Aklına ihtiyaç vardı İsmail!

Aklına ihtiyaç vardı İsmail!

Açık yazayım: Medya dünyasında gerçek dost bir elin parmakları kadardır.


Kendinden başka birinin iyiliğini isteyenlerin sayısı ise o kadar bile değildir.


Kışın ısıtmaz, yazın serinletmez türden bir kumaşı vardır medyanın.


Muhabbet gırla gider, eline iğne batsa çıkaran olmaz. O biçim bir sevgi ortamı düşünün.


İsmail Küçükkaya medyada az bulunan türe girer. Dostluğu dostluktur. Adamlığı adamlık.


İnsan satmaz. Arkadan vurmaz. İşini yapar.


Sadece gazetecilik yapmakla kalmaz, felsefe okur. (Felsefeye merakı olmayan insan, ince bir buz tabakası gibidir. Üzerine bilye düşse baştan sona yarılır.)


İsmail Ankara’dayken. Yoğun iş günleri bitiminde felsefe gruplarında kafa patlatırdı. Çok boyutlu düşünebilme yarışıdır felsefi tartışmalar.


Şimdi. Fox’da televizyonculara iş öğretiyor. İnsana dokunuyor. Mesela. Annemin arkadaşı Zeliha Teyzem onun hastası. Teyzeler insan ruhunu okur.


Geçenlerde Zeliha Teyzem yine İsmail methiyelerine başlayınca. Aradım İsmail’i. Konuştular Zeliha Teyzemle.


“Sana bela okuyanlara ben de bela okuyorum yavrum” dedi ona Zeliha Teyzem. İsmail de onun ellerinden öptü.


Cemaat medyasının hakkımda yalan haberler yaptığı günlerde. Medyadaki arkadaşlarımın(!) benden uzak durdukları zamanlarda. Akşam’ın yayın yönetmeni İsmail “Bize yaz” demişti, “Ne zaman istersen yaz yayınlarım. Paramız yok, para ödeyemem ama yazmanı isterim.” Yazdım.


Hayat. Öyle bir sınava çekiyor ki insanı. Yürüdüğün yolda korkaklar hangi yöne düşer, ikiyüzlüler hangi yönden gelir öğreniyorsun.

 

Hayat. Adam gibi adamların sayısını az tutuyor ki, kıymetleri büyük olsun. İsmail kıymetlilerimden.


İsmail Küçükkaya “Bize Bir Akıl Lazım” başlıklı ilk yazısıyla  internethaber.com’da yazmaya başladı.


Hoş geldin İsmail. Aklına çok ihtiyaç vardı…

 

YERSİZ ADAM

Ruşen Çakır, Vatan’dan Habertürk’e transfer oldu. Olur olur, bunda mesele yok.

“Alıp başımı gidesim var” edasıyla yazdığı Vatan’daki son yazısının hemen ertesinde Habertürk’te başlamasındaki okuru hafif yollu yanıltıcı üslubunu da sorun etmeyelim.

Son dönem işine son verilenlerin Atatürkçülükten kovulduğunu sanan Twitter’dan biri (Yılmaz Özdil etkisi diyelim buna), Ruşen Çakır için “Bir Atatürkçü daha kovuldu” yazıvermiş.

(Medyada Atatürkçü kalmadı ki patronuna kovma zevki versin, bu da ayrı konu.)

İşte o içine düşmeyip yüzeyden geçen zamane okuruna Ruşen Bey yanıtı yapıştırmış: “Vallahi billahi Atatürkçü değilim.”

O sırada yüzünde meşhur alaysı ifadesi belirmiş olmalı. Bu adam size de o alaysı ifadeyle doğmuş hissi vermiyor mu?

Beyefendi Atatürkçü olmadığına yemin etmek gereği duyunca, ister istemez söylendim: “Sanki Atatürk’ün de çok umurundaydı.”

“İyi ki de değilsin” dedim.

Atatürkçü değilsin. Ama. Başka bir şeyci de değilsin. Herhangi bir yere, bir fikre bağlı da değilsin. Modern sosyolojide “turist”, “gezgin” olarak tanımlanan “yersiz”lerden birisin.

Rüzgârın götürdüğü yere gidenlerden.

İnsan bir şeyci olmayabilir. Ama o zaman da gidip magazin yazması gerekmez mi, illa gazetede yazacaksa?

Ruşen Çakır da yıllar yılı bunu yapıyor, kimse duruma uyanmıyor. Politik durumların magazinini yazıyor.

Gülen cemaati en güçlüyken. Cemaatin içinde olup bitenleri yazmaz mıydı, dedikodu kıvamında?

Orada da durmaz, cemaati anlama kılavuzu tadında, çevirmenlik de yapmaz mıydı, sözcülük niyetine?

Cemaat güçlüyken cemaat uzmanı olacaksın. Cemaat-hükümet tartışmasında orta yoldan gideceksin. İbre Hükümete dönünce. “Cemaat, Nedim ve Ahmet’ten önce beni de tutuklamak istemişti” diyeceksin.

Ağzım açık kalmıştı, bu minvalde prim toplarken.

Özetle; Ruşen Çakır, gündemin magazinini yazan biridir. Habertürk’e uygundur. Karakter olarak medyanın son dönemine de uygundur.


 


PANİKLEDİM

Durup dururken. Ülke allak bullak haldeyken. Gülben Ergen yazmış olmanın sıkıntısıyla bunalırken.


Perihan Mağden’in hakkımda kurduğu cümleleri okudum! Panik aldı beni götürdü.


Bildiğimiz Perihan Mağden çıtayı yüksek tutar. Kriter üzerine kriterleri vardır. Kimse yarışamaz.


Dili sert, sözcükleri keskindir. Birinin adını geçirmişse yazısında, kıyma makinesinden geçirmiş olması yüksek olasılıktır.


Mağden, radikal.com.tr’de, Armağan Çağlayan’a, “Nuran Yıldız şahane bir yazı yazmış” demiş, eklemiş “Başlık her şeyi özetliyor zaten: Bu kadın herkesi sersem mi sanıyor?”


Şimdi. Kaleminden damlattığı kanlarla meşhur bir köşe yazarı. Herkesi tek tek kurşuna dizer gibi kaleme dizen biri. Gözü kara, saptamaları yangın yeri bir kadın.


Sizin bir yazınız için “şahane” demişse ne hissedersiniz? Ölmüşseniz bile mezarınızda ters dönersiniz. Bende öyle oldu.


AKLIMDA KALAN

“Şaibesiz intihar bile edilemeyen bir ülke olduk” hissi: Kız arkadaşı Münevver’i parçalara bölerek öldüren Cem Garipoğlu’nun intihar ettiği haberi duyulunca. İnanmayanlarımız inananlarımızdan çok oldu. Özeti: İntihar etmemiştir, kaçırılmıştır, yerine de başkasını gömdüler. Neden böyle düşündük? Hukuka inancımız sıfır olduğundan mı? “Paran varsa her şey mümkün” ülkesinde yaşadığımız algısından mı? Onca zaman sonra neden intihar etsin ki sorusu mu? Yoksa. Cenaze namazını cami imamı dururken aile imamının kıldırmasından mı? Bu konu açıklığa kavuşmalı.