Ya IŞİD olmasaydı?..
Halen “Önce Esed gitsin ondan sonra IŞİD’in hesabını görürüz” diyen cumhurbaşkanı....
ADNAN BERK OKAN
İslâm temelleri üzerine oturtulmuş bir sistem, demokrasi ile uyumlu yaşayabilir mi?
Elbette yaşar...
Ama...
Bunun en temel şartı laikliktir...
Laik olmayan İslâm temelli demokrasilerin yaşama şansı sıfırdır...
Örnek mi?..
Türkiye…
14 Mayıs 1950 genel seçimlerinden sonra 2003 yılına kadar demokrasimizin ağır aksak da olsa yürümesini sağlayan; “Laik” sistemdi…
Vesayetçi laik demokrasimiz 2003’te kısmen demokratikleştirilerek ayağa kalktı…
2011’e gelindiğinde Türkiye depara kalkmak üzereydi…
Ki…
2011 yılı başından itibaren, dönemin başbakanı Erdoğan (Kendisinin mutlaka bildiği bizlerin ise halen anlayamadığı bir sebebten dolayı) değişiverdi...
Artık...
Ak Parti'ye oy vermeyenleri ya da kendisini ve hükümetini eleştirenleri ötekileştiriyor, "Biz ve onlar" vurgusunu ön plâna çıkarıyordu...
Yurttaşların dini inançlarına, sosyal yaşantılarına müdahale ediyor, "dindar nesil yetiştireceğiz" diyordu...
AB ve ABD de aynı şeyi istiyor… Ama… AB ve ABD bir de ayrıca Türkiye’nin güneyini Akdeniz’den İran’a kadar kapsayacak bağımsız bir (hatta iki) Kürt devleti de istiyor… Demek istemem o ki… ABD ve AB ülkeleri Türkiye’nin düşmanı değil... Aksine… Kalıcı barışı tesis etmiş, coğrafi güzellikleri paylaşılacak (Elbette turizm sektörü aracılığıyla), refah içinde, mutlu bir Türkiye istiyor… Amaçları… Türkiye’nin demografik ve coğrafi potansiyelinden daha çok yararlanmak… Ama… Arap Müslümanlarıyla komşu olmak AB ülkelerinin (Haklı olarak) işlerine gelmiyor… Belki çok uzun bir zaman sonra bütün Kürtlere “Siz Türklerle bir arada yaşayamazsınız” da denilebilir… Bu ise şimdilik sadece bir “ihtimal”… Oysa… Bir ihtimal korkusuyla bir ülkenin yakın geleceğini tehlikeye atmak aymazlıktır… Ben… Türkiye’yi yönetenlerin o aymazlığa düşeceklerine ihtimal vermek istemiyorum… Ak Parti – MHP yakınlaşması o düşüncemde haklı olduğum konusundaki umudumu arttırıyor… Zira… Bu en zor süreci Ak Parti’nin HDP ile aşması mümkün değildi… O nedenle; tıpkı Müslüman Irak’a müdahale yapılırken Türkiye’nin “En Müslüman” partisi iktidar yapıldığı gibi şimdi de “Kürt Sorunu”, ülkenin “En Türkçü” partisinin yardımıyla çözülecek… |
"Tek bayrak"tan, "Tek vatan"dan, "Tek dil"den...
Ve en kötüsü...
"Tek din"den söz ediyordu...
Bu arada...
Liberal demokratlara ihtiyacı kalmadığını İstanbul İl Başkanı aracılığıyla açıkça ilân ettikten sonradır ki...
Demokrasinin “laiklik” ayağı aksamaya başladı…
Suriye’nin iç işlerine müdahale edince de “Mezhepçilik” ön plâna çıktı…
Ve daha da fenası…
Komşu ülkeyi işgal etme veya en azından yönetimi değiştirip yerine bizim hükümetin kontrolü altında bir “Sünni İslâm Devleti” kurdurmanın hayal denizinde yüzdüğümüz kuşkusu uyandırıldı…
2013 yılı Mayıs ayının son günüyse…
Taksim Gezi Parkı’nda ellerinde kitapları ve gitarlarıyla toplanmış, bir piknik keyfinde protestolarıyla çağaş demokrat gençlik örneği sergileyen çocuklarımız sabahın köründe, uykularındayken hoyatça atılan gaz bombalarıyla taciz edildiler…
İşte o sabah ta “Despotizm” başladı…
2003 yılına kadar…
“Kökten laikçiler” imtiyazlı sınıfı oluşturuyordu…
Ceberut devlet, en mütedeyyin Müslüman’a bile “gerici” gözüyle bakıyor, “fundamentalist” olanları ise polis baskısı altında yaşatırken, biraz daha ileri(!) giderlerse tutuklatıp hapse attırıyordu…
2011 yılından itibaren şemsiye ters döndürüldü…
Bu defa da şeriat yanlısı Süniler Türkiye’nin imtiyazlı sınıfı oldular…
Beyaz Türkler, Seküler Müslümanlar, liberaller, Aleviler, Hıristiyanlar ve ateistler ötekileştirildiler…
Baskı altında tutuldular…
İstihbarat tarafından fişlendiler (Fişleniyorlar)…
Hapse atıldılar (Atılıyorlar, atılacaklar)…
Sonuç?..
