Yeni Şafak'ı sarsan istifa mektubu
Yeni Şafak sinema yazarı ve editörü Ali Murat Güven, istifasını zehir zemberek bir mektupla duyurdu.
Yeni Şafak'taki sinema yazarlığı serüveni boyunca özellikle SİYAD'la yaşadığı tartışmalarla gündeme gelen Ali Murat Güven, gazetesinden istifa etti. Güven, istifa mektubunda zehir zemberek ifadeler kullandı ve 12 yıllık Yeni Şafak macerasında nasıl zorluklarla karşılaştığını anlattı.
İŞTE ALİ MURAT GÜVEN'İN İSTİFA MEKTUBU:
Değerli dostlarım ve meslektaşlarım,
2 Ekim Salı günü itibarıyla, 12 yıldan bu yana muhabir, yazar ve editör sıfatlarıyla çalışmakta olduğum Yeni Şafak gazetesinden, iş aktimi tek taraflı feshederek istifa etmiş bulunuyorum.
İş aktimi tek taraflı olarak fesheden istifa dilekçem, anılan tarihte, avukatım Sn. Ömer Kuvat tarafından noter kanalıyla Yeni Şafak'a gönderilmiştir. Muhtemelen de 48 saat içinde gazetenin İnsan Kaynakları Servisi'ne ulaşmış olacaktır.
Bu istifa, kafamda 2012 yılının ilkbaharından bu yana kendi meslekî ve kültürel çevremden gördüğüm insanlık dışı, İslâm dışı hoyratlıklara, iğrenç hakaret ve saldırılar karşısında yaşadığım iç acıtıcı yalnızlıklara paralel olarak adım adım şekillenen radikal bir kararın (daha önce de birkaç yazı ve söyleşimde gayet açık ve net olarak dile getirdiğim üzere) fiilen yürürlüğe konulması anlamına gelmektedir.
İstifamla birlikte yalnızca Yeni Şafak gazetesinden ayrılmıyorum, aynı zamanda 27 yıllık meslek hayatımda aralıklarla, son 8 yıldır da kesintisiz olarak sürdüregeldiğim "film eleştirmenliği" ve "sinema yazarlığı" mesleklerini bir daha kesinlikle geri dönmemek üzere bırakmış oluyorum. Aynı şekilde, "bizim mahalle" diye tâbir edilen, fakat benim şimdiye kadar "bizim" dememi gerektirecek düzeyde bir hayrını ve vefâsını göremediğim, kendine fena hâlde yabancılaşmış sosyal çevreyi de...
Yeni Şafak'tan iş aktimi tek taraflı feshederek istifa edişimle başlattığım süreç, muhatabım önümüzdeki birkaç gün içinde iş hukuku açısından üzerine düşeni yapmadığı takdirde, hemen gelecek hafta başında Yeni Şafak'ı, bugüne kadar gerek bana gerekse arkadaşlarıma maddî ve manevî açıdan yaşattığı korkunç azapların bir rövanşı olarak iş mahkemesinde açacağım dâvâyla ikinci aşamasına geçecektir.
Bu dâvâyı açtığım gün de hayatının en güzel, en verimli yıllarını muhafazakâr medyaya vermiş bir adam olarak, Yeni Şafak'ta özellikle son yıllarda hangi ekonomik koşullarda çalışmakta olduğumuzu kamuoyuna en ince ayrıntısına kadar aktarmak üzere, Bayrampaşa'da, gazetenin yönetim binasının hemen karşısında geniş katılımlı bir basın toplantısı düzenleyeceğim. O basın toplantısında anlatacaklarım, hiç kuşkusuz ki Yeni Şafak yönetim ekibinin canını çok, ama çok sıkacaktır. Fakat, bizim meşhur "Kol kırılır, yen içinde kalır" geleneği uyarınca yıllardır süregelen bu kepazelik artık her ne pahasına olursa olsun bitmeli ve milyonlarca insan benim gibilerin bu gazetede ve onun -personel istihdam politikası açısından daha da beter bir durumdaki- televizyonunda gazetecilik mesleğini hangi onur kırıcı durumları yaşamak pahasına yürüttüğümüzü bilmelidir.
Hayatımı, çoğu kez ayın yarısından fazlasında bir paket sigara bile almakta güçlük çekerken, okullarının birincisi iki güzel kızıma hafta başlarında doğru düzgün bir cep harçlığı veremezken, kiramı yıllılarca zamanında ödeyemeyip ilkokul mezunu insanlarla yüzgöz olurken, aylık geliri benim 5 katım olan plaza yazarlarına karşı maaşını üç ay üst üste alamadan "sinema gündemini mükemmelen takip etmeye çalışan" bir sinema yazarı olarak, sağda solda "Vay be, siz Yeni Şafak'çılar çok şanslı bir ekipsiniz, hükümetin gazetesinde işiniz iş vallahi" gibi yapış yapış sözler duymaktan artık iyice midem bulanıyor.
