RÖPORTAJ

'Zaman'a yapılan Sözcü ya da Aydınlık'a da yapılsa karşı koymalıyız!'

Gülen cemaatinin görünen yüzü Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın eski başkanı Cemal Uşşak: "Zaman'a yapılan Cumhuriyet, Sözcü veya Aydınlık’a yapılırsa kapılarında aynen durabilmeliyiz" dedi

'Zaman'a yapılan Sözcü ya da Aydınlık'a da yapılsa karşı koymalıyız!'
Gazeteleri, televizyonları, radyoları, internet siteleri, ajans ve dergileri, bankası, dershaneleri, yurtları, evleri, üniversite ve kolejleri ve devletteki kadrolarıyla tartışılan, "Üzerinde güneş batmayan bir cemaat" var. Ya da 14 Aralık operasyonu ile gözaltına alınan ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın teklif ettiği isimle "camia."

T24'ten Hazal Özvarış, bugünün mağduru cemaatin, dünün mağdurları hakkında yapılan yayınlarda ve cemaatin devletteki kadrolarının icraatında cevap aradığı sorular ile cemaatin en kurumsal ancak ketum tarafı olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın mütevelli heyeti üyesi, kimlikteki ismiyle Cemal Uşak, yaygın kullanılan yazılışıyla Cemal Uşşak'ın kapısını çaldı.

Her ne kadar Zaman’ın geçmişini bugün deşmeyi “gayri ahlaki” bulduğunu söylese de hataların varlığını reddetmeyen Uşşak, “öteki mahalle”den isimlerin haksızlığa karşı duruşu için de şunu söylemekten çekinmiyor:  “Umarım bu, bizim mahalle için ders olur.”

Ve cemaatten isimlere söylediği şu cümleleri aktarıyor: “Dün yapmadık, yapmadınız; Cumhuriyet gazetesine, Sözcü’ye veya yerine göre Aydınlık’a benzer bir tasallut söz konusu olduğunda biz de gidip kapılarında Zaman gazetesinde durduğumuz gibi durabilmeliyiz.”   

İşte ndan çarpıcı bölümler:

ZAMAN'INKİ DE DİĞER MEDYA KURULUŞLARINA BENZER BİR YANLIŞ

- “Ahmet Şık ve benzer meslektaşlarımızın sadece gazetecilikten içerde tutuldukları onlara güvenenlerin düşüncesiydi. Başka sebepler olup olmadığını mahkeme sonuçlanınca göreceğiz.” Nisan, 2013’te sarf ettiğiniz bu cümle, Ekrem Dumanlı’nın benzer cümlelerle adliyeye sevk edildiği bugünlerden bakınca sizi rahatsız ediyor mu?

Ondan öteye geçerek, Hilmi Hacaloğlu ile yaptığım bir görüşmede “Hiçbir meslektaşımın yazdıkları ve konuştuklarından dolayı tutuklanmasını doğru bulmam” da dedim, Şık ve Nedim Şener’in yazdıkları beni rahatsız etse de. Yargı süreci devam ederken kişisel olarak “Suç işlediklerine inanmıyorum” diyebilirsiniz ama bu nihai hüküm değildir, bu benim dostum Ekrem Dumanlı veya Hidayet Karaca da olsa. Ama Türk basınının yargıya intikal etmiş davalar konusunda iddianameleri veya emniyetin bulgularını çarşaf çarşaf yayımlamak gibi kötü bir adeti var. Adı üstünde bunlar “iddia” kapsamındadır ve suç olup olmadığı kanıtlanmamıştır. 

- Bahsettiğiniz “kötü adet”ten Zaman da muzdarip.  

Gerek ana akım medya, gerekse diğer medya, hele ki şu günlerde iktidar yandaşı medya bunu iğrenç bir şekilde yapıyor. Daha da ötesi, önce belli merkezlerde hazırlanan raporlar “haberleştiriliyor”, sonra yargı bunu sözüm ona delil sayıp dava açıyor. Bu gazetecilik değil, düpedüz egemen gücün yardakçılığı. “İlk taşı günahı olmayan atsın!” diyeceğim ama bilmem öylesini bulabilir miyiz? Diğer taraftan şu günlerde “Zaman özeleştiri yapsın” davranışını etik bulmam. 

