MEDYA KÖŞESİ

Yazarlar bugün gündemi böyle değerlendirdi

7 gazeteden 13 köşe yazarı bugün gündemi değerlendiren yazılar kaleme aldı. İşte o yazarlardan çarpıcı satırlar...

Yazarlar bugün gündemi böyle değerlendirdi

GAZETECİLER.COM - Hürriyet’ten Mehmet Y. YılmazFatih ÇekirgeMilliyet’ten Mehveş EvinAslı AydıntaşbaşTaraf’tan Taner Akçam, Cafer SolgunRadikal’den Tarhan Erdem;Zaman’dan Ali BulaçEkrem DumanlıYasin AktayYeni Şafak’tan Bülent Orakoğlu;Vatan’dan Ruşen ÇakırOkay Gönensin gündem hakkında yazdı.

İşte o yazarlardan çarpıcı satırlar:

Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
Gladio gerçekten yakayı ele verdi mi?

Türkiye’de bir derin devlet yapılanması olduğu, bazı kişilerin kendilerini kanunların da, seçilmiş iktidarların da üzerinde görerek kendilerince “devleti korumaya” kalkıştıkları bir sır değil.
Türkiye’yi askeri darbelere götüren süreçlerde bu oluşumların rolü olduğu da!
Faili meçhul bunca siyasi cinayetin işlendiği bir ülkede yaşıyoruz.
Ergenekon adı verilen yapılanmayla ilgili ilk soruşturma başladığında bunun Türkiye’nin Gladio’suyla bir hesaplaşma fırsatı olduğunu düşünmüştüm.
Soruşturmanın çok geçmeden bir tür torba davaya dönüştürüleceği ve içine birbirleriyle ilgisiz birçok muhalif kişinin de dahil edileceği belli olduğunda da şöyle düşünmüş ve bunu da yazmıştım:
Acaba bu derin devlet yapılanması bizim tahmin ettiğimizden daha mı güçlü ki, bu hesaplaşma fırsatı inandırıcılığını yitirmiş bir davaya dönüştürülüp harcanmaya çalışılıyor?
Ergenekon Davası’nda verilen mahkûmiyet kararlarının kamuoyunda yarattığı birbirine tamamen zıt tepkilere bakınca çok da haksız olmadığımı düşünüyorum.



Fatih Çekirge - Hürriyet
Ağustos sonrası Türkiye gündemi


Ağustos ortasından itibaren Türkiye çok önemli bir dönemece giriyor.

Eğer bir değişiklik olmazsa 25 Ağustos itibariyle Türkiye’nin çok yakından izleyeceği Uluslararası Kürt Konferansı, Erbil’de toplanıyor. Irak, Suriye, İran ve Türkiye Kürtlerinin katılacağı konferans ilk kez uluslararası bir başkanlık seçimine gidiyor. İşte bugünden sonra Türkiye bölgede bir cazibe merkezi haline gelmek için çok daha hızlı bir demokratikleşme sürecine gidebilir. Türkiye’deki barış sürecinin başarısı bölgedeki tüm Kürtler için çok önemli bir örnek olabilir. Bu nedenle önümüzdeki eylül ve ekim ayları çok önemli bir hale geliyor. Meclis’in çalışması, yasaların çıkarılması ve en önemlisi, muhalefetin alınacak kararlara, yapılacak değişikliklere duygusal tepkilerden yola çıkarak siyasi bir fırsat gözüyle bakmaması gerekiyor.



Mehveş Evin – Milliyet
Terörle mücadeleden taraftarla mücadeleye


Bazılarına göre spor (özellikle futbol), savaşın mükemmel alternatifi... George Orwell ise sporu “içinde vurma, öldürme olmayan savaş” olarak tanımlamış.
Futbol sahasına “arena” denilmesi... Taraftarların uğurlarını, flamalarını kuşanarak, slogan atarak maç seyretmesi... Ve bazen statların bizzat çatışma alanına dönüşmesi, savaş anolojisinin pek de yanlış olmadığını gösteriyor.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de futbol, popüler kültürün çok önemli bir parçası... Haliyle, farklı fikirlerin, hayat ve siyaset üzerinden yapılan tartışmaların yansıdığı bir kültürel alan..
Taraftarlık ise sadece futbolla sınırlı değil...
İnsan adını, ailesini, doğduğu yeri seçemez ama takımını seçer. Özellikle otoriterliğin hayatın her alanında egemen olduğu ülkelerde, taraftarlık halkın en önemli özgürlük alanı, kimliği.
Hal böyleyken stadyumlara “siyasi slogan” yasağı koymak, bunu da “Gezi parkı olaylarının tribüne taşınması” diye tarif etmek ne kadar akılcı? 
Stadyumda “şiddeti önlemek”ten öte, ciddi bir ifade özgürlüğü kısıtlaması anlamına gelen yeni uygulamanın neresinden tutsak?

