Vurun Kerem'e vurun ki Ahmet Altan acı çeksin!..
Kerem’in evi bölgenin en donanımlı kliniklerinden birine sadece 50 metre mesafede. Yani yürüyerek bir dakika bile değil.
ADNAN BERK OKAN
Ahmet Altan’ın 35 yaşında oğlu olduğunu ve TARAF’ta yazı işleri müdürü olarak görev yaptığını bilmiyordum.
Hem de oturduğu ev bizim evimizin tam karşısındaymış.
Yani…
Daha iki yıl önceye kadar çok yakın komşuymuşuz birbirimize…
“Dedesinin ve babasının oturduğu apartmanda oturuyor” diyenlere gelince.
Ya “yanlış” biliyorlar…
Veya kasten “yalan” söylüyorlar…
Çünkü ne babası ne de dedesi oturuyor o yaşlı apartmancıkta.
Kerem belli ki göze batmak istemiyormuş…
Belli ki babasının adıyla anılmaktan haz etmiyormuş…
Aksi halde 35 yaşındaki bir genç adamın hangi aileye mensup olduğunu yıllar önce öğrenmiş olurduk.
Eskiler derler ya hani “korktuğun başına gelir” diye.
Alternatif tıpçılar ise, “negatif enerji yaymayın”.
Aynen öyle oldu…
Babasının adıyla anılmaktan kaçınan Kerem, gazetelerde ve televizyonlarda adının önüne “Ahmet Altan’ın oğlu” yazılarak tanıtıldı bütün ülkeye.
Aslına bakarsanız, 35 yaşında bir genç adamdan/kadından “falancanın oğlu, filancanın kızı” diye söz etmek medyamızın en mekruh yanlışlarından biridir.
Bugün kamuoyunun en çok tanıdığı isimlerden biri Kerem Altan…
Medyamız sayesinde tanımayanımız kalmadı Kerem’i…
Hem de ne tanımak(!)..
Ve…
Hem de salt “dedikodulardan”…
Yalanlardan…
Hayali komşulardan…
Genç adama çakıp, babasından intikam almak isteyen çakallardan…
“Defne defalarca çığlık atmış” diye uyduran beyin fahişelerinden…
“Klinik, klinik dolaşmış da ambulans çağırmamış” diyen müptezel yalancılardan…
Oysa…
Kerem’in evi bölgenin en donanımlı kliniklerinden birine sadece 50 metre mesafede.
Yani yürüyerek bir dakika bile değil.
Hele koşarak 20 saniye.
Kerem de öyle yapmış zaten.
Kliniğe gitmiş ama doktor yok.
Benim medyam, benim köşe yazarlarım kliniklerin bu ahlâksızlıklarını eleştireceklerine “neden ambulans çağırmadın?” diye genç adama saldırıyor.
Ve sen ey Fatih Altaylı!
Hıncal’a, “senin kızın olsa yazar mıydın?” diye soran Fatih Altaylı.
Hatırlıyor musun?..
Bir zamanlar senin Hıncal’a sorduğun soruyu ben sana sormuştum?
Ve bir kez daha soruyorum…
Senin kızın birkaç yıl sonra bir gece erkek arkadaşıyla birlikteyken delikanlı ölse…
Ertesi gün gazetelerden biri ölen gencin adını yazdıktan sonra “…….yanında Fatih Altaylı’nın kızı…. vardı” diye yazsa…
Olaydan birkaç gün sonra bu kez aynı gazete “….. defalarca çığlık atmış” diye manşet atsa…
Ya da “Adli tıp …..’nın kalp krizi ve solunum yetmezliğinden (astım) ölmediğini açıkladı” diye yalan haber yapsa ve yine birinci sayfadan yayımlasa…
Ve…
Aynı gün Adli Tıp ve ölen gencin ailesi o gazetenin haberini yalanlasa…
Ne yaparsın Fatih cevap ver…
Ne yaparsın?..
Neler geçer içinden?..
Samimi cevap ver:
O yalan, karalayıcı, onur kırıcı ve moral olarak çökertici haberi yapan gazetenin yazı işlerini basar mısın basmaz mısın?.
Haberi yapanlara “ulan şerefsizler!...... “ diye başlayan ünlü tiratlarından birini çeker misin çekmez misin?
İyi ama Fatih…
Senin yönettiğin gazete bu saydıklarımın hepsini yaptı…
Sakın “hastaydım” deme…
Eğer gerçekten de atılan manşetleri, yapılan haberleri kontrol edemeyecek kadar hastaysan, bugünden tezi yok o yalan haberleri yapanları, o yalan manşetleri atanları hemen kov!
Derhal kov!..
Sevili meslektaşlarım…
Biz insanoğlu, aynı gömleğin içindeki bedenler gibiyiz.
İçimizden birinin bacağı kırılsa hepimizin hayat yolunda bir değişikliğe sebep oluyor.
O bacağın kırılmasından sonra içinde bulunduğumuz vagon makas değiştiriyor ve önümüzde nereye gittiği bilinmeyen sonsuz sayıda yeni raylar çıkıyor.
Keşke Kerem’e, “filmi geri sarsak aynı gece o bara gider miydin?” diye sorsak…
Sorabilsek…
Ne cevap verirdi tahmin ediyor musunuz?..
Ben kendi tahminimi söyleyeyim:
“Değil o bara gitmek; boğazın karşı yakasına geçmezdim” diye verir cevabını…
Daha çok genç Kerem…
Bence delikanlılık ile adamlık arası bir yaşta…
Ve sevgili meslektaşlarım!.
Defne öldü, uçtu gitti…
Artık hesap vereceği tek makam var…
Allah ve melekleri…
Ama Kerem’in önünde daha uzun yıllar var…
Defne bir kere öldü…
Sizler Kerem’i her gün öldürüyorsunuz…
Ne hakkınız var buna?..
Kimileriniz de Kerem Altan’ın, “Defne’yi bardan aldım aramızda duygusal ilişki oldu” dediğinden hareketle “erkek adam böyle bir şeyi nasıl yapar?” diye sorguluyorsunuz.
Kerem’in aynen öyle söylediğini nereden biliyoruz…
Kerem mi söyledi?..
Yooo…
Peki medya nereden aldı bu cümleyi de yazdı?..
Mahkemelerde bile “delil” kabul edilmeyen polis ifadesinden mi?..
Yahu beyler…
Durun hele…
Ne bu acele?..
Aynı sözleri, Kerem’in ağzından duymadan, ifade sızdırmakta ve suçlu üretmekte pek mahir karakol polisimizin üfürdüğü haberlere kanıp da genç adama vurmayın…
Velev ki o sözleri söyledi…
Yahu o zaman Hıncal Uluç’a niye çakıyorsunuz?..
Hıncal, ölmüş, Allah ve melekleriyle baş başa kalmış bir mevtanın ardından yazıyor…
Ya siz?..
Siz yaşayan ve geleceğe umutla bakmak zorunluluğu olan bir genç adamı yaşarken linç ediyorsunuz ya…
Utanmıyor musunuz?..
Yüzünüz kızarmıyor mu?..
Ülen amma da vicdansızmışsınız ha!..