- Neden?

Bir siyasi iktidar uyduruk belgelerle bir sosyal kitleyi boğmaya çalışıyor. Onun eli boğazdayken, “Sen çok hatalar yaptın değil mi” diyerek “Bunu söylemezsen sana yapılan zulmü görmem” anlamına gelebilecek yaklaşımları doğru bulmam. Ama sözlerim Zaman’ın geçmişte her şeyi doğru yaptığı anlamına da gelmez. Zaman’ın yaptığı yanlış diğer medya kuruluşlarının yaptığına benzer bir yanlıştır. Gerek KCK, gerek Ergenekon sürecinde haysiyet cellatlığı yapmamak adına iddianameyi şahıslara indirgemeden belki de özetle yayınlamak gerekirdi. Ama herkes bu başkasına yapılınca görmezden geldi, kendisine yapıldığında feryat etti. Bu yüzden birilerinin özeleştiri daveti yapmasına hiç hakkı yok.

- Kimlerden bahsediyorsunuz?

İsimlendirmenin doğru olmadığından bahsettim. Sadece “Taşı masum olan atsın” diyorum. 

CAMİA İKTİDARA FAZLA DESTEK VERMİŞ OLABİLİR

- Zaman’ı diğer yayınlardan ayıran noktayı açalım. Ekrem Dumanlı serbest bırakıldıktan sonra şunu söyledi: “Birileri ile yol arkadaşlığı yaptıysak onları demokrat sandık.” Başka hiçbir gazetenin yayın yönetmeni, bir hareketi temsilen bu iktidarı “yol arkadaşı” olarak tanımlamıyor. 

Geçmişte diğer medya kuruluşları bunu söylemese de, bununla değilse de başka iktidarlarla bütünleştiler. Ama hiçbiri Ekrem Bey gibi ifade ve itiraf etmediler. Ekrem Bey’in ne kast ettiği bence belli. 

- Nedir?

Onun adına konuşmak istemiyorum fakat “Hak etmediği ölçüde kredi ve destek verdik” demek istiyor. Ben buna katılmıyorum. AB perspektifinde yol alan, olağanüstü hali kaldıran, toplumun bütün kesimlerini örneğin Kürtleri - tatmin edici olmasa bile - sözleriyle ve eylemleriyle kucaklayan, Alevi çalıştayları düzenleyen bir iktidara destek yerindeydi. Ama şu noktada ben şahsen yanıldığımı düşünüyorum; bazı adımlar dönemin şartları gereği siyasi yatırım olarak atılmış. Ve bunu fark etmeyen camia da iktidara fazlasıyla destek vermiş olabilir. Ancak referandumun kabul edildiği 2010’dan itibaren, AKP, vesayeti yendiğine hükmettikten sonra geçmişte yaptıklarının tam tersini yapmaya başladı, kucaklayıcı politikalarından vazgeçti.

(...)

İKTİDARLA PARALEL YÜRÜMEDİK YOLSUZLUKLARI BİLİP DE SUSMADIK

“İktidara destek”in altını Zaman’ın manşetleri dışında siz nelerle dolduruyorsunuz?

Yayın organı vasıtasıyla ya da yayın organlarından etkilenen vatandaşların önemli bir kısmının AKP sempatizanlığıyla. Yoksa paralel yürüme söz konusu değil. İddia edildiği gibi, yolsuzlukları camianın bilip de sustuğuna dair kimin ne delili var? “Filan gazete yolsuzluğu dile getirdiği halde Zaman gazetesi bunu görmezden geldi” derse birisi ben orada susarım. Ama 17 Aralık’la beraber mega yolsuzlukları biri gündeme getirdi de camia sustu mu?

- Örneğin, Erdoğan’ın Remzi Gür ile görüştüğü ve kızı Sümeyye Erdoğan için “20-25” istediğini içeren ses kaydını sanıyoruz Zaman yayımlamadı.

Hatırlamıyorum. 17 Aralık’tan önce miydi?

