Doğan Satmış'ın yeni kitabı "Bir İşsizin Günlüğü"nü bir solukta bitirdim.
"Bu kitapta sen de varsın" notuyla imzalayıp göndermiş. Su gibi akıyor.
Onca yıllık arkadaşımın bu kadar komik, kinaye dolu cümleler kurmuş olması hoşuma gitti. Medya düzeniyle dalgasını geçiyor.
Anılarını tertemiz bir süzgeçten geçiriyor. Pisliklerin içinde kaybolmak yerine kuş bakışı üstlerinden dolaşıyor.
Kusmuyor, anlatıyor.
Medyayla ilginiz varsa okumalısınız. İbretlik.
Medya. Ertesi gün, işsiz kalıp kalmayacağınızı bilemeden günde 20 saat çalıştığınız bir iş.
İşsiz kaldığı günlerde onu yalnız bırakmadığımı yazmış.
Biz, zor zamanda dostun yanında olunması gereken kumaştan üretildik. Sıradan olması gereken tavırların sıra dışı sayıldığı günlerdeyiz.
Zor zaman, insanın insana ihtiyacı olduğu tek gerçek zamandır.
Elinden hiçbir şey gelmez ama omuzuna dokunduğunda, o da sen de kendini iyi hissedersin. "Satış" odaklı dünyanın unutturduğu gerçek.
Yine de. Doğan'ın kişiliği, ilişkileri, muhteşem eşi Burçin varken benim yanında olmamı yazması büyük lütuf.
Kitapta, Habertürk'te yazılarıma son verilmesi sürecini de yazmış.
(Medyada yönetici olmakla cellatlık arasında çok fark yoktur. İkisi de hissederek yapılmaz.)
Yazılarım haberturk.com'da çok okununca. Fatih Altaylı, "Yazarlar liginde birinci lige çıktınız" demişti. Fatih gibi bir ego bunu söylüyorsa, gerçeklik payı olmalıydı.
Doğan, bu süreci anlatmış. Fatih'in Habertürk'te beş gün, beşinci sayfada yazmamı teklif ettiğini. Kendisine "öğretim üyesi olmam nedeniyle sadece iki gün yazabileceğimi" söylediğimi.
Fatih'in beş gün için ısrar ederek bana bunu kabul ettirdiğini. Ama gazete çıktığında köşemin sadece bir güne indirildiğini de anlatıyor.
(Doğan'ın kitaba koymadığı ayrıntıyı ekleyeyim: Beş gün yazmam için ısrar edilip sonuçta bir güne indirilince yazmaktan vazgeçmiştim. Gazeteyi arayıp yazı göndermeyeceğimi söyleyeceğim sırada Uğur Dündar'la konuşmuştuk.
Bana "Şimdi bırakırsanız yeni gazetede sizi istemedikleri algısı oluşur. Yazmaya başlayın, ilerde bırakırsınız" demesiyle yazmaya devam etmiştim.)
Yazmıştım. Çünkü Habertürk'te ciddi bir okur kitlem vardı, Fatih Altaylı iyi biliyor.
Bana beş gün yazmam için ısrar eden Fatih Altaylı, artık yazmayacağımı söylemesini de Doğan'dan istemişti. Fatih'in içten içe gönderilişime üzüldüğünü bilsem de, bu tavır korkakçaydı.
Bana neden yazdırılmadığını halâ bilmiyoruz. Fatih'e Kenan Tekdağ söylemiş. Sonraları "atılmasıyla ilgim yok" diyen de Kenan Tekdağ'dı.
Mantıklı bir sebebi yoktu yazılarımın bitirilişinin. Mantık? Medyada aranacak son şey...
Bu duruma en çok şaşıranlar Erdoğan'ın beraber yola çıktığı danışmanlarıydı. Onlar en devamlı okurlarımdı. Halâ da öyle.
Sadece. Ciner'le ortaklığı olan Cüneyt Zapsu'dan şüphelendi herkes. Çünkü. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin seçim kampanyalarının Ali Taran'a verilmemesini yazmıştım köşemde. Taran, siyasal iletişimden anlamazdı.
Kampanya Taran'a verilmedi. Ve Erdoğan iyi kampanyalar yapmaya devam etti.
Meğer Ali Taran, Zapsu'nun arkadaşıymış. Olsa olsa yazılarımı o engellemiştir dedik.
Buna rağmen. Zapsu'nun "Ciner Grubundan kim gönderilirse bana buluyorlar. Çoğuyla hiç ilgim yok" dediğini de biliyorum.
Kitapta çok şey var sizlerle paylaşmak istediğim...
CHP İÇİN KOALİSYON KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ
Kılıçdaroğlu ve Davutoğlu anlaşmak zorunda. Öyle "Büyük sermaye bunu istiyor" falan demeyeceğim. Başka gerekçelerim var.
Anlaşmak zorundalar çünkü;
Bir, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidar anlayışının yumuşaması gerekiyor. Bunu da Cumhuriyet Halk Partisi yapabilir.
İki, iki partinin de gerçek tabanı sanıldığı kadar farklı değildir.
Üç, melezleşmeden ayakta kalamayacak partiler döneminde, iki partinin de içinde diğerinden biraz vardır.
Dört, CHP'nin iktidarsızlık sorununa kısmen de olsa çözüm lazım.
Beş, CHP'nin hükümette olmadığı her durum CHP'liler için daha kötü bir sonuçtur.
Altı, koalisyon herkesin kendi istediğini yaptığı değil, ortak iyilerin yapıldığı yönetimdir ve sadece bu nedenle bile kötü bir şey değildir.
Yedi, CHP bu koalisyona girmezse kaosa girer.
Ve.
Baykal'ın TBMM Başkanlığını sorun eden parti yöneticilerine hatırlatmak gerek;
"Cemaat"e yakın isimlerin partide tepelere tırmanmasını hazmedebiliyorsunuz.
Sağcı politikacıların transfer edilmesini içinize sindirebiliyorsunuz.
Da...
Ömrünü CHP'ye ve ilkelerine adamış bir parti büyüğünü içinize sindiremiyorsanız...
Sorun başka yerde değil, sizdedir.
OKURA NOT:
Türkiye'de medyanın kısır döngüsünü anlamak istiyorsanız, Oray Eğin'in 28 Haziran 2015 tarihli Sözcü Pazar'daki yazısını mutlaka okuyun.
AKLIMDA KALAN
Televizyon yorumcularının komedisi: İki yorumcu konuk. İkisi de iktidar partisine yakın. Daha doğrusu bu sıfattan nemalanıyorlar. Medyamız Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ayakkabı boyacısıyla selamlaşıp, hava atanlarla dolu. Tartışma, Davutoğlu'nun kimi Meclis başkanı adayı yapacağı üzerine. Biri diyor ki "Nabi Avcı'nın adaylığı kesin gibi. Partiden öyle duyumlar aldım." Diğeri de ısrarlı "Hiç sanmıyorum, bence Volkan Bozkır olacak. Onun adı partide öne çıkıyor." Program bitiyor, 15-20 dakika sonra aday olarak İsmet Yılmaz açıklanıyor! Diyeceğim o ki, televizyonlarımızın tartışması da yorumcusu da budur.