MEDYA KÖŞESİ

Yazıcıoğlu'nun arkasından kim ne yazdı?

Medya Muhsin Yazıcıoğlu'nun yasında birleşti. Farklı görüşlere ve politik eğilimlere sahip köşe yazarları Muhsin Yazıcıoğlu'nu anlattı..

Yazıcıoğlu'nun arkasından kim ne yazdı?

18 yaşlarında kocaman çocuklarız. Senelerden 1972.  Taşralardan Ankara'lara okuyup “büyük adam” olmak için gelip yurtların kasvetli odalarında yalnızlığın çukurlarına düşünce,  “anne, anneciğim” diye başımıza yorganı çekip ağlamışlığımızın günleri.

Muhsin Yazıcıoğlu'nu ilk defa Veteriner Fakültesi'nde görüyorum; adam 18 yaşında bile efsâne; öyle karizmatik. Bazı insanlar vardır; hep böyledir; vasıflarında lider olmak tabiatı ile doğar, öyle yaşarlar.

Gençlik hâtıralarımı çağırıyorum; onu hep bulunduğu mekânda, insanların ilgi odağı ve çekim merkezi halinde hatırlıyorum. İnsanlara güven, ümit ve cesaret telkin ediyor. Orada Muhsin Yazıcıoğlu varsa nefislere itimad duygusu gelip yerleşiyor.
Ülküdaşım, genel başkanım, hemşehrim, arkadaşım...
Günün birinde patronum da oluyor. Ankara'da yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinin yayınlandığı Dörtyol semtindeki apartman dairesine uğruyor ara sıra. Dergi yapıyoruz, mizanpaj yapıyoruz, kapak yapıyoruz, sonu  “kahrolsun” larla,  “yaşasın” larla biten sert yazılar yazıyoruz, pikaj, montaj işleri, ışıklı masalar...  Alacağımı veriyor patronum; kaç lira hatırlamıyorum; o parayla Anafartalar'da bir kuyumcudan bir çift altın küpe alıyorum nişanlım için.
O küpeleri her görüşümde yıllardan beri o günleri, onu hatırlıyorum.

Hep başkandı
Günün birinde Sivas'tan milletvekili seçiliyor. O Meclis'e yakışıyor; Meclis de ona. Sonra partisinden ayrılıp kendi partisini kuruyor.
Karşılaştığımız ilk gün de “başkan”dı; şimdi ve hâlâ yine başkan.
İstatistiklere bakanlar, Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisini tek kişiden ibaret bir küsurat partisi gibi görürler; sayılar böyledir; bu yüzden akıllı adamın biri, “saymalı değil, tartmalı” demiş vaktiyle.  Sayılacak değil, tartılacak adamdır o; tabii özgül ağırlık denilen şeyin terazisi varsa...
Rahmetli anacığımın vefatında bir evvelkiler kapımı çalmazken Muhsin Başkancılar, fakirhanemize gökten indirilmiş paraşütçü birlikleri gibi akın etmişlerdi de nasıl onurlanmıştım, nasıl içim kabarmıştı... O gün dedim ki içimden, “ki bunlar kara gün dostlarıdır; salımıza girecek arkadaşlardır; hatırları büyüktür”.
Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı. Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...
Ahmet Turan Alkan / Zaman

Herkesin
söyleyecek
sözü vardı

Türkiye onu çok seven bir evladını daha kaybetti. Muhsin Yazıcoğlu ve beş arkadaşına rahmet, tüm eş dost akraba ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Elime ulaşan bir emailde ilginç bir not var. “Yaşarken yapamadı ölürken hepimizi birleştirdi.” 
Hıncal Uluç / Sabah


Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekilerin kaybı kolay silinmeyecek bir iz bırakacaktır. 
Fikret Bila / Milliyet


Ahlaklı yaşadı
Onda politikacı ahlâkı değil, İslâm ahlâkı vardı. Siyasete benlik, şöhret, ikbal ve servet için girmemişti. İnançları ve ideallerine hizmet için giymişti ateşten gömleği. Ahlâklı, faziletli, değerli kimseydi ama büyük bir kusuru vardı: Parasızdı. Siyaset çarkının parayla döndüğü bir ülkede bu ne demektir bilir misiniz? Ahlâklı ve faziletli yaşadı ve öyle öldü. Garik-i deryâ-yı rahmet olsun.
M. Şevket Eygi / Milli Gazete


Gencecik bir parti liderini ve arkadaşları karmaşa içindeki sistemimizin kurbanı oldular..
M.Ali Birand / Posta


Temiz siyaset anlayışı nedeni ile muhaliflerinin bile saygı duyduğu ve sevdiği bir isim olarak Muhsin Yazıcıoğlu'nun kaybı, Türk siyaset hayatı için beyefendiliğini hiç bozmamış bir siyaset adamının kaybıdır.
Ayşe Böhürler / Yenişafak


Görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, ama mert, dürüst, açık yürekli, cesur, fedakâr ve samimi bir insan olmadığını söyleyemezsiniz. İdeal politiği reel politiğin önünde tutan bir Anadolu delikanlısıydı.  
Ali Bulaç /Zaman


Seni çok sevdik
Biliyor musun bu millet seni çok sevdi. Senin bilmediğin kadar çok sevdi. Milyonlarca insan gece yarıları kalkıp dua etti. Son dakikaya kadar gittiğine inanmadılar ve umutla beklediler. Çıktığın yolculuk içimizi çok acıttı ama yolun açık olsun. Melekler yoldaşın olsun. İnşallah bir daha hiç üşümezsin.
Mehmet Kamış / Zaman


Ağla Türkiye
Ağla Türkiye!.. Muhsin Başkan'ın gidişine değil, kendine ağla! Bir gün “Paranız yok, pulunuz yok, siyaset sizin neyinize” yollu takıldım..  “Ne yapayım yetim hakkı mı yiyeyim” dedi... Böyle adamlar, yatakta ölmez!.. Koltukta da ölmez! O böyle olmanın bu dünyadaki “bedelini” ömür boyu “üşüyerek” ödeyen... Ve bu dünyada çektiği çilelerin mükâfatını da İnşallah “Ebedi saadet”le alacak olan...Adam!.. Büyük adam!..
Serdar Arseven / Vakit


“Bir de oy verselerdi...”
Her karşılaşmamızda aynı cümleyi birbirimize tekrarlardık:
“Arayı çok açtık; bir an önce buluşalım, değerlendirmemiz lazım...”
Çevreden duyan olsa başka bir şey zannederdi... Oysa amacımız kebap yiyip sohbetten başka bir şey değildi.
Kısa süre önce Konya yolu üzerindeki bir kebapçıda buluştuk. Seçim gezilerinde karşılaştığı tablo ve gördüklerinden kaygılıydı.
Sohbetimiz gece yarısına kadar devam etti.
Restorandan çıkarken, geçmişte en acımasız siyasi mücadele içine girdiği sol görüşlü birkaç kişi ile karşılaştı; sarılıp öpüşmeleri ve sohbetleri görülmeye değerdi.
Bazı kişiler gelip dert yandı, üşenmeden dinledi.
Çevresini saranlardan fırsat bulduğunda ise gülerek sitemde bulundu:
 “Derdine çare, çoluk çocuğuna iş bulduklarım bir de oy verseler, herhalde Türkiye'nin birinci partisi oluruz...”
Herkesle dosttu.
Bunun göstergesi dün sadece BBP Genel Merkezi'nin bulunduğu Tuna Caddesi'nde değil, Türkiye'nin her tarafında ortaya çıkıyordu.
Bırakın siyasi parti liderlerinin mitinglerini iptalini. Ankara caddelerinde bir tek seçim otobüsü dolaşmadı.
Muharrem Sarıkaya / Sabah


Aynı masadaydık
78'de Ülkü Ocakları'nın Genel Başkanı olmuştu... Ben o yılları onun tam karşısında sol derneklerin çatısında yaşamıştım... Kim bilir kaç kez sokaklarda, caddelerde dolaylı olarak karşı karşıya gelmiştik...
Kim bilir kaç kez, öldürülen arkadaşların arkasından ağlarken ve haykırırken dolaylı olarak onu anmıştım... Şimdi aynı masada beraber yemek yiyorduk. Devrimcilerin ve ülkücülerin “birbirinin zıddı da görünse toplumsal kurtuluşları” dayanak aldığını söyledi. “Şimdi herkes bireysel kurtuluşu arıyor... Bizim solla bakışımız farklıydı. Bencil değildik biz...”
Birbirine zıt ve birbirine karşı dünyalardan gelip, karşılaştıklarında konuşan, hayatı ve yaşadıklarını paylaşan ve yeniden ayrılan insanların o buluşma anları filmatografik özellikler taşır...
Robert de Niro'yla Al Paçino'nun bir “hesaplaşma” sahnesi vardı...Konuşma ilerledikçe “kim haklı kim haksız” anlayamıyordunuz...
Bizimki öyle miydi bilinmez... Ama bir geçmişle hesaplaşma vardı yemekte... Ne acı devamı gelmedi ve ölüm geldi...                       
Reha Muhtar / Vatan