- Evet, ardından Ramazan Akyürek görevinden alındı.  

Hatırlamıyorum. 

- “Yolsuzluklara sustuysak susarım” dediğiniz için söyledim. 

Açıkça söylüyorum, ben bunu bilmiyorum. Bilseydim bunu söylerdim, camia içerisinde etkili veya yetkili bir konumum olmasa da.

- Siz de değilseniz cemaat içinde kim etkili ve yetkili?

İnsanların “iktidarın nimetlerini camia da yedi” algısına dair bir şey söyleyeyim. Birisi bir kitap yazmış, “Eskiden burjuvazi vardı, şimdi nurjuvazi var” diye. Dr. Aydın Uğur da buna dair bir röportaj verdi, ben de Ezgi Başaran’ı aradım, hocaya iletmesi için şunları söyledim; AKP döneminde ima ettiği anlamda devletten ihale alan benim yakın çevremde kimse yok. Camiaya mensup işadamlarının yüzde 99’u devletle iş görmez, ya kendi yağında kavrulur ya da yurt dışında iş yaparlar. Camianın AKP ile iktisadi bir bölüşümü söz konusu olmadı.

GÜLERCE BENİ İKNA EDERSE ÖZÜR DİLERİM

- “Sigortamın attığı yer bürokrasinin içindeki bu insanların neyi yapıp neyi nasıl yapmaları gerektiğine dair cemaatten talimat alması” diyen bir Hüseyin Gülerce de var. 

O da bunu ispatlamalı. Gülerce de geçmişte yazdıklarını inkâr edercesine konuşuyor bugünlerde. 

- Gülerce gözünüzde bir Latif Erdoğan mı? “Doğru söylüyor olabilir mi” diyeceğiniz kadar kredisi yok mu sizde? 

Benim için mülahazat hanesi açık. Bir gün Hüseyin Gülerce bana “Cemal’ciğim bilmiyorsun ama şu şu oldu” diye beni ikna ederse “Abi özür dilerim, bilmiyormuşum” derim.

- Gülerce’nin de şüphelendiği dinleme talimatını duysanız fikriniz değişir mi? 

Elbette değişir. Ben Hocaefendi gibi manevi hayata değer veren birinin o aralık ayında yaptığı, bazılarının beddua dediği, seküler anlamda restleşme olan mülaane sözlerinin anlamlı olduğunu düşünüyorum ve itimat ediyorum. “Arkadaşlarım illegal, gayri ahlaki bir şey yapmışlarsa Allah benim evime ateş düşürsün, onların da evine ateş düşürsün” diyor. Aynı şeyi Gülerce’ye derim. Varsa öyle insanlar evlerine ateş düşsün. Neredeyse 9 aydır, AKP’nin başı meydanları paralel gibi inletti. Eğer söylediklerine dair belgelere sahip olsalardı 9 ayda 90 dava açardı. Açmadılar, onun yerine yargıda yapılanmaya gittiklerini söylediler.

- Bağlantılı bir ihtimal de dolaşımda: “O delillere ulaşılabilecek makamlarda cemaatten kişiler oturuyordu.”  

Ne olursa olsun isnatlarınız delilsiz suçlamadan öteye gitmez.

- Sizce cemaatte yetişen bürokratların, cemaat ile AKP yolu çatallandığında hangi aidiyetleri ağır bastı?    

Bu sözünü ettiğim kişiler zaten 2010’dan itibaren birer birer tasfiye edildi. Hatta cemaat mensubu diyerek tek suçları çocuklarını cemaat okullarına göndermek olan, herhangi bir mensubiyetleri olmayan kimselere de gadrettiler.

- 2010’dan itibaren cemaate yönelik tasfiyenin başladığını söylüyorsunuz fakat 2013’te söyleştiğimizde şunu dediniz: “Ben camiayla siyasi irade arasında bir mücadele olduğunu düşünmüyorum. Toplumda yanlış bir algı var. Siyaset ayrı, sivil inisiyatif ayrı, alanları ayrı olduğu için rakip olamazlar.” 

O cümleyi tam hatırlayamıyorum ama kast ettiğim muhtemelen kamuya yansımış bir mücadelenin olmadığıydı.

- Sorumuzu kamuya yansımış veya yansımamış diye bir ayrım yaparak sormamıştık.

O dönem sıkıntıları birebir yaşayan bir insan olarak başka bir şey kast etmemişimdir. 

- O zaman Mustafa Yeşil, 2012’de Neşe Düzel’e neden “Bu iktidar döneminde en rahat, en  huzurlu dönemimizi yaşadık” dedi?

Ben referandumu nirengi noktası kabul ediyorum. Burada çok açmak istemediğim bir nokta var. Birilerinin zannına göre AKP camianın ağırlığını hissediyordu, bundan kurtulmak için adım atmaya başladı. Ama bence bu değil sebep; detayına girmek istemediğim menhus bir güç AKP’yi, bir numarasını cemaatin kendisi için tehdit olduğuna ikna etti. İkincisi, bürokraside aktif konumdaki insanların yolsuzlukları biliyor olma ihtimali rahatsız etti.

(...)

YAKIN DÖNEMDE DARBE İHTİMALİ GÖRMÜYORUM

- Bu kavgada kamuya yansıyamayan bir taraf mı var sizce; bu “menhus güç” yurt dışı temelli mi?

Yurt içi ve dışı. Bu güç AKP’nin de, cemaatin de, özgürlüklerin de düşmanı, ama AKP’nin basiretsiz üst yönetimi amiyane tabirle dolduruşa geldiğinin farkında değil. Veyahut onun önceliği iktidarını her şeye rağmen sürdürmek olduğu için fütursuzca bu politikalara devam ediyor.

- Askeri vesayet mi kastınız?

Vesayet denebilir, içini nasıl doldurduğunuza bağlı. Ama açmak istemiyorum.

- Bilginiz varsa neden açıklamadığınızı söyler misiniz?

Bilgi değil, benimki bir yorum, analiz.

- Bu endişe doğrunuzun bir ucunda askeri darbe tehlikesi de var mı?

Darbeler sadece bölgesel olmuyor, uluslararası konjonktüre de bağlı gerçekleşiyor. Yakın dönemde Türkiye’de bu ihtimali görmüyorum. Ama darbeci bir zihniyet var ve illegal yöntemlerle mücadele ediyor.  

GÜLEN ŞEFKAT TEPE'NİN SENARYOSUNA MÜDAHİL OLDU MU?

- Bir parantez: Siz Gülen’in Şefkat Tepe’nin senaryosuna müdahil olduğunu biliyor muydunuz?

Siz nereden biliyorsunuz? Ancak “olduğu iddiasını” diyebilirsiniz. 

- Ses kaydından dolayı öyle demiştik, değiştirelim: (…) Olduğu iddiasına ne diyorsunuz?  

Abes buluyorum. Bir yanda her türlü kuruma nüfuz eden bir yapıdan bahsedeceksiniz, sonra bu yapının başındaki zatı muhteremin bir dizinin replikleri üzerinden emniyete mesaj verdiğini. Bu kişi dinlenmeyen bir telefon bulamaz mı, iki satır yazamaz mı?

- Emniyete mesaj verme amacından çıkarırsak; senaristler de senaryonun bir bölümünün kendilerine yazılı olarak verildiğine dair ifade verdi. 

Bakın, abeslik şurda: Fethullah Gülen’i tek eleştiren Tahşiyeciler değil, yıllardan beri Nur camiası içindeki başka gruplar da eleştiriyordu. Cemaat neden AKP ile en müttefik olduğu dönemde kendisini çok daha sert eleştiren Haydar Baş grubuna yönelik bir “kumpas” yapmadı da bu küçük gruba yaptı? İkincisi, Hocaefendi o malum konuşmasında “Birileri sizin evlerinize silah koyabilir, sonra sizi medyatize edebilir, sizi kullanabilirler” diyerek adeta dostane bir ikaz yapıyor. Kaldı ki konunun muhatabı emniyet mensupları, “Soruşturma Hocaefendi’nin konuşmasından bir sene önce başlamıştı” diyor ve Emniyet Genel Müdürü’nün, Muammer Güler’in ismini veriyor.  (....)    

ZAMAN'IN YANLIŞLARINI SÖYLEDİK DOZAJ DÜŞTÜ

- Bu girişimi “gayri ahlaki” olarak nitelendirirken Zaman’ın pek çok kez gösterdiği tutumu örnekler üzerinden “hata” diyerek tanımlıyorsunuz. Zaman, “yol arkadaşım” dediği iktidar bu kişileri “boğarken” üstlerine harç atmış olmadı mı? Dolayısıyla “hata” hafif bir tanımlama değil mi?

Söylediğiniz doğru. Ama şunu da nazara almak lazım. Ahmet Şık’ın ve Nedim Şener’in yazdıkları camiayı çok rahatsız eden şeylerdi. Benim etik bulmadığım bir şeyi birileri kendilerine yedirebilir.

- Şu size ironik geliyor mu: O günlerde bu iki gazetecinin talimatla yazdığı savunuldu ve bugün Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca talimatla yazmakla suçlanıyor. 

Doğru, kaderin tecellisi. Haksızlık yapılan kişi sizi çok üzmüş olabilir ama burada önemli olan beşeri duyguları aşıp haksızlığa karşı durmak. Ben kişisel olarak bunu yapmaya çalıştım. Ama bunu gazete yaptı diyemem. 

- Sizce GYV yapabildi mi? Saydığımız tüm bu örnekler gerçekleşirken GYV en azından kamuoyu önünde suskun kalarak Zaman’ın kıyıcılığına onay vermiş olmadı mı?     

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, o sıralarda birlikte faaliyet yaptığı büyük, hemen tamamı camia dışından olan kişilerin de arzusuyla güncel meselelere ilişkin tavır veya görüş ortaya koymuyordu. Demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler, insan hakları vb. konuları, toplumun tüm kesimlerinin temsilcileriyle derinliğine tartışmayı prensip edinmişti. Doğru olup olmadığını sorgulayabilirsiniz ama bir durum tesbiti olarak ifade etmek isterim.   

ZAMAN YAZARLARINDAN KAÇI ÖZGÜR BASIN İÇİN İMZA VERİRDİ?

- Siz GYV olarak Zaman’a yanlışlarını söylüyor muydunuz? 

Şüphesiz.

- Sözleriniz etkili oluyor, doz azalıyor veya artıyor muydu?

Zaman zaman.  

- Somutlaştırabilir misiniz?

Somut vaka hatırlamıyorum ama dozajın düştüğünü hatırlıyorum. 

- Dışarıdan bakınca bir dozaj düşüşüne tanık olmadığımız için, örnek verebilir misiniz?

Misal KCK, misal Ergenekon davalarında. Şuna da dikkat çekmek isterim, 160 küsur ülkede faaliyet gösteren bir hizmeti, Türkiye’de sadece Zaman’ın veya STV’nin yayınlarıyla bütünleştirmek, eksik ve yanlıştır. Söz konusu medya organlarının elbette hizmetle irtibatı vardır ama hizmet demek değildir. Allah aşkına, 160 ülkede herkesi kendi konumunda kabul edip, kucaklayan bir hizmet, Türkiye’de niye, adeta ayağına kurşun sıkarcasına, bazı kesimleri karşısına almış olsun? Üstelik bunu bazı kumpaslarla yapmış olsun. Akla ziyan bir şey olur bu. 

Unutulmaması gereken her ikisinin siyasi muhatabı iktidardır. Burada iktidara toz kondurmazken dövülmek istenen camia. Önce diğeri görülmeli.

- Aksini söylemiyoruz ancak iktidarı “yol arkadaşı” olarak tanımlayan cemaatten sizinle konuşurken bizce etik olan AKP’yi değil, cemaati masaya yatırmak. 

Ben çalıştığım kurumu dahi temsil ediyor değilim, düşüncelerim bana aittir.

