Uğur ağabeyine biatta sınır tanımıyorsun ama...
Uğur ağabeyine karşı biatta sınır tanımadığın halde senin gibi düşünmeyenler karşı pek bir "dik kafalısın" be Yılmaz...
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Yılmaz (Özdil);
Tamam...
Kabul ediyorum...
Kolay okunurluğunla Türk medya dünyasının Serdar Ortaç'ısın...
O da kolay şarkılarıyla yıldızlaşmadı mı?..
"İki tak tak tak, bi şak şak"; biraz da "cıs taka cıs tak" buyur sana beste...
Sen de bazen üç kelimeden oluşan bir cümle...
Ve...
Arkasından iki satır boşluk, bir yıldız yine iki satır boşluk bir kere daha üç kelimelik bir cümleyle iş bitiriyorsun...
Senin "günlük" bir yazında kullandığın kelime ile Orhan Pamuk bir cümleyi ancak kurabiliyor(!)...
Neyse...
Demem o değil...
Sözü başka noktaya getireceğim...
Uğur ağabeyine biatta sınır tanımadığın halde senin gibi düşünmeyenlere karşı pek bir "dik kafalısın" be Yılmaz...
Her söylediğinin doğru olduğunu sanıyorsun da, başkalarının söylediklerinin de "doğru" olabileceğini hiç düşünmüyorsun...
Bir sabah kahvaltı masasındakilere çayın rengini sor da gör...
O konuda bile mutabık kalamayacaksınız...
Çünkü biriniz çaya bakarken güneş arkadan vurmuştur, masadakilerden başkası çayı, güneşin ön yüzüne vurmuş rengiyle görecektir...
Oysa "çay çaydır" be tosunum...
Ama...
Onun bile rengi bakıldığı yöne göre değişir...
Bilmem farkında mısın?..
Bendeniz "tarih" konusunda aşırı şüpheciyimdir...
Şimdi aklıma geldi...
Sen belki de "şüphe" demek yerine "septik" demeyi tercih edersin...
Bak...
Aynı anlama gelen iki kelimeyi kullanırken bile ters düşebiliyor insan birbirine...
Neyse...
Tarih konusunda aşırı şüpheci olmamın sebebi, tarihçilerdir...
İşte o nedenle "tarih yok, tarihçi vardır" derim ya...
Yine meselâ...
Senin okumayı sevdiğin tarihçi ile geçmişi senin gibi görmek istemeyen birinin okuduğu tarihçi birbirine hiç benzemez...
Sen bugünkü (03.12.2011) olduğu gibi Dersim Olaylarına sevdiğin tarihçi ve arşivin desteğinde bakarsın...
Da...
Bir başkası aynı tarihe Vecihi Timuroğlu'nun, "Dersim Tarihi" isimli kitabından açtığı pencereden bakar...
O kişiye sorarsan kendi okuduğu tarih doğrudur...
Sana sormaya gerek bile yok çünkü sen de kendi sevdiğin tarihçinin yazdıklarına inanıyorsun...
Vecihi Timuroğlu:
“Murat Suyu'nun kandan kıpkırmızı aktığını görenler olmuştur….. İksor Vadisi'ndeki mağaralarda en büyüğü 14 yaşında olan 243 çocuk imha edildi” diye yazıyor...
Senin sunduğun arşivler ise o günün devletinin ne kadar da borcuna sadık olduğunu anlatıyor...
Senin arşivlerin "rikkati kalp" ve "mazlum" devleti; Vecihi Timuroğlu'nun arşivleriyse (ki Timuroğlu o günleri çocuk yaşta da olsa bizzat yaşayanlardan) "Zalim" devleti anlatıyor...
Ve sevgili kardeşim;
Sen sürekli "bana inanın onlar yalancı" diyorsun...
Karşındakiler de kendilerine inanmamızı senin "yalan" yazdığını iddia ediyorlar...
İyi de Yılmaz...
Kamuoyu kime inanacak?..
Yani sevgili kardeşim;
"Yazma" diyecek halim yok...