Aslı Aydıntaşbaş – Milliyet
Orta Doğu’da 3 ayrı kavga var

Irak’ta, dün, sıradan bir gündü: Bayramın son günü Şii mahallelerindeki bombalamalarda 60 kişi öldü! Bir gün önce, Beyrut’ta THY pilotlarının kaçırıldığını duydunuz herhalde. Bu arada,Suriye’de 2,5 yıldır devam eden iç savaşın faturası, hayli yüklü: Siz deyin 100 bin, ben diyeyim 200 bin ölü. Arap Baharı derseniz, cevabım ‘General Sisi’ olur.
Türkiye sınırından başlayıp Kuzey Afrika’ya giden birçok yerde, sıcak çatışma ya da el Kaidetürevi grupların sürdürdüğü gerilla mücadelesi var.
Sahi, bugün Orta Doğu’daki kaosu nasıl yorumlamak lazım?  
Orta Doğu aslında bir cins ‘gecikmiş ergenlik’ sendromu yaşıyor. Gerçekte bölge, tarihsel olarak yaşaması gereken iki travmayı bir türlü yaşayamamıştı:  Osmanlı’nın yıkılışı  ve Soğuk Savaş’ın bitimi. Alelacele çizilen haritalar, masa başında oluşturulan sınırlar, Soğuk Savaş dengesinde ayakta tutulan kötü diktatörler derken, Orta Doğu, derin dondurucudan yeni çıktı.  Uluslaşma sürecinden sınıf mücadelesine, totaliter faşist rejimlerin yükselişinden demokrasi mücadelesine kadar... Son 200 yıllık Avrupa tarihinin bütün tektonik hareketlerin tümü, bugün Orta Doğu’da aynı zaman dilimine sığdırılmış durumda.



Taner Akçam – Taraf
Yetmez ama evet


Ergenekon dava kararları hakkında verilebilecek en kısa ve özet yargı budur: Yetmez ama Evet!Arkası gelir mi? Mümkün ama AKP’ye bağlı değil. Siyasi irade toplumsal desteğe, alttan gelen baskıya bakar. Yoksa elini kımıldatmaz. Niye kımıldatsın ki?

Bundan sonrası, Türkiye insanının bu topraklarda onlarca yıldır işlenmiş cinayetlerin, adaletsizliklerin hesabının sorulmasını isteyip istemeyeceğine bağlı.

Ortalığa bakınca umutlu olmak zor. En azında kısa dönemde. Davadaki hukuksuzlukları merkeze alan, “ortalık çok gerildi, hemen af çıkartılmalı” diyen ve yargılamayı intikam olarak gören çok geniş bir yelpaze var. Başta CHP olmak üzere tüm ulusalcı cenahı saymıyorum bile...

Şöyle genel bir hava mı var: bu tür işlerin üstüne gitmek, toplumu çok geriyor, çatışmayı teşvik ediyor ve bölüyor! İnsanları yormaya ve germeye gerek yok. Yeter, artık helalleşme zamanıdır! Çatışmayla, intikamla bir yere varılmaz!



Cafer Solgun – Taraf
Ergenekon’u hafife almak


Ergenekon davasının tartışma yaratan kararları üzerine, öyle anlaşılıyor ki, uzun süre daha konuşmaya devam edeceğiz. Yapay mevzular üzerine konuşmaktan iyidir. Hiç değilse yakın tarih gerçeklerimizi hatırlamaya vesile oluyor. Ve o yakın tarihin bugünlerimizin üzerindeki koyu gölgesinden henüz tümüyle kurtulabilmiş de değiliz...

Naçizane, Ergenekon soruşturması gündeme geldiği andan itibaren, bu soruşturma ve peşinden açılan davanın “tarihî” anlamına dikkat çektim. Kapsamı netleştikçe soruşturmanın derinleştirilmesi gerektiğini savundum. Davayı “sulandıran” gelişmeler olduğunda, eleştirdim. Mesela Nedim Şenerve Ahmet Şık tutuklandığında. Kendimi, davanın “olağan müdahilleri” (her zaman “olağan şüpheli, sanık” olacak değildik ya) arasında saydım. “Derin devlet” olarak kodladığımız anlayışın mağduru herkesin de kendini böyle hissetmesi gerektiğine inandım. Kimi sol yapıların “yesinler birbirini” manşetinde kendini ortaya koyan anlayışla dava ile aralarına kalın bir mesafe koymalarını da eleştirdim, Kürt hareketinin ilk zamanlarda “dur bakalım, ne olacak” dercesine “seyirci” bir tutum takınmasını da. Çünkü davanın tarihî anlamına uygun bir şekilde karara bağlanması, bana göre, biraz da “mağdurların” davaya taraf olarak ağırlıklarını koyabilmeleriyle ilgili idi.

