Vay anasını yani…
Ne bitmez bir “suçlama” bu böyle…
Ne anlamsız, ne basit, ne seviyesiz…
Neymiş?..
Ahmet Hakan Kanal 7’den CNNTÜRK’e
geçince değişmişmiş…
Peki değişen neymiş?..
Düşünce sistemi mi değişmiş?..
Bakış açısı mı?..
Dün “ulan bir çakarım görürsün köftehor” dediğine
bugün “ayağının altına paspas olayım” mı
demiş?..
Yooo…
Aksinse;
en mağdur oldukları zaman yanlarında yer aldığı siyasetçilere, gücü
ellerine geçirdikleri andan itibaren
“zalimleşmeyin” demiş, diyebilmiş…
Kanal 7’den CNNTÜRK’e geçince
mekân değişmiş sadece…
Ama Ahmet yine aynı Ahmet…
Kanal 7’deyken de Nişantaşı var
hayatında; CNNTÜRK’teyken de…
Yahu insanların devam ettikleri mekânlar da değişir bazen…
Ama…
Önemli olan değişen mekâna rağmen düşünce sisteminin ve olaylarla
kişilere bakış açısının değişmemesidir…
Efendiler!..
Ahmet Hakan’ı çok uzun yıllardır tanıyorum…
Zaman zaman fikri dövüşmelerimiz de oldu…
Ama…
Hakan’ın ne gustoları değişti benim tanıdığım şu
son 17 yıl zarfında ne de olaylara bakış
tarzı…
Bir insanın fikirleri değişemez mi?..
Tabii ki değişir, değişmelidir de…
Değişmemesi berbat bir şeydir…
Çok klâsik olacak belki ama sadece ölülerin ve delilerin
fikirleri değişmez…
Ancak…
Önemli olan fikirler değişse de düşünce sisteminin
değişmemesidir…
Düşünürken, yargılarken, birileri veya olaylar hakkında karar
verirken vicdandan vazgeçilmemesidir…
On yedi yıldır tanıdığım Ahmet’in düşünce
sisteminde değişiklik olduğuna hiç şahitlik etmedim…
Saçının şekli değişti tabii ama bunu hangimiz yapmadık?..
Giysilerindeki tarz değişikliği de oldu…
Peki, hangimizin olmadı?..
Ama…
Saçı değişirken sosyal hayata bakış açısı değişmedi…
Siyasi olayları gözlerken izlediği yöntem hep aynı…
Kişileri eleştirirken aynı insan için “helâl
olsun” da dedi “yuh yani” de…
Ama ikisini de söylerken samimiydi, vicdani kanaatiydi onları
söyleten…
“Helâl olsun” derken bir çıkar umudu olmadı,
“yuh yani” dediğinde de kişisel bir öfkenin tesiri
altında kalmadı…
Ve ben en çok tartıştığım, ters düştüğüm durumlarda bile
Ahmet Hakan’ın bu tarzını hep sevdim.
Biliyor musunuz?..
Ama yaşamadıysanız nereden bileceksiniz?..
O halde bizzat yaşamış biri olarak söyleyeyim:
Bir yazara yapılabilecek en kirli kötülük o
yazarın birilerine “yandaş” olduğunun iddia
edilmesidir.
“Yandaşlık” suçlaması bir yazarın fikri namusunu
apış arası namusundan çok daha fazla bozar…
“Yandaşlık” suçlaması bir yazara demirden
“güvenilmezlik” elbisesi giydirmek demektir…
“Yandaş” aynı iktidara “yaşasın”
dedikten bir dakika sonra “kahrolsun”
diyendir…
Oysa yazar ne “yaşasın” der
bir siyasi güç için, ne de
”kahrolsun”…
Bunun yerine,
“bravo” der doğrusunu yaptığında; “olmadı,
yanlış bu iş” der hatalı yola saptığında…
Yazarlık hayatım boyunca, ülkenin en etkin köşe yazarlarıyla
dalaştım, en güçlü patronlarına ekrandan parmak sallayıp,
“hhhhmmmmmmm!” dedim…
Buna rağmen içlerinde son nefesime kadar
affetmeyeceklerimin sayısı üçü geçmez…
O üç
kişi de, şerlerinden korumaya çalıştığım kimi mağdur
politikacılarla beni “yandaş” gösteren üç
kişidir…
Fikirlerimin yanlış olduğunu söyleseydiler, nerede yanlış yapmış
olabileceğimi düşünürdüm bile…
Bana küfür etseydiler, hakaretlerle paçalarıma dalsaydılar umurumda
bile olmazdı…
Ama…
“Falancanın yalakası, filancanın yağcısı”
dediklerinde öfkem tepeme çıkıyordu…
Ve işte bu kişilerin isimlerini duyduğumda kırmızı görmüş boğaya
dönüyordum…
Halen de öyleyim…
Bir TV ekranına çıksam ve bana bu üç kişinin adını ansalar bir anda
ben olmaktan çıkıp, Ferhan Şensoy’un ünlü
tiplemesi “çok kızan Remzi Bey”e dönüşüyorum…
İşte bu nedenle olsa gerek Ahmet Hakan’ı en iyi
anlayanlardan biri olduğumu zannediyorum…
Efendiler…
Ahmet Hakan’ı eleştirin, eleştirelim;
bunu ben de yaptım, bundan sonra da yapacağım…
Ama be arkadaş…
Adamın hakkını da verin, verelim…
Vicdanı en temiz yazarlardan biri olduğu gerçeğini kabul
edelim…
Varsa kavganız/kavgamız; fikrileriyle olsun…
Kimliğiyle ya da kişiliğiyle değil…
Söyledikleriyle
yazdıkları ilgilendirsin sizi de bizi de…
Özel hayatı değil…
[email protected]