Yok da...
İtirazım "ille de ben haklıyım" deyişine...
[email protected]
Sevgili Yılmaz (Özdil);
Tamam...
Kabul ediyorum...
Kolay okunurluğunla Türk medya dünyasının Serdar Ortaç'ısın...
O da kolay şarkılarıyla yıldızlaşmadı mı?..
"İki tak tak tak, bi şak şak"; biraz da "cıs taka cıs tak" buyur sana beste...
Sen de bazen üç kelimeden oluşan bir cümle...
Ve...
Arkasından iki satır boşluk, bir yıldız yine iki satır boşluk bir kere daha üç kelimelik bir cümleyle iş bitiriyorsun...
Senin "günlük" bir yazında kullandığın kelime ile Orhan Pamuk bir cümleyi ancak kurabiliyor(!)...
Neyse...
Demem o değil...
Sözü başka noktaya getireceğim...
Uğur ağabeyine biatta sınır tanımadığın halde senin gibi düşünmeyenlere karşı pek bir "dik kafalısın" be Yılmaz...
Her söylediğinin doğru olduğunu sanıyorsun da, başkalarının söylediklerinin de "doğru" olabileceğini hiç düşünmüyorsun...
Bir sabah kahvaltı masasındakilere çayın rengini sor da gör...
O konuda bile mutabık kalamayacaksınız...
Çünkü biriniz çaya bakarken güneş arkadan vurmuştur, masadakilerden başkası çayı, güneşin ön yüzüne vurmuş rengiyle görecektir...
Oysa "çay çaydır" be tosunum...
Ama...
Onun bile rengi bakıldığı yöne göre değişir...
Bilmem farkında mısın?..
Bendeniz "tarih" konusunda aşırı şüpheciyimdir...
Şimdi aklıma geldi...
Sen belki de "şüphe" demek yerine "septik" demeyi tercih edersin...
Bak...
Aynı anlama gelen iki kelimeyi kullanırken bile ters düşebiliyor insan birbirine...
Neyse...
Tarih konusunda aşırı şüpheci olmamın sebebi, tarihçilerdir...
İşte o nedenle "tarih yok, tarihçi vardır" derim ya...
Yine meselâ...
Senin okumayı sevdiğin tarihçi ile geçmişi senin gibi görmek istemeyen birinin okuduğu tarihçi birbirine hiç benzemez...
Sen bugünkü (03.12.2011) olduğu gibi Dersim Olaylarına sevdiğin tarihçi ve arşivin desteğinde bakarsın...
Da...
Bir başkası aynı tarihe Vecihi Timuroğlu'nun, "Dersim Tarihi" isimli kitabından açtığı pencereden bakar...
O kişiye sorarsan kendi okuduğu tarih doğrudur...
Sana sormaya gerek bile yok çünkü sen de kendi sevdiğin tarihçinin yazdıklarına inanıyorsun...
Vecihi Timuroğlu:
“Murat Suyu'nun kandan kıpkırmızı aktığını görenler olmuştur….. İksor Vadisi'ndeki mağaralarda en büyüğü 14 yaşında olan 243 çocuk imha edildi” diye yazıyor...
Senin sunduğun arşivler ise o günün devletinin ne kadar da borcuna sadık olduğunu anlatıyor...
Senin arşivlerin "rikkati kalp" ve "mazlum" devleti; Vecihi Timuroğlu'nun arşivleriyse (ki Timuroğlu o günleri çocuk yaşta da olsa bizzat yaşayanlardan) "Zalim" devleti anlatıyor...
Ve sevgili kardeşim;
Sen sürekli "bana inanın onlar yalancı" diyorsun...
Karşındakiler de kendilerine inanmamızı senin "yalan" yazdığını iddia ediyorlar...
İyi de Yılmaz...
Kamuoyu kime inanacak?..
Yani sevgili kardeşim;
"Yazma" diyecek halim yok...
Yok da...
İtirazım "ille de ben haklıyım" deyişine...
[email protected]