Siyasi görüşlerimin uyuşmadığı meslektaşlarım ya da kişi veya kurumlarla ilgili yazıya başlamadan önce mutlaka kısa bir “öz telkin” yaparım kendime…
“Amman ha!” derim iç sesimle, “sakın ola arandaki fikri uyumsuzluğun etkisi altında kalma; aklın ve vicdanın nasıl yazmanı gerektiriyorsa öyle yaz, onları yaz. Hele kin duygun oluşmuşsa geçmişte; klavyenin başındayken bari unut; sonra ne bok yersen ye!”…
Mustafa Balbay’ın “Gazetecilere 10 Ocak çağrısı” başlıklı yazısını okuduktan sonra yazmaya karar verdim şu satırları.
Kendimi yokladığımda 28 Şubat sürecinden kalan kötü anılarım olduğunu hatırladım bir kez daha…
Çünkü Balbay 28 Şubat’ın en etkin darbe meraklılarından biriydi.
Benim gibilere yapmadığı kalmadı…
Ama şu anda o günleri hatırlamanın bir âlemi yoktu…
O halde Balbay’ın bana ve benim gibilere yaptığı 28 Şubat zulmünü unutup, aklım ve vicdanımla yazmaya başlayabilirim…
Mustafa Balbay, “10 Ocak Gazeteciler Günü için bir önerim var” diyerek başlıyor yazısına ve şöyle devam ediyor:
“O gün gazeteciliği Silivri’de yapın! Yıllardır değişmeyen başlıca gündem maddelerinden biri olan Silivri yargılamalarının nasıl seyrettiğini yerinde görün”…
Bence de o yargılamaları gidip yerinde izlemek doğru gazetecilik…
Ancak…
Bu, duruşmaları yerinde izlemeyenlerin o konuda yazmamalarını gerektirmez…
İddialar internet ortamında kolayca ulaşılabilecek kadar yakın yazmak isteyene…
En önemlisi;
Balbay’ın “Silivri’ye gelin ve yaşadığınız çağın tanığı olun” deyişi…
Keşke kendisi de gazetecilik yaparken sadece yaşadığı çağın tanığı olmayı tercih etseydi…
Keşke “tarihi yazmaya ve yapmaya” kalkışıp da “yaşadığı çağın sanığı”olmasaydı…
Gazetecilerin yaşadığı çağın tanığı olmaları gerektiği çok bilinen meslek kuralıdır…
Ama o kuralın bir de olmazsa olmazı vardır:
“Gazeteci her türlü güç odağının karşısında ve hepsine eşit mesafede durmalı” der o kural…
Balbay işte bu kurala hiçbir zaman uyamadı…
Bilinir ki Türkiye tipi demokraside TSK her zaman bir güç odağı olmuştur…
Ve yine bilinir ki;
bizim gazetecilerimin birçoğu da yaşadıkları çağa tanıklık ederken “Gazeteci her türlü güç odağının karşısında ve hepsine eşit mesafede durmalı” kuralını hiçe saydılar…
Ve genellikle hep bu güç odaklarından TSK’nın yanında yer aldılar…
Ya da şöyle söyleyeyim:
Kimi gazeteciler “İktidar” isimli güç odağına çok uzak; “TSK” isimli güç odağına ise fazla yakın durdular…
Kimileri ise tam tersini yaptılar…
“İktidar” isimli güç odağının kucağından inmezken; “TSK” isimli güç odağına ise kin ve öfke kustular…
Nitekim Mustafa Balbay’ın (keşke öyle olmasaydı) neredeyse üç yılı aşkın bir süredir “tutuklu” yargılanmasına sebep olan da işte o gazetecilik kuralını hiçe sayışı;
yaşadığı tarihe tanıklık edecekken yaptığı yanlışla yaşadığı çağın sanığı durumuna düşüşüdür…
Efendiler!..
Biliyorum, çoğunuz itiraz edeceksiniz ama lütfen küfürsüz olsun…
Ve şunu unutmayın…
Yanlış olan Balbay’ın yargılanması değil, “tutuklu yargılanması”dır…
Günümüz iletişim dünyasında 50 liralık bir elektronik kelepçeyle çözülebilecek bir sorun; arkadaşımızın özgürlüğü çalınarak yapılmıştır ve hiç de adil değildir…
Ancak…
Balbay’ın ayak bileğinde bir elektronik kelepçeyle de olsa yargılanması eldeki delillere göre şarttır…
Zira bir gazetecinin yaşadığı çağa tanıklı ederken her türlü güç odağının karşısında ve hepsine eşit mesafede durması yargının değil, mesleğinin emridir…
Mustafa Balbay’ın güç odaklarından TSK’ya çok (hatta haddinden çok) yakın durduğunun somut kanıtları orta yerde dururken şimdi kalkıp mağduru oynaması mesleğimize ihanettir…
Mustafa Balbay “Silivri’ye gelin duruşmaları yerinde izleyin ve çağınızın tanığı olun” nasihatini keşke çok daha önceleri kendisine verseydi…
Hâsılı;
Keşke imkânım olsa da Silivri’deki duruşmayı yerinde gidip izlesem…
Ve keşke orada “şu tutuklu yargılama kararlarını kaldırın ve herkesi tahliye edin!” diye haykırsam…
Ama…
Bu, Balbay’ın çağın tanığı olmak yerine sanığı olmayı tercih ettiği gerçeğini değiştirmez ki…
Yani sevgili Balbay;
Seni çok iyi anlıyorum ama lütfen sen de bizi iyi anla!...