Acıklı da laf mı!!!

Cumhuriyet, 12 Eylül öncesi. Okudukları gazete nedeniyle öldürülen insanlar döneminde. Babamın iç cebinde saklayarak eve getirdiği gazeteydi.

Okur sitemli, Cumhuriyet gazetesine operasyon varmış. Bir cümle bile yazmıyormuşum.

Oysa Cumhuriyet’i tam 19 ay önce, 5 Mart 2015’de “Çok Acıklı Çok” başlığıyla yazmıştım.

Ahmet Altan Cumhuriyet’e konuk yazar olunca, “Ucuz kahramanlığın rağbet gördüğü ülkede bu ne kemiksizlik” diye hayıflanmıştım.

Başyazarı, Ankara temsilcisi “kumpas”tan tutuklanmış gazetede, kumpasa temel haberlerin yayın yönetmeni yazı yazınca, Cumhuriyet’e acımıştım.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından önemi bir yana, kişisel tarihimde fazlasıyla önemliydi çünkü.

12 Eylül öncesi. Okudukları gazete nedeniyle öldürülen insanlar döneminde. Babamın iç cebinde saklayarak eve getirdiği gazeteydi.

Eve girince zoru başarmanın tavrıyla gazeteyi masaya özenle bırakışını hiç unutmam.

Öğrenciyken ilk tanıştığım köşe yazarıydı Mustafa Ekmekçi. Kimsenin hiç bir şeyi olmayan beni, sırf kalemim iyi diye UBA Ajans’a emanet eden Ekmekçi.

Başından hiç çıkarmadığı kasketine baka baka yürümüştük Kızılay’daki Cumhuriyet binasından UBA Ajans’a.

O gün nereden bilebilirdim ki, medyada arkamda duran tek adamın Ekmekçi olacağını. Keşke bilseydim. Parasız öğrencilik günlerimde bir çiçek alabilirdim belki.

Fakültede oda komşumdu Cumhuriyet’in efsane yazarı Ahmet Taner Kışlalı.

Şimdiki yayın yönetmeni (Can Dündar), Cumhuriyet’in hiçbir yerinde yoktu o zaman. İnsanın derin bir iç çekesi geliyor.

Ankara’nın taşını, gözlerin yaşını bırakıp ‘Cumhuriyet’in kaderine bak” demiştim.

O yazıdan 19 ay sonra. Cumhuriyet’e operasyon.

Cumhuriyet FETÖ tarafından kullanıldı mı? Bence kullanıldı.

Cumhuriyet’in yönetimini ele geçiren Vakıf, hem Cumhuriyet okurları hem de gerçek Cumhuriyetçiler tarafından netameli karşılandı mı? Karşılandı.

Cumhuriyet’ten yeni bir Taraf yaratılmaya çalışıldı mı? Çalışıldı.

Bu konudaki şüphem, 3 Mart 2015 tarihli Cumhuriyet’te Ahmet Altan’ın konuk yazar yapıldığı gün ortadan kalkmıştı.

Cumhuriyet artık, babamın uğruna kurşun yemeyi göze alarak eve getirdiği ideallerimizin gazetesi değildi.

Yine de. Sözcüklerinden başka hiçbir şeyi olmayan bir gazetenin kaderini politikacıların değil, okurlarının o gazeteden yüz çevirmesi belirlemeli.

KENDİ OKURUMA NOT:

O kadar çok “yazınız neden yok” sorusu sordunuz ki, yine yeni yeniden açıklayayım.

Dünya ve Türkiye gündemi bir yana. Kendi gündemim fena. En yoğun ders verdiğim dönemdeyim ve üstelik annemin hastalığıyla mücadele etmekteyim.

Lütfen yazı yoksa anlayış göstermenizi rica edeceğim.

VATANINI SEVEN BİR ARAYA GELSİN”

Başlıktaki cümle olağanüstü gündemle toplanan CHP Parti Meclisi bildirisinin özeti.

Bu cümle, Kurtuluş Savaşı günlerinde büyük iş başarmıştı. CHP şimdi de aynısını hedefliyor olmalı.

Bildiriyi kaleme alan isimlere bakıyorsunuz, toplumdan ne kadar kopuk isimler varsa onlar: Selin Sayek Böke ve Sencer Ayata.

Her fikir kağıtta durduğu gibi sokakta durmaz halbuki.

Mesela. FETÖ mağdurlarına destek çıktığı için Ergenekon-Balyoz sürecinde canı yananlar CHP’yi (Kılıçdaroğlu’nu demek daha doğru) yalnız bırakabilir.

Mesela. HDP’li vekillere destek çıktığı için şehit yakınları tarafından dışlanabilir.

ALTINI ÇİZMEK LAZIM

İlker Başbuğ, Darbe Komisyonunda altı çizilmesi gereken şeyler söyledi.

Dikkatlerinizden kaçmıştır diye buraya yazıyorum.

