Aydın Doğan'a bu soruları soran yok mu?

Aydın Doğan'a bu soruları soran yok mu?

Bu kaçıncı Aydın Doğan yazım, artık hatırlamıyorum. Takıntımın basit gerekçeleri var;

Çünkü, Doğan Grubu'nun medyadan çekilmesinin sonuçlarını düşünmek bile istemem.

Çünkü, Aydın Doğan dışında üzerine söz üretmeye değecek medya patronu bulmakta güçlük çekiyorum.

Çünkü "Aşk Yüzyılı Bitti" kitabımın yayıncısı Doğan Kitap.

Aydın Doğan'ın ve Doğan Grubu'nun iletişimi berbat yönetiliyor. Onca terzi bir söküğü dikmek ne kelime, söktükçe söküyor.

Sabah gazetesi Aydın Doğan'ı hedef alan bir haber yapıyor. Hop, Aydın Beyin açıklaması Hürriyet'te yer alıyor.

En son. Takvim gazetesinde. "Mustafa Sarıgül'ün Doğan Grubu'na borcu varmış. O nedenle Sarıgül'e vuruyormuş" haberi yapılıyor. Hop, Aydın Doğan'ın açıklaması Hürriyet'te.

Aydın Beyin etrafında aşağıdaki soruları soran hiç ama hiç kimse mi yok, insan merak ediyor;

Bir, hakkında cemaat tarafından desteklendiği haberleri yayılan Sarıgül'ü koruyucu bir haber, Hükümete yakın gazetede nasıl oluyor da yer alıyor?

İki, Doğan Grubu yıpratılmaya çalışılıyor diyelim. İyi de. Yıpratma amaçlı haberlerin yayılmasına Hürriyet neden alet ediliyor?

Üç, iki gazetenin okuru aynı mı ki, Takvim gazetesinin okuruna Hürriyet'ten yanıt veriliyor?

Dört, saldırı karşısında savunmaya geçmek kazanmak için yeterli midir?

Beş, Doğan Grubu'nda kriz yönetiminden anlayan bir Allah'ın kulu bile mi yok?

Altı, varsa bir haksızlık, bununla mücadelenin yolu kendi gazetendeki açıklama mıdır? Hükümetle bütün iletişim kanalları tıkanmış mıdır?

Yedi, ya da, bu soruları sorabilecek yeterlilikte bir ekibi var da, Aydın Bey onların yerine "Siz her şeyin en iyisini bilirsiniz" ekibinin yağcılığına mı yenik düşüyor?

Sonuçta, karşı tarafın istediği tepkiler veriliyor. Yazık oluyor. Yazık oluyor. Yazık oluyor.

NEDEN TÜRKÇE'YLE FELSEFE YAPILMAZ?

Tam. Yazacaklarım var ama konu gündemden düştü diye hayıflanırken. İonna Kuçuradi Hürriyet'e konuştu. Bana da söz düşmüş oldu.

Cumhurbaşkanının Türkçe ile felsefe yapılamayacağına bulduğu gerekçe, sözcük dağarcığımızın yetersizliğiydi. Yargısı doğru, gerekçesi yanlış.

Türkçe ile felsefe yapılamaz çünkü;

Bir, bir vakit önce. Şimdi "paralel yapı" denen kesim üniversitelerde daha çabuk yükselip yönetici konumlara gelsinler diye akademik yükselme kriterleriyle oynanmıştı. Sözgelimi. Türkçe yayına 1, yabancı ülkede yayınlanan makaleye 3 puan verilmesiyle bir ilgisi olabilir. Kendi dilinde bilim yapmayı hor görmek dili kısırlaştırmış olabilir.

İki, üniversiteye giriş test çözme tekniğine endekslendiğinden, Uluslararası İlişkiler 3.sınıf öğrencisinin bile Pekin'den habersiz olduğu bir eğitim sistemiyle ilgilidir belki.

Üç, en ilgi gören iletişim yönteminin, kendini 140 karakterle ifade etmeye özendiren Twitter olmasıyla da ilgisi vardır belki.

Dört, üniversitelerden (felsefe bölümleri hariç) felsefe dersinin lüzumsuz görülerek ders programlarından çıkarılması da bir gerekçedir.

Beş, "eyleme" işinin, "düşünme" işinden daha önemli hale geldiğinden olabilir.

Altı, en çok parayı Acun'gillerin kazandığı bir ülkede, "otur çocuğum kitap oku biraz" diyen anne-babanın düşeceği durumla ilgilidir belki.

HİÇ AMA HİÇ OLMAMIŞ

"Şarkılarla Filmler" gibi iyi bir projede. Sunucu olarak Tuba Ünsal, hiç ama hiç olmamış. Kalitesizliğin prim yapışına bir örnek gibi dikildi sahnede. Audrey Hepburn taklidi giymi bile kurtaramadı. Sunumu kötü. Ses tonu itici. Hazırlıksız. Vurgu felaket. İnsanı gülmekten soğutan gülerken çıkardığı tuhaf ses. O kadar felaketti ki, anlatılamaz.

Pantene reklamında Berguzer Korel. Hiç ama hiç olmamış. "Ben hayat dolu biriyim" derken, insanın inanası gelmiyor. Hayat dolu biri denince akla gelecek son isim Bergüzar Korel olurdu herhalde.

ESKİ YILI SUÇ İŞLEYEREK BİTİRDİM

Yılın son lisansüstü dersi, 30 Aralık'taydı. Ders bitimi, akşam saatleriydi.

Haliyle yeni yılı kutlayalım dedik.

Dersi alan öğrenciler, ben, asistanım. Yiyecekler. Müzik. İki şişe şarap. Ve fakat, kimsede tirbuşon yoktu!

Kimse kimseye "ne olacak şimdi" demedi, "hallederiz" havası yayıldı.

Gençlerden biri kampüsteki restorana götürüp açtırabileceğini söyledi.

Çözüm süperdi de, üniversite kampüslerinde içki içmek yasaktı!

Ya suçüstü yakalanırsak? Ya güvenlik görevlileri fakültede, ders ortamında düzenlediğimiz minik partiyi basar da, suç aletlerimizle dımdızlak ortada kalırsak?

Hiç umursamadık. Suç ortaklarıyla el birliğiyle suç aletimiz şarabı, suçta maşa olarak kullandığımız yüksek lisans öğrencisinin eline bıraktık.

Parti güzel oldu.

AKLIMDA KALAN
"Milletvekili olunca din adamlığı bitiyor mu?" sorusu:
Şişli'de olanları biliyorsunuz. Belediye Başkanı İnönü istifa ettirilmeye çalışılıyor. Baskı görüyor. Ortalık karışıyor. Bir tek CHP karışmıyor! Sonunda mahkemelik olunuyor. Başkan İnönü savcıya özetle, "Sarıgül benden istifa mektubunu aldı. Kadrolara dokunmamam karşılığında, 5 Ocak'a kadar görevde kalmamı kabul etti. Duruma CHP milletvekili Özkes tanık. Anlaşma olunca Özkes istifa mektubumu İstinyepark'ta yaktı" diyor. Bu durumda din adamı Özkes'ten ne beklersiniz? "Olay anlatıldığı gibidir" ya da "değildir" demesini. Öyle yapmıyor, "Ben arabuluculuktan çekildim, konuşmam" diyor. Olur mu hiç? Din adamının adalet/hakkaniyet duygusu, vekil olunca çöpü mü boyluyor? Bu ne saçmalık!