Laik demokrasi son dört yılda otoriter (Dikta henüz yok) bir İslâmi rejime dönüştü…
O kadarla kalsa iyi…
Suriye’yi de laik cumhuriyetten İslâm cumhuriyeti’ne doğru dönüştürme amacıyla başlatılan iç savaş; ülkemizin sınırlarına dayandı…
Mısır’da askeri darbe ile devrilen Mübarek’in yerini sözüm ona bir seçimle (sadece % 24 oyla) İslâmcı Şeriatçı Mursi aldı…
Mursi’nin laik cumhuriyet Mısır’ı bir anda İslâm cumhuriyetine dönüştürme girişimi bir başka askeri darbe ile engellendi…
Bunun üzerine bizim İslâmcı hükümet, Mısır’la aramızdaki bütün köprüleri attı…
Dönemin başbakanı Erdoğan, Mursi’nin cumhurbaşkanı olduğu Mısır’ı şeriat devletine doğru götürdüğü iddiasıyla yapılan darbeyi kınayan tek ülke oldu…
Oysa…
Mübarek’in Kahire sokaklarında başlatılan ve sonra da ordunun desteğiyle biten iktidarında sokağı alkışlayan ve askeri darbenin lideri Sisi ile el ele veren de yine aynı başbakandı…
Sevgili meslektaşlarım…
O dönemin başbakanı son dönemin cumhurbaşkanı, şimdilik değişmemiş gibi görünüyor…
Ama…
Ama… “Gerçekçi” olalım… İnsanların topluluk halinde yaşamaya başladıkları ilk günden bugüne kadar, egemen güçler, ekonomik çıkarlarını korumak için inançlı fukaraları savaştırdılar hep… Günümüzde de devam ediyor… Eğer fukaralar, “Allah adına” değil de “egemen güçlerin ekonomik çıkarları” uğruna öldüklerini; yani “Şehit” olup cennette hurilerle kucaklaşmayacağını bilseler vallahi savaşmazlar, billahi savaşmazlar… Vicdani redçiler neden sevmiyorlar askerliği?.. Askerlik mesleğinin asıl gayesinin “Ölmek” veya “Öldürmek” olduğunu bildikleri için… Yani… IŞİD iyi ki var… Olmasaydı bölgemizdeki savaş daha 50 yıl sürerdi… Eğer bizimkiler daha fazla kurcalamaz, akıl galip gelirse daha beş – on fukara Müslüman ölür bu savaş biter… |
Sadece görünüyor…
Birkaç hafta sonra en başa döndüğünü göreceğiz…
Halen “Önce Esed gitsin ondan sonra IŞİD’in hesabını görürüz” diyen cumhurbaşkanı mecburi “U” dönüşü yapacak…
Yapmalı da…
Çünkü…
Tunus örneği çok net…
Ve…
Tunus örneğini bütün gelişmiş Batı demokrasileri ve en çok da ABD ve hatta BM destekliyor…
Tunus örneği gelişmiş demokrasiler ve BM tarafından bu kadar büyük destek görürken…
Erdoğan gibi bir pragmatist siyasetçinin ısrarla “Müslüman demokrasisi” gibi hiç olmayacak bir duaya “Amin” demesi mümkün mü?..
Ya Kürtlerle barış?..
Ne olmuş barışa?..
Bozulmuş mu?..
Güldürmeyin insanı…
Barış var mıydı ki bozulsun?..
Barış yapılabilmesi için tarafların asgari müştereklerde buluşmaları ve samimi olmaları gerekir…
Oysa…
Bizde adına “Barış Süreci” denilen “Şey” iki tarafın da kişisel çıkarlarına hizmet eden bir tür “Siyaset oyunu” idi…
Ne Türkiye’yi yönettiklerini zannedenlerin amaçları barış yapmaktı…
Ne de yıllarca silahlı terör sayesinde üç ay dağda, dokuz ay sarayda yaşayanların barış istedikleri vardı…
Bir taraf sadece seçim dönemlerinde silahların susmasını istiyordu…
Diğer taraf ise tepe tepe kullandıkları (Sözde) önderlerinin cezaevi şartlarının iyileştirilmesini ve iki seçim arasında en az dört yıl kaldığında da (Yani elleri rahatladığında) tahliye edilmesini…
Yani…
2015 yılı Haziran ayı sonuna kadar bu kayıkçı kavgası sürüp gidecek…
Olan, ölen zavallı masumlara ve ailelerine olacak…
Ey güzel insanlar!..
Siz de takmayın kafanızı yahu…
Önünde sonunda Erdoğan kabul edecek ki (En başından beri zaten hazır)…
Türkiye için en iyi seçenek şudur:
Arap Müslümanlarıyla Türkiye arasına laik demokrat bir hukuk devletinin girmesi…
Böylece…
Arap Müslümanlarıyla değil; demokrasiye inanmış, demokrasisini ve hukuk devletini yaşatmayı kafasına koymuş, birisi liberal kapitalist, diğeri demokrat sosyalist iki küçük bağımsız Kürt devletiyle komşu olacağız…
AB’nin ve ABD’nin de istediği bu…
Türkiye’yi Arap Müslümanlarla sınır komşusu olmaktan kurtarmak…
Ama…
Bizim medya (Merkez medya hariç) halkımızı hem ABD ve hem de AB ile düşmanlaştırmak için bir yerlerini yırtıyor…
Oysa…
Güneyimizde kurulacak bağımsız bir veya iki Kürt devletinden sonra Türkiye huzur bulacak…
Enerjisini sadece ekonomik büyümesine, kültürel gelişmesine harcayacak…
Kısa zamanda AB’ye tam üye olacak…
Erdoğan da bunun farkında…
Ama…
Biliyorsunuz…
Beyefendinin huyudur…
Sıtmaya razı etmek için önce mutlaka ölümü gösterir…
Yani…
Takmayın kafanızı…
Barış bitmiş değil…
Çünkü…
Henüz taraflar kişisel çıkarlarını sağlama almış değil…
Olan biten ise fış fış kayıkçı…