Ama...

Ama...

Okur soruyor, gözaltına alınan gazeteciler için ne düşünüyormuşum.

Üstelik. Bu konuda tarafsız olmam da beklenemez. Gözaltına alınanlar hakkında savcının ileri sürdüğü "belgede sahtecilik" iddiasını aklımda tutuyorum.

Bir sabah. Zaman gazetesinin manşetinde. Sahte belgelerden birine konu olmuşluğum vardı. Altında imza olmayan bir belgeyi neden ciddiye alıp haber yaptığını sorduğumda Ekrem Dumanlı "haklısınız" diyordu.

Ama habere konu benimle görüşülmeden haber yapmanın gazetecilik etiğiyle ne kadar ilgisi olduğu konusunda sessiz kalıyordu.

Elbette. Meslek ilkelerine uymayanların gözaltına alınmasından yana değilim. Öyle olsaydı, ülkenin geri kalanının da gözaltına alınma olasılığı yüksektir.

Ama...

Haydi koyalım bu konuyu bir kenara. Ahmet Kekeç, Melih Altınok, Can Dündar çizgisiyle, Ekrem Dumanlı, Mümtazer Türköne çizgisi arasında kısılıp kalmak fazlasıyla koyuyor insana.

Ahmet Şık gibi büyük de konuşamam, onların bize yaptığını biz onlar için istemeyiz falan.

Ama... Ahmet Hakan, Fox spikeri Gülbin Tosun gibi isimlerin gazetecilik, basın özgürlüğü üzerinden ahkâm kesmeleri de katlanılır şey değil.

Şimdi gözaltına alınanların Ahmet Şık, Nedim Şener, Tuncay Özkan için söylediklerini hatırlayan var mı? Hatırlatayım: "Onlar gazetecilikten tutuklanmadılar. Terör örgütü üyesi olmaktan tutuklandılar." Aynen böyle dediler.

Ben ne yapayım? Düşmanımın düşmanı dostumdur fırsatçılığına mı batayım? Yoksa. Şimdi gözaltına alınan gazetecilerin daha önceleri televizyonlarda günlerce, saatlerce laf geveleyip "madem suçsuzlar mahkemede kanıtlanır" diyerek, insanların özgürlükleri üzerinden simsarlık mı yapmalı?

Hiç birinden yana değilim.

Ama...

Her zaman işlevsizliği nedeniyle kapatılması gerektiğine inandığım Basın Konseyi "Dün olduğu gibi bugün de, 'ama' demeksizin gazetecilerin haklarını savunmaya devam edeceğiz" açıklaması yapınca...

Onların demediği "ama"yı kullanmadan cümle kurulamaz günlerdeyiz.

Ama. Basın Konseyi tam da bugünlerde. "Gazetecilik ne demekti" hatırlatmak zorunda değil mi?

Ama. Birilerinin gazetecilerle polislerin neden birlikte tutuklandıklarını açıklaması gerekmiyor mu?

Ama. Basın Konseyi. Hamaseti bıraksa. Gazetecilikte haber kaynağıyla yemek yemenin bile haberin doğruluğunu gölgelediği titizliğinin gösterildiği günleri hatırlatsa daha anlamlı olmaz mıydı?

Ama. Madem gazetecilerin tutuklanmasından söz ediliyor. Madem bir gazetecilik destanı yazmaya hevesli tipler etrafta parsa topluyor. Öyleyse gazetecilik nedir, unuttuklarımızı hatırlatsalar bile yetmez mi?

Gazeteci, haberle kaynak arasında mesafesi olan kişidir. Haberi toplayan, yapan ve yayan. Kendisini sürecin dışında tutmaya özen gösteren.

Her durumda haberin toplayıcısı ve yayıcısıdır. Habere konu olayların oluşturucusu, aktörü değildir.

Gazeteci taraftır. Ama. Sadece doğru haberden yana taraftır.

Bence. Tam da şimdi. Kim kimin tutuklanmasına seyirci kalacak, kim kimin tutuklanmasına tepki koyacak soytarılığına boğulmak yerine "Gazetecilik gerçekte neydi ve bu ülkede gazetecilik nasıl siyasi aktörün kendisi haline geldi?" sorularının cevabı aranmalı.

Medyanın "ideolojik aygıt" oluşuyla, "gazetecinin aktör" oluşu arasındaki farkı da anlatmalı Basın Konseyi.

Ve bir de. Halâ araştırmacı gazetecilik diye bir şey kaldıysa, haber kaynağı olarak Fuat Avni kimdir cevabını bulup haberleştirmeli.

Ama. Basın Konseyi de gazetecilik üzerinden "yapay kahramanlar" üretilmesine bir tavır koymalı. Yok, yok, kapansın daha iyi.

KAOS, KRİZ VE YENİ NORMALLİK

Kıbrıs'ı severim. Çok güzel ve bir o kadar örselenmiş olması, sevgime şefkat de katar.

Ne zaman Kıbrıs'tan konferans için davet alsam, koşa koşa giderim. Yoğunluk, yorgunluk demem giderim. Yine öyle yaptım.

Bu hafta sonu Yakın Doğu Üniversitesi'nin davetlisi olarak Lefkoşa'daydım. Konferans sonrası Girne sokaklarında yürüdüm. Yağmur altında. Kıbrıs'a da kış gelirmiş meğer.

Konferans "kaos, kriz ve iletişim araçları" hakkındaydı.

Gelişmiş ülkeler, özellikle de ABD, kaos ve kriz çalışan akademisyenlere teşvik uyguluyor. Araştırma enstitüleri kuruyor. Konu o kadar önemli.

Onlar. Kaos ve kriz halinin "yeni normallik" olduğunu biliyorlar. Dünyanın geri kalanına "geçici durum" hissini yayıyorlar ancak kendileri kaos ve krizin kalıcı olduğunu, bitmesini beklemek yerine onun içinde konum almak gerektiğini düşünüyorlar.

Son yıllarda çevremizde olup bitenlere bakın. Siz de fikrinizi söyleyin: Bu kaos hali geçecek mi, sürecek mi?


AKLIMDA KALAN

Canlı yayın gözaltı: Ekrem Dumanlı'yı canlı yayında gözaltına aldılar. Gazeteciler.com güzel başlık atmıştı: "Canlı canlı gözaltına aldılar!" Espri çok yerinde bir göndermeydi. Bu ülkede cansız bırakılıp içeri alınanlar çoktu. Dumanlı'nın konuşmasını dinlerken, sesindeki kahramanlaşmış tonu dikkatimi çekmişti. Sonra. Ergenekon dalgaları sırasında yaşananlar geldi oturdu aklıma. Önce TRT'ye haber uçuruluyor, sonra haberdeki yerler kazılıp silah bulunuyordu. Bugün "Fuat Avni"nin yaptığını o gün görünmez bir el yapıyordu: Önce haberini yap. Beklenti yarat. Sonra canlı canlı yayınla. Televizyon kameraları tanık oluyordu. Ve hemen aklıma Sihirbazlar Çetesi filmi geliverdi. Ne diyordu sihir uzmanı film başlarken?: Sihirbaz buraya bak diyorsa, gerçek başka bir yerdedir!