Ahmet Davutoğlu’na bu kötülüğü kim yaptı?

Ahmet Davutoğlu’na bu kötülüğü kim yaptı?

Ahmet Davutoğlu’nun son altı ayda geldiği noktayı görünce dayımın söylediği bir cümleyi hatırlıyor ve derin bir üzüntü duyuyorum.

Ardahan’da yaşayan bir dayım var. Bazen yalnız, bazen arkadaşları ile ama neredeyse yılın her günü oturduğu içki sofrasında pek inanmasa da dini meseleleri tartışır.

Ramazan ayı geldiğinde derin bir saygı ile bir ay boyunca içkiye ağzını sürmez. Birgün yanına gittiğimde genç sofra arkadaşlarından birini gördüm. Büyük bir hastalığa yakalanmıştı. İçki yüzünden karaciğeri iflas etmiş, buna bağlı olarak da bütün vücudu yara bere içinde kalmıştı. Arkadaşını göstererek “Dayı ne oldu bu adama böyle?” diye sordum.

Dayım biraz duraksadıktan sonra “Valla yeğenim, bir ilçe bir araya gelseydi bu adamın kendisine verdiği zararı  ona veremezdi, kendi kendini bu hale soktu” diye cevap verdi.

İşte son dönemde Ahmet Davutoğlu’nun geldiği noktayı görünce kendi kendime “Sanırım bir Türkiye bir araya gelseydi herhalde Ahmet Davutoğlu’nun kendisine yaptığından daha fazla bir kötülüğü ona yapamazdı” diyorum.

Ahmet Davutoğlu’nu uzun zamandır tanırım. Mahallede her zaman büyük bir övünç ve gurur kaynağıydı.

Duruşu, derinliği, ağırbaşlılığı, bilgece tavırları, okuduğu okullar, özgüveni, konulara hâkimiyeti... Bütün bunlardan dolayı büyük bir saygı görüyordu.

Harp akademilerinde ders vermesi, Hacc’ın yeniden yorumlanması için dünyadan çağrılan 6 kişinin arasında onun da bulunması dindar kesim için gurur vericiydi.

Ahmet Davutoğlu’nun da bakan olduğu bakanlar kurulu açıklandığında yurt dışındaydım.

Listeyi internetten görünce özellikle Ahmet Davutoğlu ve Ömer Dinçer’in varlığı 2007 sonrası kurulan hükümete bende derin  bir güven duygusu oluşturdu. Türkiye’ye dönünce bu hislerimin birçok kişi tarafından da paylaşıldığını gördüm.

Dost düşman herkese şahsiyetli dış politikanın ne olacağını gösterecek,  Başbakan bir ‘hata’ yapacağı zaman özellikle Davutoğlu buna engel olacaktı. Eğer ‘hata’da ısrar söz konusu olursa da ‘doymuş’, ‘her şeyi aşmış’, 'ne makama, ne ekstra bir itibara veyahut popülariteye ihtiyaç duymayan'  Davutoğlu siyasetin çarkında kendini heba etmeyip siyasetin dışına çıkacaktı.

İlk yıllarda bu beklenti fazlası ile karşılandı. Öyle ki eski dışişleri bakanları arasında yapılan başarı anketinde Ahmet Davutoğlu’nun 10 üzerinden 8 gibi yüksek bir puan alması mahallede “İşte budur” havası estirdi.

Komşularla sıfır sorun teorisi realize oluyordu. Stratejik Derinlik Ahmet Davutoğl’nun ince hesapları ve ‘şahsiyetli’ tutumu ile ete kemiğe bürünüyordu. Komşularla bahar havası esmiş özellikle Ortadoğu’da Türkiye’nin itibarında göze görünür bir yükselme meydana gelmişti.

Her şey tam da dindar kesimin arzuladığı gibi gidiyordu. 'Mahallenin gözbebeği' Ahmet Davutoğlu yıllarca savunduğu ilkeleri birer birer hayata geçiriyordu. 

Ta ki Arap Baharı patlak verene kadar.