Toplum, bu gazetede 12 yıl boyunca bir tek gün bile maaşlarımızı yasaların emrettiği zamanda almadığımızı bilmeli...
Toplum, an itibarıyla içeride üç maaşımızın beklemekte olduğunu bilmeli...
Toplum, muhasebe servisi elemanlarını "Bana 250 lira avans verebilir misiniz, çocuğumun okul önlüğünü almam gerekiyor" demek için aradığımızda, telefonun çoğu kez açılmadığını, en masum sorularımıza gazete içinde muhatap bile bulamadığımızı bilmeli...
Toplum, ben sinema sektöründe Alin Taşçıyan gibilerine laf yetiştirmeye çalışırken, aylık geliri benim bir yıllık gelirime eşit bu gibi tuzu kuru meslektaşlarımın karşısında cep telefonuma kontür almakta güçlük çektiğimi de bilmeli...
Ve elbette ki aynı toplum, kendi entelektüel insan malzemesine karşı böylesine acımasız, böylesine hoyrat, böylesine duyarsız bir sosyal çevrede, sinema-TV yazarlığı gibi karnı tok, sırtı pek bir "salon adamı" olmayı, her hafta 5-6 film izlemeyi, bir o kadar da galaya gitmeyi, ayda en az 4-5 dergi, 8-10 DVD satın almayı gerektiren elit bir meslekte, sanatçılara söyleşiye giderken kucağına bir buket çiçek ve bir kutu çikolata almanın en basit nezaket kuralı olduğu bir piyasada, son 8 yılda Yeni Şafak sinema sayfası kapsamında yapmaya çalıştığım bilinç devrimini hangi yoksulluklar ve yoksunluklar pahasına yürüttüğümü çok iyi bilmeli...
Bu satırların yazarı, 2007 yılında Robert De Niro'dan New York'ta randevu kopartıp, gazetesinden 4000 dolar ödenek alamadığı için (büyük gazetelerdeki meslektaşlarının her yıl dünyada takip edilmedik festival bırakmadıkları bir piyasada) böyle bir röportajın randevusuna gidememiş bir adamdır. Ve Yeni Şafak'taki "sınırları aşma", "durağan bir yayıncılığa yenilik ve heyecan getirme" yönündeki diğer bütün çabaları da yıllar içinde bunun gibi sayısız dar görüşlülük tezahürleriyle teker teker hezimete dönüşmüştür.
Meslekî kıdemi ve toplumuna karşı en iyi niyetli duyguları yıllar büyük bir sevgisizlik, saygısızlık, umursamazlık fırtınası için iki paralık edilmiş biri olarak, böylesine vefâsız ve verimsiz bir toprağa yatırım yapmaya artık son veriyorum.
Bu arada, "kâfirler" ile aramda geçen zorlu mücadelelerde, sinikliği, pısırıklığı, sessizliği, hattâ alttan alta o kâfirleri desteklemeyi kendince bir marifet sayan, bu dünyada bir milyon yıl ömür süreceğini sanan hırs küpü olmuş zavallılara da hakkımı kesinlikle helâl etmiyorum. Çünkü, helâlleşmek o kadar basit bir şey değil ve beni dînen, ahlâken, meslekî açıdan haklı bir mücadelede bu denli yalnız bırakanlara karşı bol keseden dağıtacak merhametim falan yok. Benim üzerimde hakkı olduğunu ve benim bu hakkı hak etmediğimi düşünenler de bana haklarını helâl etmesinler.
Sonuç itibarıyla, Yeni Şafak da, İslâmî basın da, sinema da, Tarkovski de, Mecidi de, Kim Ki Duk da, İslâmî kesim de onları çok sevenlerin olsun. Ben, insanların birbirlerinden nefret ettikleri, her köşesi mide bulandırıcı bir gıybetle kaplanmış bu tımarhaneden aklımı daha fazla yitirmeden pılımı pırtımı toplayıp ayrılıyorum.
Bugüne kadarki kültür-sanat ve insanlık mücadeleme destek vermiş ya da vermemiş herkese, ruhsal tekamülüm yolundaki olumlu-olumsuz katkıları için minnettarım.
Sevenlerime sevgileri için sonsuz teşekkür ediyor, gıcık kapanlarıma da benim yüzümü Yeni Şafak'ta ve İslâmî medyada görmeyecekleri bu yeni dönemde sonsuz mutluluklar diliyorum. Herşey, herkesin gönlüne göre olsun.
Kalın sağlıcakla...
(medyatava)
ALİ MURAT GÜVEN