Kötü niyetli olmayın. “Sevişme”nin, TDK sözlüğündeki ilk
anlamı “birbirini sevmek.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iletişim tarzının özeti
“meydan okumak”tır.
Hatta, yüksek lisans öğrencilerimden biri “Erdoğan ve
meydan okuma” üzerine bir tezi bitirmek üzere.
“Meydan okuma” kısaca, “sen bana bir şey yapamazsın, ben
seni ezer geçerim” anlamına gelir.
Bir düşman tanımı şarttır.
Erdoğan, “Camiler kışlamız…” dizeleriyle altını
çizdiği meydan okuyucu üslubunu hiç değiştirmedi.
Güçlendikçe, sözel meydan okumalar yerini yaptırımlı
eylemlere bıraktı.
Yasalar koydu, yasalar kaldırdı.
Ülke içindeki meydan okumaları, ülke dışına taşarak devam etti.
Simon Peres, BM, Esad, Obama, Putin bu üsluptan kendilerine
düşen payı aldı.
Sözün özü.
Ülkenin siyasal dili olarak “savaşmayı sevişmeye”
tercih ettik.
Şimdi.
İsrail’le barıştık, Putin’le barıştık. Sırada (umarım) Esad
var.
14 yıldır Erdoğan’ı güçlendiren “sevişme savaş”
stratejisi terk ediliyor olabilir mi?
“Savaşarak” ulaşılamayan başkanlık sistemine,
sevişerek gitmenin yolu denenecek olabilir mi?
Olabilir.
BUNU DA GÖRDÜK: UZAKTAN KUMANDALI
GAZETE
Cumhuriyet’te, Doğan Satmış’ın gönderilmesiyle ortaya dökülen
son kriz, Can Dündar’ın gazeteyi yurt dışından yönetmek
istemesinden çıkmış.
O yokken yerine kim bakacakmış?
Akın Atalay, Can’ın yardımcısı Tahir Özyurtseven ve Doğan
Satmış yerine Aydın Engin aracılığıyla kendisini istemiş.
Önce “olmaz” diyen Can Dündar, aynı gün tavrından
çark edip, kendi ekibinin etkisizleştirilmesini kabul
edivermiş.
Doğan gazeteden gönderilmiş, Tahir ise Aydın Engin’in
hamiliğinde gazete çıkarmayı reddediyor.
Can Dündar yurt dışından gelip Tahir’e, “Ben kabul ettim ne
var bunda sen de et” deyip geri dönecekmiş.
“Özgür basın savaşçısı” Can Dündar ne yaparsa
yapsın ben şaşırmam.
SANKİ TÜRKİYE DÜNYA
DIŞINDA…
Atatürk Havalimanı’na terör saldırısı olduğu sırada
Barselona’daydım.
“Public Relations Meeting”e katıldım.
Ülkemde 43 kişi ölmüştü. Ve. Salonu dolduran halkla ilişkiler
alanının uluslararası önemli isimleri, İngiltere’nin AB’den
ayrılışını defalarca gündeme getirdikleri, Paris’teki terör
saldırısından söz ettikleri halde, Türkiye’de yaşanan korkunç
olayı yok sayıyorlardı.
Ağırıma gitti. Gündem dışı söz aldım. İçimden geçenleri
anlattım:
“Dün benim ülkemde bir kez daha çok sayıda insan
öldürüldü.
Atatürk Havalimanı dünyanın en büyük
uluslararası havalimanlarından. Bu salonda bulunan herkes
orada ölenler arasında olabilirdi.
Terör Paris’i, İstanbul’u ve tüm şehirleri
eşitliyor.
Ve bilmelisiniz ki Türkiye, dünyanın dışında bir ülke
değil. Buradan sadece 3 saat uzaklıkta.”
Salonda bir sessizlik.
Dönüşte, Sabiha Gökçen’e indik. Ve yine öyle olağanüstü
güvenlik duvarına, önlemine rastlamadık. Tuhaf.
BİRAZ GEÇ OLDU AMA…
MHP’li muhalifler ortak hareket kararı almışlar.
Devlet Bahçeli her fırsatta çıkıp kendilerine “çirkefler”,
“pervasızlar”, “zavallılar” derken. Onlar
birbirleriyle uğraşıyorlardı.