Tarhan Erdem – Radikal
Demokrasi oluşumu ve Kürt sorunu


Muhalefet boşluğunu, MHP ve şimdilik BDP yaratmıyor. Belli politikalara sahip oldukları sürece yerlerine yeni bir parti kurulmasına ihtiyaç duyulmayacaktır. Onlar, karşısında bulundukları iktidar partisini seçimlerde yenip iktidara geçemeyeceklerini bilmektedirler. 

‘Muhalefet boşluğu’ denilen, iktidara gerçekten talip olacak muhalefet partisi anlamına gelmektedir. İktidarın politikalarını eleştiren veya halka yeni politikalar öneren partiler aranmıyor; yani boşluk, fikir hareketi boşluğu değildir. 

Fikir var; fikrin seçiminde, sunuşun kıvamında, biçiminde, samimiyetinde, açıklığında sorunumuz var! 

Ali Bulaç - Zaman
Cemaatlerin alanı


Teorinin siyasi partilere büyük avantajlar sağladığında hiç kuşku yok. Ne kadar aksi iddia edilirse edilsin, Aydınlanma’nın geleneği içinde partiler siyasi modernleşmenin en etkili enstrümanlarıdır, birinci derecede modern-ulus devlete, ikinci derecede iktidara taşımak istedikleri sınıflara aittirler. Partiler -hele bizde- devlet gibi yukarıdan aşağı doğru örgütlenirler, doktrinleri kabul edilmiş siyasetlerden birine -merkez sağ, merkez sol veya sağ ve solun uçlarına- dayanır ve en önemlisi “lider eksenli”dirler. Merkezi kontrol eden partiler, tabii ki siyaset ve idare aygıtı üzerinden toplumu, bu arada cemaatleri de kontrol etmek isterler. Bu kombinezonda cemaat siyasi talepte bulunduğunda “Sen cemaatsin, orda dur, işine gelmiyorsa parti kur sahaya in” der. Ancak bu sorunu çözmüyor, çünkü ne iktidar toplumun bütününü doğru algılayabiliyor ne aşağıdan-toplumdan gelen sahici taleplerin ifadesine mecra açıyor. Bu demokrasinin temel bir krizidir.

Yeni bir siyasete ihtiyacımız var. İslam dünyası kendi tarihsel tecrübesine uygun şu formül üzerinde mutabakata varabilirse kriz aşılabilir: Topluma ait fonksiyonların tümü topluma bırakılmalı, devlet bu alanlardan elini çekmeli. Osmanlı’da toplumsal fonksiyonları gören yaklaşık 345 bin vakıf vardı. Bunlar gönüllüydü, özerkti ve hükümet dışıydı, ama devlete ve hükümetlere de karşı değildi.

Ekrem Dumanlı – Zaman
Yahu siz çekilin bir aradan!


Hükümet ile camia(lar) arasında görüş ayrılıkları olamaz mı? Tabii ki olur. Hatta olmalıdır ki istişarenin bereketi zuhur etsin. Hazret-i Peygamber'in, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” sözü, farklı yaklaşımlardan rahmete yol bulma tavsiyesi değil midir? Arada ciddi bir sorun varsa bunun çözüm şekli bellidir; çok eski yıllara dayanan arkadaşlık ve kardeşlik hukuku devreye girer, ihtilaftan rahmet devşirilir. Zerre kadar dava çilesi çekmemiş fitne cambazlarının kurduğu çadır tiyatrosuna gerek yok. Şahsi menfaatleri uğruna belli yerlerde mevzi tutmuş kişilerin yol haritası çıkarmasına da gerek yok. Sosyal gerçekliği olan bir kitle ile siyasi gerçekliği olan bir partinin kendine mahsus iletişim yolları vardır daima. Bazı sorunları bahane ederek egolarını tatmin edenler hem sırtını dayadıkları yapıya hem Türkiye'ye zarar veriyor. Üstelik sakil de kaçıyor. O yüzden işgüzar birilerine, “Siz çekilin aradan kardeşim; riyakârlığın âlemi yok!” demek gerekiyor.

Yasin Aktay – Zaman
Solun trajedisi

Ergenekon davası birinci mahkeme düzeyinde sonuçlandı ve bir çok kişi kendilerine isnat edilen suçlamalara mukabil değişik cezalar aldı. Alınan cezaların azlığı veya çokluğunun bir noktadan sonra bir önemi olmadığını baştan itibaren söyledik. Şu veya bu sanığın şu veya bu kadar ceza almış olması üzerinden bu davayı tartışmanın bir anlamı yok. Bu, bizi işin özünden saptırmaktan başka bir işe yaramıyor. Önemli olan Türkiye'de kendini hukukun üstünde gören ve yasal bir dayanağı olmayan, adı konulmamış bir dokunulmazlığa sahip olanlara dokunulmuş olması, yargılanmış olması ve bu yargılamanın bir sonuca bağlanmış olmasıdır. Yargılanan şu veya bu isimden ziyade bir zihniyettir, bir kültürdür.

Konu bir darbeler geleneğinin yargılaması olunca 5 Ağustos'ta mahkemenin varmış olduğu kararı tek ve nihai karar olarak görmemek gerek. İlerleyen zamanlarda başlamış olan Balyoz, 28 Şubat, faili meçhuller, Musa Anter cinayeti, 12 Eylül gibi davalar da bu konseptteki yargılamanın birer halkasıdır. Bu davaların her birinde aynı türden şeyler yapılmış oldu. Neticede bu davalar Türkiye'de kendini halkın, hukukun ve herşeyin üstünde gören bir otoriter ve totaliter devlet elitinin hukukun karşısına çıkarılması sağlanmış oldu.



Bülent Orakoğlu – Yeni Şafak
Başbuğ piyon mu?


İlker Başbuğ'un aldığı ceza üzerinden kamuoyunda dile getirilen insani ve duygusal tepkiler malum medya tarafından istismar edilerek hükümet karşıtı bir propagandaya dönüştürülmüş bulunuyor. Aynı zamanda Ergenekon davasının ve mahkemesinin itibarsızlaştırılmasına yönelik, 28 Şubat'ı aratmayacak psikolojik harekât yöntemleri ve sloganlarıyla, provokasyon ve dezenformasyon faaliyetleri de hız kesmeden devam ettiriliyor.

Henüz gerekçeli karar açıklanmamışken Ergenekon sanıkları hakkında verilen cezaların dayandığı maddi deliller ve dosyanın muhteviyatı bilinmeden yapılan yorumlar analizler gerçeğe ulaşmaktan çok, derin yapının değirmenine su taşımaktan öte bir anlam taşımaz diye düşünüyorum.



Ruşen Çakır – Vatan
Eve dönüş


Suriye’deki iç savaş er ya da geç, şu ya da bu şekilde sonlanacak. Nasıl iç savaş Türkiye’yi doğrudan ve genellikle olumsuz bir şekilde ilgilendiriyorsa, sonuçlanmasından da doğrudan etkileneceğiz. Etkilerin olumlu mu, olumsuz mu olacağı kuşkusuz birçok faktöre bağlı ve kestirilmesi kolay değil. Ancak öyle bir konu var ki, Suriye sorunu nasıl çözülürse çözülsün, Türkiye için ciddi riskler içeriyor: El Kaide çizgisindeki gruplarda savaşan Türkiyeli gönüllüler.

Sayıları hakkında çok fazla bilgimiz yok ancak bugüne kadar sağda solda çıkan haberlerden, özellikle son günlerde Rojava’daki Kürt grupların yaptıkları açıklamalardan çok sayıda Türkiye vatandaşının Suriye’de savaştığını öğrendik. Bunda şaşılacak bir şey yok çünkü sayıları Arap ülkelerinden gönüllüler kadar olmasa da, daha Afgan cihadından itibaren Türkiye’den çok sayıda genç, Çeçenistan, Bosna, Keşmir başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki cihatlarda yer aldı, yakalanıp hapis yattı, yaralandı ve hayatını kaybetti.



Okay Gönensin – Vatan
İstanbul’da CHP

İstanbul Büyükşehir için CHP’de daha hızlı bir yarış bekleniyordu. Gezi olaylarının yarattığı havanın oya dönüşebileceği tahminleri dolayısıyla CHP’lilerde diğer seçmenin ilgisini çekecek bir isim beklentisi öne çıkmıştı.

Şu ana kadar aday adayı olarak eski Gaziantep başkanı Celal Doğan ortaya çıktı. Celal Doğan 68 kuşağından ve hep Gaziantep’te siyaset yapmış, başkanlığında başarısı kabul edilmiş bir siyasetçi. İstanbullu değil, İstanbul’da siyaset yapmadı.

Kendisine “CHP’nin sol kanadı” adını veren bir grup da bir isim açıklarken, yine Mustafa Sarıgül’ün kararı bekleniyor.

Sarıgül’ün de Şişli’deki ağırlığına kuşku yok, bu ağırlığın bütün şehre yayılabileceğini düşünen CHP’lilerin de oldukça fazla olduğu anlaşılıyor.