
Bütün bunlar gerçekleşirse medya dünyasında neler olacağını da ben söyleyeyim...
Belki "temenni" gibi olacak ama bence temennimi de aşacak...
Ve...
Hükümet'le - Hizmet'i aylardır kavgaya tutuşturan medya yöneticileri ve yazarlara "siz biraz dinlenin bakalım" denilecek...
Ya denilmezse?..
Serdar'ın beş öngörüsü gerçek olsa bile hiçbirisi "kalıcı" olmaz...
Tarafların bugünkü medya yönetimi ve yazarlarıyla her an ve bugünkünden çok daha büyük kavgalar çıkacağına "garanti" verebilirim...


Neden bu kadar eminim?..

Çünkü...
Aylardır süren bu kavga Hükümet - Cemaat kavgası değil...
Farkında mısınız?..
28 Şubatçıların bir tek Emin Çölaşan'ı vardı...
Bugün İktidar ve cemaat medyası Emin Çölaşan'larla dolu...
Erdoğan ve Gülen'e bırakılsa bu sürtüşme, bu kavga hatta bu silâhsız savaş bir saatte bitecek...
Ama...
Hep diyorum...
İktidar ve Cemaat medyasının Çölaşanları kavganın bitmesini istemiyorlar...
Köşeler, karşılıklı küfür ve hakaretlerle dolduruluyor...
Bu küfür ve hakaretlerle tarafların arasında ancak "geçici bir ateşkes" sağlanır...
Bitirirken son sözüm şu:
Keşke başbakan Serdar Turgut'un benim ağzımı sulandıran şu makalesini dikkatle bir okusa...