Ümit Kıvanç
Radikal
Köşeyazarı "gibi" bir makam, dünya basınında hiç yok diyemeyiz. Var. Ama bunun önkoşulu bir alana ilişkin uzmanlık.
Oysa meselâ bendeniz köşeyazarı, istersem Miro sergisinin tasarımındaki aksaklıktan, istersem serginin yapıldığı binanın mimarî özelliklerinden, hattâ istersem Miro resminin sanat tarihi içindeki yerinden bahsedebilir, istersem siyasî partilere şöyle değil böyle yapmaları konusunda akıl verebilir, canım çekerse Putin'in Ukrayna'da neleri amaçladığına, Merkel ile Hollande'ın bunu şöyle değil böyle karşılamalarının Kandil-İmralı ilişkilerini nasıl etkileyeceğine, Melo'nun sakatlığının Galatasaray'a hangi taktiği dayattığına dair atıp tutabilirim. Araya da iki film eleştirisi sıkıştırabilirim.
Ne yazık ki Türkiye'de köşeyazarına bütün bu mesnetsiz hak ve yetkileri veriyoruz. İşin kötüsü, çeşitli dönemlerde yapılmış birtakım araştırmalar gösterdi ki, önemli bir okur kitlesi, kendi hissettiklerini, düşündüklerini, tepkilerini, eleştirilerini karşısında bulmayı seviyor ve köşeyazarlarından böyle bir doğrulama-tasdik faaliyeti bekliyor. Bunun genelleşmiş bir patolojik durum oluşu bir yana, yazar olarak bu tuzağa düşmeniz, sevilme, beğenilme, tutulma iğvasına kapılmanız hiç zor değil.
Umarım buna düşmem, okurları kızdırmayı göze alabilirim, doğru ve gerekli bulduğumu yazmaktan vazgeçmem.
Radikal'de 17 yıl sonra kaleme aldığı ilk köşe yazısında mesleğe bu eleştirel perspektiften bakan Ümit Kıvanç doğal olarak günün köşe yazarı oldu.