Böyle olunca Bahçeli golü atmış oldu. Umarız bu kez ortaklıkları
hedef odaklı olur. Aksi halde Bahçeli hepsini ham yapacak.
PEGASUS’LA UCUZ UÇMAK SADECE
HİKAYE
Barselona’dan İstanbul’a, Pegasus’la 7 saatte geldik! THY ile 3
saat
olan yol.
“Ucuz etin yahnisi” diyebilirsiniz ama iş öyle
değil.
Bavul parası, uçakta içtiğiniz sadece bir çay ve bir mini
sandviç parasını eklerseniz, bazen THY biletinden bile
pahalıya geliyor.
Pegasus, Barselona’da yer hizmeti aldığı şirketle
anlaşmazlığa düşmüş. Şirket de grev kararı almış.
Önce yolcuları uçağa almadılar. Sonra, uçağın içinde üç
saat beklettiler. Bavulları uçağa yüklemediler.
Pilotlar ve uçuş ekibi elinden geleni yapsa da sorun çözülmedi.
Uçakta yaşlılar, bebekler, özürlü çocuklar var.
Durum vahim.
Hava sıcak. İnsanlar saatlerce uçakta beklemekten
bunalmış durumda. Acıkanlar, susayanlar var.
Ve inanmayacaksınız, Pegasus kendi hatası nedeniyle saatlerdir
eziyet çeken yolcuya suyu, çayı ve yiyecekleri parayla
sattı!
Yolcular isyan etti, durum değişmedi.
Uçaktan inerken. Kendi kusurundan bile kâr elde etmek
isteyen vicdansız bir Pegasus imajı kaldı yolcunun
aklında.
Pegasus’u yüksek kâr odaklı yöneten Mehmet Nane bu konuda
ne düşünüyor acaba?
LİSTE UZUN OLMALI
“Amerika’nın gururu: Muhteşem Göçmenler” listesi
yayınlanmış. Aziz Sancar da listedeymiş.
ABD’den göçmenleri çıkarsanız geriye sadece yankiler kalır.
ABD’den göçmen zekâsını çıkarsanız, geriye ne kalır emin
değilim.
Dünyanın her yerinden yeşil kartla ya da teşvikle zekâ
toplayan ülkede “muhteşem göçmen” listesi
hayli uzun olmalı.
Bizdeki durum ise, mültecinin zekisini gelişmiş ülkelere
kaptırıp garibanıyla baş başa kalmak.
“ÜLKEMİN KADERİ”
Polonya’yı eleyerek Portekiz’i yarı finale taşıyan Beşiktaş’ın
oyuncusu Quaresma, “Bütün bir ülkenin kaderi elimde
gibi hissettim” demiş.
Bizimkiler ise saha içinde oynarken kaderleri galerici Erkan‘ın
elinde gibi hissediyor olmalılar.
ŞOK
Bizim medyada “şok şok şok” başlıklarıyla ayağa
düşmeden önce Alvin Tofler’in hayli çarpıcı ve etkili
kitabının adıydı “Şok.”
Üniversite öğrencisiyken okumuştum. Geleceğe dair şaşırmamayı
o kitaptan kaptım.
“Başarılı yöneticiler aileleriyle duygusal birlikleri
azalmış kişilerdir.
Bunlar başkalarıyla kolay bağ kurarlar ve aynı kolaylıkla
da o bağı koparabilirler” diyordu.
Saptamalarında acımasızdı.
“Aşk Yüzyılı Bitti” kitabının temelini, 1980’lerde
“Şok”u okurken atmışım.
Toffler de öldü. Gelecekbilimcilerin başı sağ olsun.
AKLIMDA KALAN :
“Bizde bayram hareket demektir”
sözü: Cuma akşam İstanbul’dan Ankara’ya
dönmek kâbus gibiydi. Uçakta ek yolcu listesinde
20’nci olduğumu öğrenince arabayla gidelim dedik. Yola
çıktığımızda otoyol milim milim ilerliyordu. Üstelik yoğunluk,
Ankara’ya kadar sürdü. Arayanlara, “Televizyonda
gördüğümüz yoğun trafik görüntüsü var
ya, işte tam onun içindeyiz”
diyorduk. Bizde bayram hareket demektir. Hep bir yerden bir
yere koşturma. Bayram bitince de yorgun argın eve dönmece.
Tatil bunun neresinde bilmiyorum ama, bayramınız kutlu olsun.