‘Tüh sizin suratınıza’ diyeceğim ama suratınız yok ki!..
Son beş yıldır arpa ekenler buğday biçeceklerini sandılar ama aaaa: bir de ne görsünler?..
ADNAN BERK OKAN
Bu defa “deyin ki” diye başlayan bir soru soracağım…
Çok sevdiğiniz…
Değer verdiğiniz…
Saygı duyduğunuz…
Herkesin “çok temiz ve titizdir; pırıl pırıl” dediği…
Çalışkanlığı ve becerikliliği dillere destan…
Bütün öfkeli görünümüne rağmen demokrat, hoşgörülü…
Ve…
Vicdanlı olduğu yakın tanıyanlarınca samimiyetle anlatılan bir devlet adamı (ya da bir ünlü sanatçıyı) getirin gözünüzün önüne…
Ve tam da o sırada…
Yani siz o muhteşem devlet adamını (ya da bir ünlü sanatçıyı) düşünürken, karşısında oturduğunuz ekrana bir görüntü yansısın…
Görüntü aynen şöyle:
Az önce ne kadar saygın ve temiz olduğunu düşündüğünüz devlet adamı (ya da bir ünlü sanatçı) işaret parmağını burun deliklerinden birinin içine yarıya kadar sokmuş karıştırıyor…
Sonra da oradan aldığı bir parçayı ağzına atıp çiğniyor…
Söyleyin bakalım o anda ne hissedersiniz?..
Tabii ki o görüntünün "fotoşop" olduğunu algılama ve o algınızı başkalarıyla paylaşmakta özgürsünüz...
Ama...
O görüntülerin devlet adamının (ya da bir ünlü sanatçının) dalgın anında çekildiğini düşünenlere de saygı duymalısınız...
"O görüntülere neden inanıyorsun?" diyerek o insanları aşağılamamalısınız...
Onlar da size "yuh yani.. Bunun neresi fotoşop!" diye bağırıp çağırma hakkına sahip değiller elbette...
Neyse...
Siz yine de düşedurun ben başka konuya gireceğim…
Ey güzel insanlar!..
Hiç ilgilenmiyorum artık şu son “Yolsuzluk” operasyonuyla…
Ne ayakkabı kutuları içinde istiflendiği iddia olan 4.5 milyon doların sahiden bulunup bulunmadığı umurumda…
Ne de bakanlardan birinin evine gönderildiği ileri sürülen 1.5 milyon dolar ve yarım milyon liralık saat umurumda…
Çünkü artık iş Yargı’da…
Ne karar çıkarsa saygı duyacağım…
Keşke soruşturmanın selâmeti engellenmeseydi daha iyi olurdu ama söz, yine de saygı duyacağım çıkacak karara…
Silivri’de yapılan o yargılamalar sırasında nasıl sustuysam…
Nasıl “hüküm kesinleşmedikçe o insanlar masumdur” dediysem; şu son operasyonlarda tutuklananlar ve tedbirli salıverilenler için de aynı şeyi düşünüyorum…
Mesnevi'yi okuyanlar hatırlayacaklardır...
Şöyle der Mevlâna Mesnevi'nin bir yerinde:
“Arpa ekip de buğday biçen gördünüz mü?”
Kim görmüş ki biz görelim?..
İşte bugün de aynısı oldu…
Son beş yıldır arpa ekenler buğday biçeceklerini sandılar ama aaaa: bir de ne görsünler?..
Yine arpa…
Atalarımız ise o konuda daha acımasız olmuşlar ve “rüzgâr eken fırtına biçen” demişler…
Beş yıldır yaşlı başlı generallere, gencecik subaylara duruşmalar sürdüğü halde “Suçlu” muamelesi çekmekten utanmayanlar bugün kendi yandaşları aynı muameleye maruz kalınca nasıl da “ama onlar henüz masum” demeye başladılar…
Neyse…
Dedim ya:
Operasyonda tutuklananların ya da şartlı salıverilenlerin suçlu olduklarına “henüz” inanmayanlardanım…
İşte o nedenle işin başka yönündeyim…
Cezaevinde yatan yaşlı başlı generaller, gencecik subaylar için beş yıldır ve duruşmalar boyunca köşelerinizde, ekranlarda, "Suçlu bunlar!.. Hepsi darbeci!.." diye haykıranların son operasyon zanlılarını hangi yüzle savunabildiklerindeyim…
Hiç yüzleri bile kızarmıyor…
İşin ilginci…
O yaşlı başlı paşaların, gencecik subayların savundukları gibi savunuyorlar kendilerini ve fikri hısımlarını, yandaşlarını…
Ses kayıtlarına polisin “Ek” yaptığını bile iddia ediyorlar…
Ki…
O yaşlı başlı paşalar ve gencecik subaylar asla “o ses bana ait değil” demediler…
Aksine, “ses de konuşma da benim ama o konuşma bir seminerde yapıldı” dediler yüreklice…
Yani, TSK’nın yasal bir toplantısında…
Yani; içinde “falancanın şu işini yap şu kadar doları kap” mealinde tek bir cümle yoktu…
Halen cezaevinde ve hem de “Hüküm Giymiş” bir subay olarak yatan Harp Okulu birincisi genç Teğmen Çelebi’nin telefonuna poliste "Sehven"(!) bazı sakıncalı telefon numaralarının kaydedildiğini bildiğiniz halde delikanlı için yapmadığınızı bırakmadınız…
Neler söylediniz neler…
O suçlamalarınız yetmiyormuş gibi nasıl da alay ettiniz Çelebi ile…
“Masumum” dedikçe, o genç adamla nasıl da kafa buldunuz…
Şimdi kalkıyorsunuz...
Son tutuklamalar ve tedbirli salıverilmeler için:
“Adamlar madem 'masumuz' diyorlar inanacağız arkadaş” diyorsunuz köşelerinizde ve ekranlarda kendi yandaşlarınız için…
Bugün haklısınız…
Adamlar madem “masumuz” diyorlar elbette inanacağız…
Ama son beş yıldır “masumuz” diyen yaşlı başlı paşalar için neden öyle söylemediniz?..
Onlara niçin inanmadınız?..
O gün neden “suçlu ayağa kalk!” deyip o kırılası parmaklarınızı uzattınız yüzlerine doğru…
Sahi yaaaa!..
Son beş yıldır o yaşlı başlı paşalar; gencecik subaylara yaptığınız “zulüm” için bugün özür dilediniz mi?..
Hayır…
Eğer özür dileseydiniz, (Büyük ihtimalle) samimi olduğunuza inanıp sizi alkışlayacaktım…
Ama bugün midemi bulandırıyorsunuz…
Size bakmak, sizi görmek bile istemiyorum…
Tiksiniyorum…
İçinizden bir tekiniz bari çıkıp da; “yahu ben ne günahkârmışım” itirafında bulunmadınız…
Hiçbiriniz; “nasıl da saldırdım, nasıl da çabaladım o yaşlı başlı insanların cezaevlerinde sürünmeleri için” özeleştirisini yapmadınız…
Günlerdir ekranlarda sizleri izliyor, köşelerinizi okuyorum…
Bekledim ki içinizde son kalan vicdan kırıntısının etkisiyle şöyle dersiniz:
“Şimdi yaşlı başlı insanların çektiği çileyi benim sevdiklerim çekiyor…
Onlar için yaptığım yargısız infazdan dolayı utanıyorum, yüreğim sızlıyor”…
Ama demediniz…
Oysa demeliydiniz…
Yazık lan size…
Tüh sizin suratınıza!..
Ama…
Suratınız yok ki tüküreyim…