Arap Baharı ile her şey bir anda tersine döndü. Önce Libya, ardından Suriye, buna bağlı olarak İran ve Irak ile olan ilişkilerde gelinen aşama yılların birikiminin ortaya koyduğu ‘vizyon’a ağır darbeler indirmişti.

'Sıfır sorun' ciddi yara almış, Türkiye komşuları ile eskisinden daha sorunlu hale gelmişti.

İlk kırılma Libya’da yaşandı. Davutoğlu’nun alışık olmadığımız üslubunu ve tutumunu ilk olarak orada gördük. Libya ile artan ticari rakamlardan bahseden Davutoğlu, Kaddafi sonrası ölen yaklaşık 10 bin  insanın ölmesiyle artık ilgilenmiyordu.

Ardından Suriye. Muhalefete cesaretlendirici desteği, Suriye meselesindeki İran ve Rusya dengesini hesaba katmadan yapılan meydan okumalar, Türkiye’yi ama özellikle de Ahmet Davutoğlu’nu büyük bir açmazın içerisine çekti. Şimdi Suriye’de her gün yüzlerce insan ölüyor. Ne yazık ki 'Türkiye’nin Kissenger’ı bir şey yapamıyor.

Ahmet Davutoğlu’nun samimiyetinden kimse şüphe duymuyordu. İyi niyetle bir şeyler yapmaya koyulmuştu ama varılan nokta pek parlak değildi.

Bu sonuç derinden hissedilen o gurura büyük bir darbe indirdi.

Ahmet Davutoğlu gibi dış politika piri sayılan birinin ‘Dünya Sitemi‘nde merkez-çevre ilişkisi çerçevesinde çevrenin merkezden bağımsız komşu ilişkileri belirleyemeyeceğini bilmemesi düşünülemezdi. Herkes ‘sıfır sorun’un bütün bunlar hesaba katılarak ortaya atıldığına o kadar çok inanmıştı ki…

Peki neydi bu “stratejik vizyon”a darbe vuran? Niçin sonuç Ahmet Davutoğlu’nun istediği gibi olmamıştı?

Niçin büyük emek harcayarak ilişkileri düzelttiğimiz komşularımız ile birden bire sorunlu hale gelmiştik? Niçin bu kadar gurur duyduğumuz biri en büyük projesinde başarısızlığa uğramıştı?

Batının barışmamızı istediği  ‘Kuzey Irak’ ile sıkı ilişkiler geliştirirken, aramızı düzelttiğimizi düşünüp ortak bakanlar kurulu düzenleyecek kadar ‘dost’ olduğumuzu varsaydığımız Suriye ile birden bire nasıl oluyordu da muarız halini alıyorduk? İran hakeza..

Bütün bu soruların cevapsızlığı her geçen gün Davutoğlu’nun itibarına darbe indirdi. Sessiz bir hayal kırıklığı yaşanıyordu. Kimse açıktan dile getiremiyordu ama beklenen olmamıştı. Siyaset bir ‘gözbebeğimizi’ daha almıştı.

Evet, genel olarak büyük bir hayal kırıklığı  yaşanıyor.

Kimse bu olup bitene anlam veremiyor.

Benim de içinde bulunduğum bir avuç insan Ahmet Davutoğlu’nun hem Libya hem de Suriye meselesinde aldığı  tutumu kıyasıya eleştirdi.

Eleştirdik çünkü: Siyaset çarkının Ahmet Davutoğlu’nu da yok etmesine gönlümüz razı değildi. Nasıl olsa ‘batı  ile müttefikliği sürdürecek’, Hilary Clinton ile poz vermekten büyük keyif alacak dışişleri bakanı bulunurdu ama Ahmet Davutoğlu kolay yetişmiyordu.

Kaybeden  yalnızca Ahmet Davutoğlu da değil. Davutoğlu'nun danışmanlarının yerinde olsaydım eleştiri niyetiyle yazılıp çizilenleri ‘Bizden daha mı iyi biliyorlar” diyerek istiskal edeceğime, Davutoğlu'nun eleştirenlerle kibir takınıp irtibatını keseceğime gelinen durumdan dolayı milletin içine çıkacak yüz bulamazdım.

Sahi siz de benzer bir hayal kırıklığı yaşıyor musunuz? twitter.com/acikcenk