15 Temmuz’a “askeri darbe girişimi” muamelesi yapanlara yönelik olarak “Bu askeri darbe değil, Fetullah Gülen’in Silahlı Kuvvetler’e sızdırdığı cuntacıların silahlı kalkışmasıdır” dedi.

Önce TSK’nın içine yerleşmenin yolunu bulan FETÖ, sonra da o yerleştirdikleri kişilerle darbe girişimi yaptılar.

TSK üyeleriyle FETÖ’cüleri özenle ayırmak lazım.

AH ŞU MARSLILAR

30 Ekim 1938’de Marslıların dünyayı işgal ettiğini sanan ABD’liler sokaklara dökülmüş, kiliselere sığınmışlardı ciddi ciddi.

O gün bugündür Mars’ı kişisel mesele yaptı NASA.

Şimdi de. Marsa yerleşiyormuşuz.

Geri dönüşü olmayan bu yolculuğa Türkiye’den hayli başvuru olmuş.

Acaba neden ülkesini, ailesini geride bırakarak gitmek ister insan?

Büyük olasılık;

Bir, önce giden oturur diye düşünmüş olabilir.

İki, “Hele bir gidip parselin büyüğünü kapayım” telaşındadır.

Üç, “Bir gideyim de dönmenin yolunu nasılsa bulurum” demiş olabilir.

Dört, Ali Ağaoğlu tarafından bina dikilecek yerleri kapatması için gönderilmiş de olabilir.

HILLARY UNUTTU AMA…

ABD’de seçimler var. İlk kez bir kadın başkan adayı yarıştı.

ABD’yi popüler kültür üzerinden bildiğimizden gerçeğe dair epeyce bilgimiz eksiktir.

Mesela.

ABD’de kadın hakları öyle kolay elde edilmemiştir. Bu yönüyle siyahların hak mücadelesine benzer kadın hareketi.

Keşke Hillary Clinton bundan tamı tamına 100 yıl önce, 1916’da Ulusal Kadın Partisi’ni kuran Alice Paul’ün hakkını verebilecek bir kampanya yapabilseydi.

Alice Paul’ün kendini Beyaz Saray’ı çevreleyen tel örgülere zincirlemesiyle simgeleşen hak mücadelesine bir selam gönderebilseydi.

Ve fakat, ABD’nin geldiği noktaya bakın ki, ilk kadın başkan adayı bile ülkedeki kadınların oylarını almakta zorlanıyor..

ÜLKEM FUTBOLUNUN ÖZETİ

Geçen 10 gün içerisinde ülkem futbolunu özetleyen dört şey oldu;

Bir, Fenerbahçe’ye hakem kararlarıyla yenilen Konya Torku’nun Başkanı “Klasik bir Türk futbolu neticesi alındı” dedi.

İki, bir gün önce göklere çıkarılan GS teknik direktörü bir gün sonra yerlere çalındı.

Üç, Trabzon Teknik Direktörü Ersun Yanal, hakeme kızıp “Sporda ve sanatta torpil olmaz” dedi.

Dört, Arda Turan’la ipleri koparan ve Milli Takımı rezil eden Fatih Terim, (güya) Emre Belözoğlu istedi diye Arda’yı takıma çağırdı.

Beş, futbolumuzun en dökülen kalecisi Volkan Demirel bile bu duruma “Benim lobim yok, tweet’im yok ondan alınmadım” diyerek içi boş bir özgüven sergiledi.

Sahi bu ülkede bir Futbol Federasyonu var mıydı?

AKLIMDA KALAN

Demek ki böyle düşünen bir ben değilmişim hissi: İlker Başbuğ darbe komisyonunda öyle bir saptama yapmış ki ben de tam öyle düşünüyordum. Başbuğ’a “darbenin başarısızlık üzerine mi planlandığı” sorulmuş. Amaç TSK’yı dibe batırmak mıydı? Yanıtı şöyle: “Bir ordu üç türlü dibe batar: Birincisi verilen görevde başarısız olur. Biz bunu Dağlıca baskını ile yaşadık. Bunu sadece PKK olayı olarak değerlendirmiyorum. Ciddi bir olaydır. (Başbuğ bu kısma çuval olayını da dahil edebilirdi, etmemiş.) İkincisi komplo yaparak TSK çete diyeceksiniz. Denildi. (Kumpas olduğu ortaya çıktı.) Üçüncüsü TSK’yı darbe teşebbüsüne itiyorsunuz ama öyle tedbirler alıyorsunuz ki başarısız kalıyor ve dibe vuruyorsunuz.” Bu satırları okuduğumda aklıma, 22 Temmuz 2016’daki yazımda sorduğum “Ya gerçekte darbe girişimi amacına ulaşmışsa? Darbecilerin asıl hedefi TSK’nın itibarını sıfırlamak, zihinlerde yenilgiye uğratmaksa?” sorusu geldi. Haklı çıksam bir türlü, çıkmasam bir türlü.

Yorumlar 1 yorum