Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaklaşık 1,5 yıl önce "Artık ayları değil sayılı haftaları kaldı” diyerek Esad’a bir ömür biçmişti.
Davutoğlu bu ayıbı ikinci kere yaklaşık bir ay önce de NTV'de katıldığı bir programda "Esad'ın ömrünün günlerle sınırlı olduğunu" söyleyerek tekrarladı.
Biçilen sürelere rağmen hâlâ yerinde kaldığına ve destek veren ülkelerin açıklamalarına bakılırsa, Esad'ın erken bir tarihte gideceği yok. Bu, Türkiye'nin dış politikasına yön veren strateji ustası bir siyasetçi için mahcup olunacak bir tablodur.
İran'ın, Rusya'nın, Çin'in, Irak'ın, (hatta Saddam'a önce “Kuveyt'e girebilirsin” deyip sonra bundan dolayı da Irak'ı işgal eden) ABD'nin tutumunu hesaplayamayan bir stratejinin derinliği tartışma konusudur.
Diğer taraftan Davutoğlu hem Suriye halkını, hem Türkiye kamuoyunu, hem de hükumeti bu iyi hesaplanmamış, hamasete dayalı stratejisi ile büyük bir açmaza sokmuştur.
Davutoğlu'nun Esad'a ömür biçmesine dikkat çekiyorum, çünkü Esad'a ömür biçme olayı bize bir kez daha gösteriyor ki Suriye meselesi artık bir hak ve özgürlük mücadelesi olmaktan çıktı. Devletlerin istikrarı, bazı siyasetçilerin kariyeri, birçok ülkenin siyasi çıkarlarının korunmasında belirleyici bir sınava dönüştü.
Bazı devletlerin ve siyasilerin Suriye halkı üzerinde yaptığı bilek güreşini izliyoruz.
Esad gitmediği takdirde; Türkiye'nin, hükumetin özellikle de Ahmet Davutoğlu'nun büyük sıkıntıya gireceği aşikar.
Diğer taraftan Esad giderse İran ve Rusya gibi devletlerin ‘stratejik güvenlik’ endişesi yaşadığı da ortada. Hal böyle olunca Suriye'deki iç savaş Suriye halkından çok, etraftaki devletlerin ve siyasetçilerin geleceğini belirleme savaşına dönüştü.
Esad'ın kalmasını isteyenler de gitmesini isteyenler de aslında kendi canını kurtarma telaşındalar. Sadece devletler değil partiler, İslamcı hareketler, cemaatlerin varlığını sürdürebilmesi, burada aldığı tutuma bağlı.
Bundan dolayıdır ki Suriye'den gelen, Esad'ın sivilleri öldürdüğüne dair her haber Türkiye’de büyük bir heyecan dalgasını da beraberinde getiriyor.
Bunu sosyal medya daha net görebiliyoruz. Diyelim ki Suriye'de devlet sivilleri bombaladı ve çok sayıda sivil öldü. Türkiye'de Suriye meselesinden dolayı konumunu sağlama almak isteyenler, haberi büyük bir heyecanla ve "Bu da mı gol değil" mantığıyla yaymaktan ve bu ölümlerden bir haklılık izhar etme çabasına girmekten imtina etmiyorlar.
Ne kadar çok insan ölürse, bunların haklı olduğu o kadar çok açığa çıkacak
Ne yazık ki mesele bu aşamaya geldi. Binlerce insanın ölümünün birilerini 'haklı' çıkarmaktan başka hiç bir fonksiyonu yok!
Biliyorum Türkiye'de meseleye “siyasi hesapla değil” deyip hâlâ vicdan, ahlak penceresinden baktığı mavalını okuyan çevreler epeyce kalabalık. Özellikle de iktidardan pay alan dindar çevreler.
Suriye meselesinin ta en basından beri ahlak ve vicdanla ilgisi olmadığı gün gibi ortada.
Hal böyleyken buradaki ahlaki sefalete, ve sahte vicdana sık sık dikkat çekmenin mahcubiyetini de biz yaşıyoruz.
Bir kaç kez yazdım, tekrarlayayım:
Türkiye'nin, Suriye’yle ilgili tutumu ahlaki bir temele dayanıyor olsaydı, Esad'dan önce Irak ve Afganistan’da katliam yapan ABD ile ilişkileri kesmesi gerekirdi.
Suriye meselesi ahlaki bir temele dayansaydı, o ahlak Suriye'den önce 50 yıldır İsrail işgali altında açlığa, ölüme, sefalete mahkum edilmiş Filistin halkını görürdü.
Suriye meselesi ahlaki ve vicdani bir temele dayansaydı, Bahreyn'de de öldürenin değil ölenin yanında yer alırdı.
Suriye meselesinin temeli ahlak olsaydı, Sudan'da Beşir'den değil, ölen insanlardan yana tavır alınırdı.
Eğer tek gerekçe ahlaki sorumluluk olsaydı "Biz bu işi kendi başımıza halledemiyoruz" deyip BM'de dünya devletlerinden Suriye'ye müdahale dilenme durumunda kalınmazdı.
“ABD ve İsrail’e gücümüz yetmiyor” diyerek ahlakın, dürüstlüğün, Müslümanlığın gereğini bir tarafa bırakıp reel politika tercih ediliyorken niye konu Suriye olduğunda ahlaktan dem vuruluyor, doğrusu anlaşılır gibi değil.
Evet kabul etmek gerekiyor ki yanlış bir öngörünün ve hamasi bir hesabın getirdiği bir açmaz var.
Görünen o ki Libya'da ABD büyükelçisinin öldürülmesi dünya devletlerinin Esad konusundaki çekimserliklerini artıracak. Bu durumda Türkiye'nin desteklediği silahlı muhalifler ile Esad arasında sıkışan halk ve Türkiye'yi giderek daha fazla kapana çeken bir tablo var ortada.
Ahmet Davutoğlu kibri bir tarafa bırakıp yanlış yaptığını kabul ederek yeni bir politik çıkış bulmalı.
Kendisinin de bir İnsan olduğunu ve ‘hata’nın da insanlar için olduğunu hatırlamalı ve kendi geleceğini Esad'ın gitmesine bağlamaktan ve binlerce insanın daha ölümüne neden olan iç savaşa destek vermekten vazgeçmeli.
Yoksa Davutoğlu'nu bu kapandan kurtaralım derken ülkemiz adına çok şey kaybedeceğiz.
Sahi, Suriye'deki savunma bakanının öldüğü terör eyleminde susup, formaliteden bile olsa kınamaktan imtina edenlerin, Libya'daki ABD elçisinin terör eylemini kınama ve gözyaşı dökme yarışına girmelerini neyle açıklayacağız?
Suriye meselesindeki ahlaka benzer bir ahlak var burada da, ne dersiniz?
Ayıp ve yakışıksız olan, ABD elçisine yapılan terörü kınamak değil, Suriye'deki terörü kınamamaktı. twitter.com/acikcenk
Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın