ANALİZ

Zorunlu bir açıklama... Lütfen, mutlaka okuyunuz...

Bir de rahmetli Vehbi Koç’tan bizzat aldığım o müthiş ders var… “Bir olayın şüyuu vukuundan beterdir…”

Zorunlu bir açıklama... Lütfen, mutlaka okuyunuz...

ADNAN BERK OKAN

Aslında atılan mailler, gönderilen mesajlar ve telefon açıp tahrik edercesine “ne o ya, Hadi istiskal mi ediyor?” sorularına yapılacak tek şey var: Gülmek…

Ama…

Bir de rahmetli Vehbi Koç’tan bizzat aldığım o müthiş ders var…

“Bir olayın şüyuu vukuundan beterdir…”

Yani:

“Dedikodu, gerçekte hiç yaşanmamış bir olayın gerçekleşmiş olmasından bile beterdir…”

Gençler belki de henüz bu özlü sözün haklılığının farkında olmayabilirler...

Ama...

Benim yaşımdakiler ve daha ileri yaşta olanlar arasında, dedikodunun şuyuundan beter olduğunu bizzat yaşayarak öğrenmemiş olanı yok gibidir...

 

Yıl 1981…

Günlerden de 14 veya 15 Mayıs olmalı…

Zira…

O gün bütün gazeteler Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğunu yazıyordu…

Sekiz veya on Demirdöküm Bayii, Antalya Talya Oteli’nin lobisinde Vehbi Koç merhumun görüşlerini dinliyorduk…

Çok üzgündü…

Türkiye için hiç iyi olmadığını söyledi…

“Bir fenanın bin iyiye zararı olur” dedi…

Ve bir de “Bir olayın şüyuu vukuundan beterdir” atasözünü ilk kez merhumdan o gün duydum…

Doğruydu…

Bilmediğimiz ve belki de önemsemediğimiz en acı gerçeklerden birine dikkat çekmişti değerli büyüğümüz…

Bilhassa ticaret yapanlar için bunun çok önemli olduğunu vurguladıktan sonra mealen:

“Şayet hakkınızda itibarınızı zedeleyecek bir dedikodu yapılmışsa sakın boş vermeyin üzerine gidin, yalan olduğunu ispat edin. Aksi halde sahi sanırlar da çok zor durumlarda kalırsınız” demişti…

 

Evet efendim…

Sözü kendimle ilgili dedikodulara getireceğim…

Son günlerde Adnan Berk Okan köşesinde Doç. Nuran Yıldız’ın nefis makaleleri yayımlanıyor…

Gelin görün ki kimileri Nuran Yıldız Hanımefendi’nin sitemize intisap edişinin; Hadi (Özışık) tarafından şahsımın istiskal edilme amacını taşıdığını söylüyorlar sağda solda…

Ve daha da öte…

Bana da mail atarak, telefon ederek bu palavraya inanmamı bekliyorlar…

Yahu…

Nuran Yıldız Hanımefendi’nin sitemizde yazmasını isteyen, bunu hem kendisine ve hem de Hadi’ye teklif eden ilk kişiyim…

Yukarıda yazmak benim için ayrıca büyük yorgunluk oluyordu…

Hadi yazmamı istediğinde bunu kendisine de söylemiş ama onu kıramadığım için yazmaya başlamıştım...

Sanırım farkındasınızdır...

Günde 20 bin vuruştan (Harf) fazla yazıyorum…

Neresinden bakarsanız bakın her gün yaklaşık 15 kitap sayfası demektir bu…

Her ay 450 sayfaya yakın bir kitap üretimi gibi bir şey…

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, “saçmalıyor” dersiniz görüşünüzdür saygı duyarım…

Ama…

Yazılarım asla ve asla “kopyala/yapıştır” falan da değildir…

 

Ey güzel insanlar!..

Tekrar olacak belki ama lütfen biliniz ki; “istiskal” edildiğimi hissedersem zaten bir dakika bile durmam…

Ama…

Hadi 20 yıllık arkadaşım, kardeşim…

Benden şikâyeti varsa bunu bana söyleyebilecek kadar da medenidir…

Yani istiskal ederek beni ayrılmak zorunda bırakacak karakterde biri değildir Özışık…

Daha önce de söylemiştim…

Medya patronları, biz basın çalışanlarını (Yazar da olsak nihayet emeğimizi satıyoruz) işe aldıkları gibi işimize son verme hakkına da sahiptirler…

Medya çalışanı olmamız bizi diğer emekçilerden avantajlı kılmaz…

Kol emekçisi veya bir beyaz yakalı nasıl ki çalıştığı kurumun itibarını korumakla mükellef ise, biz basın emekçileri de çalıştığımız kurumun itibarını korumak zorundayız…

“Basın özgürlüğü” ile “edepsizlik yapma” özgürlüğü aynı şey değildir…

Basın özgürlüğü, kişisel tatmin için kuruma zarar verme özgülüğü de değildir…

 

Evet…

Kimilerinin dediği gibi sadece yazılı basındakiler değil…

Biz internet gazeteciliği yapanlar da “muhalefet yapmakta özgür değiliz…”

Ben de değilim…

Ama…

Özgürlüğümüzü kısıtlayanlar patronlar değil…

Ya da şöyle söyleyeyim…

Diğerlerini bilmem ama bizde Hadi Özışık’ın özgürlüklerimizi kısıtlayıcı tek bir müdahalesi bile yok…

O da şu yazıyı sizler gibi ilk olarak bu sütunlarda okuyor…

Yani “önce okuyup uygunsa izin veriyor da yayımlanıyor” değil bu yazılar…

Yazılıyor, yayımlanıyor ve vakti varsa okuyor Hadi…

 

Ama…

Sorumluluk anlayışım gereği kendi özgürlüğümü kendim kısıtlıyorum…

Çünkü…

Biliyorum ki Türkiye’de muhalefet etmek çok zor…

Ama unutmayınız ki; bize iş, köşe verenler için daha da zor…

Nihayet bu köşelerin de yar aldığı internethaber gurubuna ait siteler aylık yüz binlerce lira maliyetle çıkarılıyor…

Ve…

Ne yazık ki…

En cesur reklamveren bile yeri geldiğinde siyasi baskılara karşı koyamayabiliyor…

Bakın işte görüyorsunuz, sadece muhalefet eden kanallar ve gazeteler bir bir kapanıyor…

Neden?..

Reklâm alamadıkları için elbette…

Bildiğim kadarıyla internethaber Gurubuna (henüz) bir siyasi baskı yok…

Ama bunun sebebi mümkün olduğunca objektif olmaya çalışmak, objektif kalabilmeyi başarmaktır…

“Muhalefet yapacağım” diyerek “Sözcüleşme”nin de bir âlemi yok elbette…

Ya da…

Başbakan’ın gözüne girmek amacıyla Starlaşmak, Akşamlaşmak, Sabahlaşmak da gerekmiyor…

 

Hâsılı…

“Ben çok özgürüm, özgür olmak istiyorum” demek kurumsal ilkeleri ayaklar altına almak anlamına gelmiyor...

Kaldı ki bu site siyasi haber ve yorum içerikli bir site değildir…

Ve ey canım dostlarım…

Bugüne kadar patron ya da diğer çalışma arkadaşlarım tarafından asla incitilmedim…

Hiçbirisinin bana karşı saygılarında kusur da yok…

Yani…

Yaptığım iş meslektaşlarıma yönelik eleştiri temelli olduğu için sevimsiz olsa da ben şikâyetçi değilim…

Bilinsin istedim de…

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR