Yükseklere uçan bir kadın gazeteci: Özlem Ertan
"Gazetede insan haklarına ilişkin daha çok habere ve değerlendirmeye yer vermeyi, toplumda ötekileştirilenlerin sesini duyurmayı hedefliyoruz."
Taraf Gazetesi'nde, neredeyse kuruluşundan itibaren yer alan ve geçtiğimiz ay gazetenin Yazı İşleri Müdürlüğü görevine getirilen Özlem Ertan'la yapacaklarından, basının bugününden ve aşık kadınlardan konuştuk. Yıllardır özellikle kültür-sanat yazılarıyla takip ettiğimiz Ertan'ın geçtiğimiz yıl Müptela Yayınları'ndan çıkan Âşık Kadınlar Denizhanesi isimli kitabıyla fantastik bir âleme daldık ve zorba yöneticilerin, her daim varolmalarını dilediğimiz Lilith'lerin izini sürdük.
Gazete içindeki yazı işleri müdürlüğüne gelme süreci nasıl gelişti?
2008 yılından beri "Taraf" gazetesinde çalışıyorum. Ondan önce de bir buçuk yıllık "Agos" deneyimim var. Gazeteciliğe "Agos"ta başlamıştım. Şanslıyım ki hep sevdiğim, inandığım gazetelerde çalışma olanağı buldum. Zira hem "Agos" hem de "Taraf", özellikle de Türkiye medyasının geneli düşünülecek olursa, gazeteciye kendini ifade etme olanağı sağlayan, şans veren ve insan haklarından yana olan basın organları.
"Taraf", 2007'de kuruldu. Neredeyse çıkmaya başladığı günden beri buradayım ve gazetenin tarihine tanıklık ettim. İmkânsızlıklarla boğuşan, mümkün olan en az sayıda personelle çıkan bir gazete olması dolayısıyla Taraf bana inanılmaz bir gazetecilik deneyimi ve pratiklik kazandırdı. Buna bir de Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Mehmet Güreli gibi isimlerle birlikte çalışmanın getirdiklerini ekleyin...
Kültür – sanat muhabiri olarak çalışmaya başladığım "Taraf"ta politika şef editörlüğünden, kültür sanat yazarlığına kadar pek çok pozisyonda görev aldım. Haberler, röportajlar yaptım ve hâlâ yapıyorum. Uzun zamandır hem kültür – sanat hem de politika kulvarında görev yapıyorum. Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirilmemde tüm bu süre boyunca kazandığım tecrübe ve gazetenin tarihini, geçirdiği süreçleri iyi bilmem rol oynadı.
Sizi özellikle kültür-sanat yazılarınızla tanıyoruz. Bu anlamda, Özlem Ertan'ın yazı işleri müdürlüğünde Taraf'ta neler değişecek?
Ben kendimi hâlâ kültür – sanat gazetecisi olarak tanımlıyorum. 2011'den beri politika editörlüğü, 2013'ten bu yana ise politika servis şefliği yapmış olmama rağmen kültür – sanat haberciliğinden kopmadım. Siyasetin yoğunluğu, karmaşası içindeyken bile kültür – sanat yazıları yazmayı, haberleri yapmayı ve kültür gündemini takip etmeyi sürdürdüm. Buna bağlı olarak "Taraf"a Yazı İşleri Müdürü olarak en büyük katkım kültür – sanat alanında olacak. Kültür haberlerini çeşitlendirmeyi, alanında uzman yeni yazarlarla sanat sayfalarını zenginleştirmeyi hedefliyorum. Sayfalarımıza yeni kalemler katarak buna başladık bile. Devamı da gelecek.
Bunun dışında gazetede insan haklarına ilişkin daha çok habere ve değerlendirmeye yer vermeyi, toplumda ötekileştirilenlerin sesini duyurmayı hedefliyoruz.
Sizi aynı zamanda azınlık basınında da takip ediyoruz. Basın için bir değerlendirme isteyeceğim ama azınlık basınının günümüzde hangi koşullarda görev yaptığını öğrenebilir miyiz?
Azınlık basını içinde önemli bir yeri olan aylık "Paros" dergisinde yazıyorum. Türkiye'de azınlık basını denince aklıma ilk olarak Ermenice yayın yapan günlük "Marmara" ve "Jamanak" gazeteleri ile haftada bir çıkan Türkçe – Ermenice "Agos" gazetesi geliyor. Rum toplumunun da "Apoyevmatini" ve "İho" isimli iki günlük gazetesi var. Musevi cemaatine yönelik Türkçe yayın yapan "Şalom" gazetesi ile aylık "Paros" ve "Luys" dergilerini de azınlık basınını zenginleştiren yayınlar olarak sayabiliriz.
Tabii ki tüm bu gazeteler ve dergiler maddi imkânsızlıklar içinde, az sayıda insanın olağanüstü çabasıyla ayakta kalıyor. Buna milliyetçi kesimden gelen tehditleri, baskıları da ekleyin. Türkiye'de bir azınlık gazetesi çıkarmanın ne tür sonuçları olabileceğinin en büyük ve acı örneği Hrant Dink'in öldürülmesidir bence. Hrant Dink yönetimindeki "Agos"ta 2004 senesinde "Türkiye'nin ilk kadın pilotu ve Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in aslında bir Ermeni yetim" olduğuna dair bir haber yayımlanmıştı. Hrant Dink'in ölümüne giden süreç bu haberle başladı. Tehditler, davalar, hedef göstermelerle dolu yılların sonunda Hrant Dink, 2007'de gazetesinin önünde katledildi.
Dergiler, gazeteler bir bir havlu atıyorlar. Bu tünelden sizce nasıl çıkılacak? Önümüzdeki süreç için bir değerlendirmede bulunabilir misiniz?
Türkiye'de gazetecilik yapmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Muhalif yayın yapan medya kuruluşları davalarla, tazminat cezalarıyla karşı karşıya. Eğer muhalif bir sesiniz varsa ilan bulmakta da zorluk çekiyorsunuz. Bu da gazeteleri maddi çöküşe sürüklüyor. Haber yaptığı için gazetecilerin hapis tehdidiyle karşı karşıya olduğu bir dönemin içindeyiz. Basın ve ifade özgürlüğüne saygı gösterilmediği sürece bu tünelden çıkabileceğimizi zannetmiyorum. Bugünkü koşullarda böyle bir saygı beklentisinin de çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Kısacası böyle giderse yakında Türkiye'de gerçek anlamda basın diye bir şeyin kalacağından şüpheliyim.
AŞKLA LANETLENEN KADINLAR GÜÇLENİYOR
Âşık Kadınlar Denizhanesi'nde Siz de metafor olarak 'dönüşüm'ü tercih etmişsiniz. Ana karakterimiz bir gün birden bire dönüşüyor. Neden martı?
Benim romanımda başkarakterin martıya dönüşmesi öykünün İstanbul Boğazı'nda geçmesiyle ilgili. Malum, Boğaz ve vapur denince akla martılar gelir. Yoksa özel olarak martıya bir anlam atfetmiş değilim.
"Âşık Kadınlar Denizhanesi"nde anakarakter, acımasız bir tanrı tarafından lanetlenip hayvana dönüştürülüyor. Bu türden cezalandırmalar sadece benim metnimde geçmiyor tabii. Mesela Yunan Mitolojisi'nde Tanrı Zeus, kendisine insan eti yedirdiği için Arkadya Kralı Lycaon'u Kurt Adam'a dönüştürür. Bunu bir cezalandırma yöntemi olarak kullanır.
Edebiyattaki en önemli başkalaşım hikâyesi ise şüphesiz Franz Kafka'nın "Dönüşüm"ü. Kafka benim çok sevdiğim bir yazar ve "Dönüşüm" her okunduğunda satır aralarında farklı anlamlar keşfedilebilecek bir metin. Ancak "Dönüşüm"ün anakarakteri Gregor Samsa'nın böceğe dönüşmesiyle benim kitabımdaki kadının martıya dönüşmesi birbirinden çok farklı. Kafka'da bu dönüşüm daha çok ana karakterin, içinde yaşadığı toplum düzeninden çıkması ve dışlanmasıyla ilgili. Benim kitabımda ise âşık bir kadının duygularından ve güvensizliğinden dolayı cezalandırılması, lanetlenmesi söz konusu.
Kitaba göre, zorba bir yöneticiden kurtulmanın tek yolu adalet... ve bunu başaracak olanlar da önceleyin kadınlar. Başarabilir miyiz?
Eğer kararlı ve birlik olursak başarabiliriz. Zorbalık, sadece kadınlara değil, erkeklere de zarar veriyor. Ancak kadınlar, toplumsal ve dinî baskılara maruz kaldıkları için zorbalıktan daha çok nasipleniyorlar. Zorbalığa karşı kadın erkek birlikte mücadele etmek lazım.
Karakterlerin hepsi uçabiliyor. Hayaletler, hayatta olup mahkum olanlar da. Kanatları çıkıyor. Aşkla lanetlenen kadınlar güçleniyorlar mı?
Evet, ne de olsa "Âşık Kadınlar Denizhanesi" tanrıların, tanrıçaların, hayaletlerin, deniz kızlarının, hatta deniz kızı hayaletlerinin yaşadığı fantastik bir âlem. Uçmalarında şaşılacak bir şey yok. Öte yandan aşkın insanı güçlü kılan bir yanı da var. Asla yapmam dediğiniz bir çok şeyi âşık olduğunuzda yapabilirsiniz çünkü.
Denizin acılı kadınları duyabiliyorlar mı birbirlerini?
Evet, duyuyorlar ve daha güzel, adil bir dünya için harekete geçiyorlar.
Cümle dişi mahlûkat aynı zorbalıktan muzdarip. Ama bir Lilith çıkıyor, hep çıkar değil mi?
Hayatta da hep böyle değil midir? Kararlı, cesaretli biri çıkar ve kitleleri ikna edip harekete geçirir. "Âşık Kadınlar Denizhanesi"nde bu işi Lilith yapıyor. Tabii bu isyankâr karaktere Lilith adını vermemin de bir anlamı var: Lilith, Musevi inanışına göre, ilk insan Adem'in Havva'dan önceki eşi. Daha açık bir ifadeyle "yaratılmış ilk kadın." Havva'dan farklı olarak erkeğin kaburga kemiğinden değil, tıpkı Adem gibi topraktan yaratılıyor. Bu yüzden erkeğin üstünlüğünü kabul etmiyor. Eşitlik talep ettiği için de lanetleniyor. Romanımdaki denizkızı Lilith de aynı adaşı gibi eşitlik istiyor. Zorba tanrının kadınlara dayattığı yasakları deliyor.