- “Özgür Basın Susturulamaz” ilanında laik mahalleden de imzalar vardı; simgesel değeri yüksek Cumhuriyet gazetesinin yayın yönetmeni, Basın Konseyi Başkanı ve liberal isimler… Yapılanı haksızlık olarak görüp karşı çıktılar. Zaman’ın geçmişte bu erdemi gösteremediğini düşündüğünüz için soracağım; “Demokratikleşme sürecinde öteki mahalle, bizim mahalleden daha iyi bir sınav verdi” diyor musunuz?

Bir kısmı için çok doğru, haklısınız. Bir an 6 sene öncesine gittim, söz gelimi Ergenekon kapsamında tutuklanan gazeteciler için özgürlük kampanyası var, kişisel olarak ben verdim ama buna Zaman yazarlarından kaç tanesi imza verirdi? Bilmiyorum. Bence, bugünkü tablo oluşmazdı. Bugün onlar da daha ahlaki davranırlar.

- Sizce yarın yapılacak yayınlara yansıyacak mı bu deneyim?

Umarız bu müşterek tavır kalıcı olur. Oktay Ekşi’nin, SODEP Başkanı Hüseyin Ergün’ün gelmesi anlamlıydı.

UMARIM BİZİM MAHALLE İÇİN DERS OLUR

- Bunun “müşterek” olması için cemaatten de bir adım gelmesi gerekmiyor mu?  

Elbette gerekiyor. Daha birkaç gün önce beraber olduğum arkadaşlarımla da paylaştım. Dün yapmadık, yapmadınız; Cumhuriyet gazetesine, Sözcü’ye veya yerine göre Aydınlık’a benzer bir tasallut söz konusu olduğunda biz de gidip kapılarında Zaman gazetesinde durduğumuz gibi durabilmeliyiz. Ve onlar da tasdik ettiler, doğru dediler. Bu tavrın ortaklaşması için haksızlık kimden gelirse gelsin ve kime karşı olursa olsun buna karşı durmak lazım. Umarım bizim mahalle için bu ders olur.

- Bahsettiğiniz yapılacak olanları gözeten ikinci bir adım, öncesinde Zaman’ın geçmişte yaptıklarına dair, camianın canlarını yaktığını düşünenler için atacağı birinci adımı siz bekliyor musunuz?

Bekliyorum diyebilmem için somut bir şey olması lazım ama umuyorum. Ama bunu dışarıdan birilerinin camiaya dikte etmesi şık değil.

- Bu soru size dikte ettirme olarak mı geliyor?

Söz meclisten dışarı, birileri bunu ısrarla söyleyince böyle geliyor. 

KÜRT  SİYASİ HAREKETİNİN DE BU DAYANIŞMADA OLMASINI İSTERİM

- Sizce cemaatin bugün yapması gereken ne?

“Paralelle mücadele” adına devlet nizamı tarumar ediliyor. En acı tarafı AKP beş sene önce değil, beş ay önce yaptıklarını değiştiriyor, kazanımlarını yok ediyor. İnsan onuru kavramını öne alan insanların dayanışması lazım; siyasi, dini, etnik aidiyetine bakılmaksızın. AKP’nin sokaktaki Kürt kardeşlerimi üzeceğini, bir defa daha hayal kırıklığına uğratacağını düşünüyorum. Kürt siyasi hareketi de bunun farkında ama öncelik örgütün talepleri ve onların kamuoyunda meşruiyet kazanması olduğu ve süreç de bunu temin ettiği için bugün iktidarın tasarruflarına yeteri kadar tepki vermiyorlar. Onların da bu dayanışma içinde yer almalarını isterim. 

- Selahattin Demirtaş bir açıklama yaptı ve “Oh olsun demiyoruz ama 5 yılda 10 bin arkadaşımı yargıladınız. Özür bekliyoruz” dedi. 

Kendisinin beyefendi tavrını takdir etmeme rağmen Demirtaş başlarına gelenleri sadece camiadan biliyorsa acırım. O yargı kadrolarının çok azının camiayla irtibatlı olduğunu düşünüyorum. 

- KCK’dan sadece cemaati sorumlu tutmak değil, ama yargı sürecini iktidar ve cemaat arasında bir iş bölümü olarak görmek ne kadar haksız?      

Kesinlikle haksız bir bakış. 

ÇOK OKUNANLAR