Kötü gün dostuydu
İlk karşılaşmamız gergin geçmişti. Biraz gençlik, biraz önyargı, yetiştiğim “katı sol görüşü aile”, ne derseniz. Gecenin sonuna doğru, ilginç ve hoşsohbet bir adam olduğunu kendi kendime bile itiraf etmeye çekinmiştim.“Beni anlamaya çalışmıyorsunuz” demişti ayrılırken, “Ben bir kuşağı temsil ediyorum, bir dönemin mağduru, bir dönemin mazlumuyum.”
11 yıl oldu “Merhaba” deyip elini sıkalı. Kötü gün dostuydu. Babamı kaybettim, yanımdaydı, işten atıldım, karşımda yaşadığı nice trajikomik olayları anlatan bir Yazıcıoğlu vardı. İkizlerim oldu, yine telefonun diğer uçundaydı. “Hanım da yanımda, seni kutluyoruz. Şimdi aile oldunuz. Ne güzel.” diyordu, “Bak bir de senin ikizler için şiiryazdım.”  BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu telefonda bebeklerim için yazdığı şiiri okuyordu ve ben, lohusa Balçiçek, hattın diğer ucunda ağlıyordum. O şiiri bir türlü alamadım.  “Bir ara yazar veririm” dedi, yine olmadı.
Her kazadan sonra aynı cümleyi sarf ediyordu.“Alın yazısı bu. Bir yazılırsa, ne olursa olsun, engel olamazsın!”
Çok değil 10 gün önce bir kahvaltıda beraberdik. Tansu Çiller'in bir gafını kahkahalarla anlatıyordu. Bir gün Çiller Yazıcıoğlu'na gelip demiş ki  “Muhsin Bey sen hapis yatmışsın, çok ilginç, kimbilir neler yaşamışsındır”. Çok değil, üç gün önce ise telefonun diğer uçundaydı. Yerel seçimleri ne kadar önemsediğini, canla başla çalıştığını, mitingleri anlatıyordu, tabii bir de her şeyi kendi imkanlarıyla yaptığını.
Anlayamıyorum. Bir parti liderini taşıyan helikopterin enkazına nasıl ulaşılamaz?  “Nasıl, nasıl, nasıl?” Allah ailelerine sabır versin.                                    
Balçiçek Pamir / Habertürk


Bu isyan kolay dinecek gibi değil


Zannedersin Himalayalar
41 derece, 3 dakika 44 saniye kuzey, 28 derece, 51 dakika 8 saniye doğu. Şu an... Bu satırları yazdığım çalışma odamın koordinatları. çünkü... Abonesi olduğum GSM şirketinin böyle bir hizmeti var. Abuk sabuk reklamlar yapıp, 3 kuruşa indirdik, 1 kuruşa indirdik filan gibi, dini imanı para olmuş millete “ucuzluk” müjdeleri verileceğine, bu tür “hayat kurtaran bilgiler” verilseydi, Muhsin Yazıcıoğlu ve diğer 5 kişi çoktan bulunmuş olurdu.  Bizim Başbakan'ın, miting meydanlarında “Bırak davarı, koyun güdemez bunlar” dediği dakikalarda, Beyaz Saray'daki Obama, uzay mekiğindeki astronotlarla canlı yayında sohbet ediyordu. Neymiş efendim, Sikorsky'ler kalkmış da, komandolar gelmiş, gece görüş sistemleri devredeymiş, Casa uçakları arıyormuş falan... İş işten geçtikten sonra Awacs göndersen, hikáye! Adresi bilmen lazım...
Bu kafayla gidersen Türkiye... O kriz masasında anca okey oynarsın. 
Yılmaz Özdil / Hürriyet


Görünür kaza...
Elim bir kazaya kurban giden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekilere rahmet, yakınlarına başsağlığı dileyelim önce...
Düşen helikoptere ancak iki gün sonra ulaşılması kuşkusuz bir ihmaller zincirinin sonucudur. 
Ne dram...
Akla gelen bir başka soru: Sınırımızdan içeriye iyi niyetli olmayan bir helikopter girse, ülke içerisinde belirli bir yere veya bir hedefe gitse, yapmak istediği şeyi gerçekleştirip çıkıp gitse; biz bu olaydan haberdar olamayacak mıyız?
Melih Aşık / Milliyet


Devlet olmak
Muhsin Yazıcıoğlu'nu taşıyan ve düşen helikopterin 48 saat bulunamamasının nedenini anlatan devlet görevlileri “Hava şartları çok kötüydü, helikopterler bile havalanamadı, görüş mesafesi çok düşüktü” türünden açıklamalar yapıyor.
Ama sıradan insanlar için geçerli olan bahaneler devlet için geçerli olamaz. Çünkü devlet organizasyonu bu tür işler için vardır. Bunun için eleman yetiştirir, ekipman ve teknoloji satın alır.
Şimdi çok merak ediyorum, acaba düştüğü halde yerini bildiremeyen helikopteri kiralayan şirket kendisine nasıl bir bahane bulacak?
Bu arada koca devlet helikopteri bambaşka bir yerde arayıp zaman öldürürken, birkaç dikkatli köylü TV yayınlarını izleyip “Enkaz aslında bu taraftadır” demiş ve gidip bulmuşlar. İçişleri Bakanı buna rağmen görevinde oturacak mı?  
Can Ataklı / Vatan


Selcan Taşçı/Yeniçağ

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar