Ahmet Altan geçtiğimiz hafta Kamu İhale Kurumu’ndaki yolsuzluk operasyonuna medyanın sesiz kalmasına, görmezden gelmesine isyan etti.
Bu isyanını dile getirirken de ‘Nerede bu dindar yazarlar?’ diye bir soru ortaya attı.
Ahmet Altan bu sorusunda büsbütün haksız değil. Medyada olaylara yaklaşımda meşrepler uzun zamandır büyük rol oynuyor.
Ahmet Altan’ın bu sorusundan kim rahatsız olup gerekli cevabı verecek diye bekledim ama nafile. Kimseden bu isyana makul bir cevap gelmedi.
‘Dindar yazarlar’ın bir kısmı bu ara ganimet
paylaşımını konuşmakla meşguller.
Eski dindarlardan, yeni bir yazar olarak bu soruya cevap vermekte
bana düştü.
Turkiye'de genel medyanın kumaşı ne ise dindar gazetecilerin de
kumaşı aynı. Dindar olduğu için daha sağlam, daha namuslu, daha
karakterli, daha vicdanli; bir gazeteci, bir aydin, bir entelektüel
görmedim.
Eger dindar medya sağlam bir kişiliğe, sağlam bir vicdana, sağlam
bir ahlaki yapıya, sağlam bir entelektüel seviyeye ulaşmış olsaydı
dindar kesim bu kadar bayağı bir hal almazdı.
Türkiye dindarlarında herbirimizin göğsünü kabartacak bir yüksek
standart yoksa bunun baş sorumlusu bugün ortalıkta dindarlıklarıyla
yer kapmış olan gazeteci, aydın, yazar-çizer takımıdır.
Dindarliklari saglam bir karakter vercegine bugun tam tersine
dindarlıkla gelen aidiyet duygusu bu gazetecilere tuhaf bir
maslahatcı tutum almayı sağladı.
Daha önce de söyledim. Günümüz dindarlık algısı, yorumu
kimseyi var olandan daha fazla dürüst, cesur, ahlaklı
yapmıyor.
Fakat benim anlamadığım Başbakan Erdoğan'ın 'dindar
nesil' projesini öfkeyle eleştiren Altan bugün niye
dindarliktan medet umuyor?
Hal boyleyken yine de Ahmet Altan’ın bu sorusunun tek taraflı, etraflıca düşünülmemiş, derinlikten yoksun bir değerlendirme sonucunda yapılmış çıkış olduğunu düşünüyorum. Sadece meselenin görünen kısmı üzerinden yorum yapmayı da Ahmet Altan'a yakıştırmıyorum.
Şöyle ki: Türkiye’de yargıya olan güvenin bu kadar erozyona uğradığı ve yargının bir hesap peşinde koştuğunun anlaşıldığı bir dönemde, peş peşe patlatılan veya bundan sonra patlatılacak olan ‘yolsuzluk operasyonlarına’ hukuki bir temizlik operasyonu olarak bakabilir miyiz?
Defalarca yazdım: Yargı son birkaç yıldır aldığı tarafgir kararlarla, attığı hukuktan nasipsiz adımlarla, bundan sonraki her adımını da tartışmalı hale getiriyor.
Şimdi geçtiğimiz hafta Kamu İhale Kurumu’na yapılan yolsuzluk operasyonunu yargı- emniyet, MİT-hükümet tartışması çerçevesinde ele alalım.
Yargı ve emniyetin bu kadar gözü kara bir şekilde hükümete karşı ‘sivil darbe’ girişiminde bulunduğunu nasıl görmezden geleceğiz? Yargının son adımı bütün yolsuzluk operasyonlarını şüpheli hale sokmadı mı? Halk bundan sonra yapılacak her ‘yolsuzluk operasyonu’nu, yargının ve emniyetin başbakana açtıkları savaşın devamı olarak görmeyecek mi?
Mesela bir sabah kalktığımızda başbakan Erdoğan’ın en yakınındaki birkaç kişinin ‘yolsuzluk iddiası’ ile gözaltına alındığını gördüğümüzde, bu operasyonun hukuki bir gerekçeyle yapıldığına tüm kalbimizle inanabilecek miyiz?
Ortada derin bir çatışma varken, taraflardan birinin bir diğerini alt etmek için atacağı adımlara sorgusuz sualsiz destek olmak düşünen beyinler için küçültücü olmaz mı?
Gönlümüz ferah bir halde kimsenin değirmenine su taşımadan nasıl bir tutum belirleyeceğiz?
Alacağımız tutumun iki taraftan birinin işine yaramasına, birinin diğerinin boğazına biraz daha çökmesine destek olarak algılanmasına nasıl engel olacağız?
İstediğini yakalayan, istediğini serbest bırakan, istediğini suçlu çıkaran, istediğini temize çıkaran yargının yolsuzluk operasyonlarına nasıl ‘temizlik operasyonu’ diyeceğiz?
Ortada böyle bir algı, böyle bir tartışma, böyle bir güvensizlik var değil mi?
Temizlik yapmak için önce temiz ve güvenilir olmak gerekmiyor mu?
Hrant Dink davasında adı geçen MİT elemanlarına dava açmak için izin bekleyen yargının, diğer taraftan izine bile gerek duymadan 4 MİT mensubuna yakalama kararı çıkarmasını ve buna destek olan ‘bir kısım medya’nın çabalarını görmezden mi geleceğiz?
Ahmet Altan bunların farkında değil mi? Niçin meselenin bu kısmını görmezden geliyor?
Bundan sonra açılacak her yolsuzluk dosyasını millet, ‘büyük resme’ bakarak, ‘İsrail’in Başbakan Erdoğan’ı yıpratma amaçlı operasyonu' olarak algılayacaktır.
Hangi gazete, hangi TV, hangi gazeteci, hangi aydın, hangi kanaat önderi ne yazarsa yazsın, ne yaparsa yapsın, milletin kafasında oluşan bu algı değiştiremeyecektir.
Peki Ahmet Altan ve Taraf gazetesi böyle bir algıya sebep olan yargıya karşı ne yaptılar?
“Devlette iki güç var, bakalım kim kimi tasfiye edecek?” türünden suya sabuna dokunmayan bir iki cümleden başka hiçbir şey. Niçin şöyle esaslı bir tavır takınıp sağlam bir eleştiri getirmediler?
Tuz kokmuş, bu niçin görülmüyor? Tuzun temizlenmesi kimin görevi?
Amaç ne? Üzüm yemek mi, yoksa bağcıyı dövmek mi?
Amaç sadece cesur, dürüst, bağımsız gazeteci pozları vermekse, o başka.
Tek taraflı bir tutum dürüst, bağımsız, cesur entelektüellere yakışır mı?
Gazetecilik mi yapacağız, yoksa Türkiye’de kirli hesap sahiplerinin arkasında sıraya mı gireceğiz? www.twitter.com/acikcenk