Abramowitz kime dost kime düşman?

Abramowitz kime dost kime düşman?

ABD’de aralarında Morton I. Abramowitz ile Eric S. Edelman gibi önemli isimlerin de olduğu grubun hazırladığı bir rapor geçtiğimiz hafta medyaya düştü.

Raporun adı: “Retorikten Gerçeğe: ABD’nin Türkiye Politikasını Yeniden Biçimlendirmek.”

Raporu köşelerinde ele alan yazarlar arasında iki isim ve bunların aldığı zıt tutumlar dikkatimi çekti. Biri Fehmi Koru, diğeri ise Cengiz Çandar’dı.

Medyanın bu iki önemli isminin raporu değerlendirirken takındıkları farklı tutum ilginçti.

Cengiz Çandar “raporun hükümet için uyarıcı nitelikte olduğunu ve önemle dikkate alması gerektiğini” savunurken, Fehmi Koru “belli odakların hükümet aleyhine başlattıkları yeni bir karalama kampanyası olduğunu ve işlerin nasıl yürütüleceğini görmek açısından dikkate edilmesi gerektiğini” söylüyordu.

Cengiz Çandar’a göre “rapor önemli” çünkü yazanlar da, yazılanlar da önemli.

Fehmi Koruya göre ise rapor gerçeği yansıtmıyor ama AK Parti'nin ‘muarızlarının’ bundan sonra işleri nasıl yürüteceğini görmesi açısından önemli.

Nasrettin hoca misali bu iki kıymetli yazarımıza “ikiniz de haklısınız” demek istiyorum.

Nasıl mı? Anlatayım.

Cengiz Çandar kendi duruşuna, tutumuna uygun gördüğü için raporun içeriğine ve yazanların AK Parti iktidarı sürecindeki önemlerine dikkat çekiyor ,“Bakın geçmişte size destek veren, bir anlamda iktidarda kalıcı olmanıza zemin hazırlayan ekip de bizim gibi politikalarınızdan rahatsız” demeye getiriyor.

Fehmi Koru ise hükümetin hatalarını, dış politika zikzaklarını tartışmaya girmeden raporu yazanların isimlerinin üzerindeki o ‘malum’ şaibeye dikkat çekiyor.

Peki isimlerin şaibeli olması yapılan eleştirileri bütünüyle değersiz kılar mı?

Son zamanlarda kafamı en çok meşgul eden soru bu.

AK Parti’yi eleştiren 'bazı kesimler' doğru söylüyor olsalar bile kimliklerinden dolayı bu eleştirilere ‘tuzak’ veyahut ‘bir planın parçası’olarak bakmak ne kadar sağlıklı?

Çünkü bu isimlerin geçmişte AK Parti’ye açıktan verdiği desteği ve AK Partililerin de bu destekten duydukları memnuniyeti gizlemediklerini hepimiz biliyoruz.

Sadece gizlememekle kalmayıp bunu bir övünç  kaynağı olarak kullandıklarının da şahidiyiz.

Şimdi aynı isimlerin AK Parti’nin politikalarının eleştirmelerine sadece bir ‘karalama’ olarak bakmak meseleyi tam olarak anlatmıyor.

İşin ilginç yanı geçmişte Abramowitz’in verdiği desteğe bakarak AK Parti’ye “ABD projesi” diyenler, şimdi Abramowotiz’in yazdığı raporu “ne kadar doğru ve yerinde” diyerek birbirlerine öneriyorlar..

Geçmişte Abramowiz’in desteğinden dolayı mutlu olan, beraber kahve içmek için heveskar davranan, onların yazdığı makale ve raporlarda adının geçmesi için uğraşan, hatta etkin oldukları vakıflardan itibar görmek için çabalayanlar ise rapora “Neo-conların hükümet aleyhtarı bir  kampanyası” olarak bakıyorlar.

Hakkını yemeyeyim, Fehmi Koru her zaman bu isimlerle alakalı rezervini korudu.

Sadece bu değil. Yabancı medyanın AK Parti’ye ilk yıllarda verdiği açık desteği hepimiz hatırlıyoruz.

AK Parti’nin özgürlükçü ve yenilikçi siyaseti terk edip daha muhafazakar çizgiye kaymasıyla aynı medyanın eleştirel bir tutuma büründüğü de bir gerçek.

Övgülerden mutlu olanların eleştirilere ‘karalama’ demeleri çok tuhaf.

Fakat raporun içeriğine göz atınca bir şey fark ettim. Evet, bu isimler şaibeli ama içeriğinin büyük kısmına katılmamak mümkün değil.

Mesela Suriye’de hükümetin yanlış yaptığını, Mısır meselesinde mantıkla değil duygusal ve stratejik olmayan bir tepki gösterildiğini AK Partililer bile söylüyor.

Hükümetin Ortadoğu’da Sünni reflekse dayalı  politika ürettiğini hepimiz görüyoruz.

Son dönemde ‘güçlü devlet’ olmadığı halde ‘güçlü devlet’miş gibi davranması, bırakın neo-conları AK Partili önemli isimleri bile rahatsız ediyor. 

NATO’ya bütünüyle rest çekecek duruma, güce ulaşmadan Çin’den füze almaya kalkışmak sakin, stratejik düşünen herkese göre yanlış.

Başını öne eğip kimseye dalaşmadan, kendi ülkesini tartışmalardan uzak tutup emin adımlarla mesafe kat etmesini sağlamak da bir politika, esaslı bir yol kat etmeden çok yol kat etmiş gibi hareket etmek, her tartışmada taraf olmak, ‘dünya sistemi’ne meydan okuyormuş gibi davranıp her seferinde geri adım atmak da bir politika.

Bana göre rapor ‘büyük devlet’ olmadan ‘büyük devlet’miş gibi davranmaya bir tepki.

Tamam, raporu yazanların niyeti kötü, bağlantıları şaibeli olabilir. Ama her seferinde geri adım atmakla sonuçlanan ‘Süper güç’ rolünü oynayanların hiç mi kabahati yok?

‘Düşman’ın eline koz vermenin de sorunlu bir tutum olduğunu görmemiz gerekmez mi?

Bilge insan Aliya İzzebegviç’in güzel bir sözü  var: Biz koyun olduğumuz için onlar da kurt oldular.

Eğer raporu yazanları kurt gibi görüyorsanız, biraz da kendimizin koyun oluşuna da dikkat çekmemiz gerekiyor.

Hatırlar mısınız, eskiden “her taşın altından çıkan” Masonlar vardı. Sonra Siyonistler oldu. Şimdi de faiz lobisi, neo-conlar var.

Sanırım eksiklikleri örtmek, taraftarları bir arada tutabilmek için her zaman bir ‘düşman’a ihtiyacımız olacak.

İktidar çevrelerinin son dönemde içine girdikleri “herkes bize düşman” psikolojisi, ne yazık ki eleştirilerden ders almanın da önüne geçiyor.

Sahi, bir dönem Türkiye’de hiçbirimize göz açtırmayan masonlar vardı. Nereye kayboldular?

Bir fikri olan? Twitter.com/acikcenk 

 Bu yazıya Facebook'ta yorum yapmak için tıklayın