TV HABER

'TRT dışında duyarlı kanal yok!'

Savaş muhabirliği de köşe yazarlığı da yapan Nebil Özgentürk "Vapurda Çay, Simit, Sohbet"e konuk oldu.

'TRT dışında duyarlı kanal yok!'
GAZETECİLER.COM  - Bir Yudum İnsan", "Yaşamdan Dakikalar" gibi klasik olmuş programlara imza atan yönetmen Nebil Özgentürk bu hafta Ömer Öztürk'ün yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendiği "Vapurda Çay, Simit, Sohbet"e konuk oldu.

İşte TRT TÜRK ekranlarında kültür ve sanatın konuşulduğu program 'Vapurda Çay, Simit, Sohbet'te  öne çıkanlar:

Bugünlere gelmemde abimin payı büyük

"Sinema oyuncusu abim Ali Özgentürk daha o yıllarda, sinema filmleri yapardı: Yılmaz Güneyler, Türkan Şoraylarla evimize gelirlerdi ve ben 12–13 yaşındaki çocuk gözüyle diklenirdim. Büyüyünce mühendis olacağım, doktor olacağım değil de büyüyünce sanki sanatsal yöne dönecektim. İlla sanatçı olacağım demekle sanatçı olunmaz ama en azından bu dünyaya gireceğim diye kafamda o çocuk hayallerimden birini yaşardım. Bugünlere gelmemde o sohbetlerin çok payı vardır."

Deneme

Çok okurduk

"Hemen lise sonrası, ben Ege Üniversitesi'ne başladım. İşletme okuyordum ama biz çok okuyan bir kuşaktık. Ben okudum demiyorum, bizim etrafımızdaki herkes çok okuyordu. Okumanın çok etkisi olduğunu düşünüyorum, konuşmaya da yansır, yazmaya da yansır; şiir okumaya da, şiir yazmaya da yansır bence. Biz, elimize geçen her şeyi okurduk, benim arkadaşlarım benden daha fazla okurdu. İnsanın beyni daha küçükken 19–20 yaşındayken hayatına pencere açar."

Yeni kuşaklar hazıra konuyor

"Son yıllarda her şey ekranlardan ya da internet ortamından veriliyor ve hatta lafı gelmişken biz Google'da karşımıza çıkan ya da internet ortamında karşımıza çıkan bilgiyle yetiniyoruz. Oysa o bilgilerde pişkinlik var, müthiş hatalar da var. O yüzden biz kaynaklara direkt başvuran insanlardık diye kendi kuşağımızı övelim. Bizden öncekiler daha da daha çok kitap okuyan bir nesildi."

Savaş muhabirliği de yaptım, köşe de yazdım

"Ben gazeteci kökenli bir insanım köşe yazısı da yazdım; Türkiye'nin dünyanın pek çok noktasında savaş muhabirliği de yaptım; acılara da tanıklık ettim, fotoğrafladım. Sonra hayat belgesel de yap, bak şu röportaj kitabı da olsun diye birtakım şanslar çıkardı. Ama bütün bu operasyonda benim hep o çocukluk, o ilk üniversite yıllarımın çok payı var."

Yeni bir format başlattım

"Ben bir boşluk yakaladım, bize hep böyle daha kolay bir röportaj formatı sundular. Ben, o eski anlatıcılar vardır ya, bir yaşam öyküsü anlatmak gibi, istediğimi seçtim. 91'den söz ediyorum yani 20 yıl önce 'Bir Yudum İnsan' serüvenine geçtiğimiz günler, yani o yüzden gazetecilik bitti."

Türkiye daha hoşgörülü

"Avrupa'da bir iki noktaya gittim, çok acı çekerek döndüm. Ama bizim de çok büyük sıkıntılarımız ve rahatsız olduğumuz şeyler var. Mesela yedi saat köprü üstünde top oynamışlar sıkıntıdan ve trafikten. Tabii ki bu ülke de dünyanın hepsi gibi sıkıntılar yaşıyor ama inanın Avrupa'daki kabalık, hoyratlık, son yıllarda bizde az artık. Ve ben kendime göre şöyle bir sosyolojik cümle kullanmaya çalışıyorum: doğuyla batı arasında hani meşhur laf var ya 'o aradaki sıkışmışlık' aslında hoşgörünün formülü o."

Kabalık ve hoyratlık kaçınılmazdı

"Bütün bu krizler var ya Avrupa krizleri; pek çok ülkenin iflası, batışı falan onlarla birlikte yaşanan hoyratlık ve kabalık daha çok belirgin. Ben 25 yıl önce de 35 yıl önce de yurtdışına gittiğimde kendi içinde karizmatik ve daha düzenliydi. Şimdi o kriz bir de insanları çıldırttı. İnsanları daha hoyrat daha sert yaptı."

Türkiye'deki kuralı olan kuralsızlığı seviyorum

"Ben buradaki o el yordamı bazen kuralsızlık ama kendi içinde kuralı olan durumu çok sevdiğimi fark ettim. Bir ricayla karışık, 'peki canın sağ olsun' hali. Orada saat 8'i 1 geçe eczaneye gitsen ilaç verilmiyor. Bunu yaşadığım için bu örneği verdim. Bebeğim ateşler içinde kıvranıyor, niye bir dakika gecikmişim. Tanrısal bir kural var, bu çok rahatsız edici bir şey. Gece saat 1'de otele gidiyorsun üç valizle kimse senin yüzüne bakmıyor sana pasaportunu ver diyorlar. Bizde olsa önce valizini içeri alırlar, ben bunları seviyorum."

Hobi değil iş yapıyorum

"Sabah Akşam 24 saat üretmek olmaz, zaten üretim olmaz. Ben şu cümleyi severdim: işime değil hayatıma gidiyorum diye dünyanın en güzel işini yaptık. İnsanların hobi diye baktığı şeyi biz iş diye yapmışız 30 yıldır ve bundan bir de geçinebiliyorsun, bu müthiş bir şey."

Belgeselde zoru seçtim

"Kendime torpil geçmek için söylemiyorum ama şöyle bir zoru seçtim: belgeselde bol fotoğrafın; bol görüntünün gerektiği bir formatı seçtim. O format bazen yoruyor beni. Sözlü tarih formatı kullananlar da var. Diyelim ki 85 yaşındaki 1. Dünya Savaşına katılmış birini buluyorlar ya da 98 yaşında anlat diyorlar 40 dakika anlatıyor. Bu da belgesel olabilir ama ben 1. Dünya Savaşının nasıl olduğunu fotoğraflarla görüntüler bularak; arşivlere girerek anlatıyorum."

Belgeselden kaçmayın

"'Sanatımızın Hatıra Defteri' yeni projemiz. Türkiye sanatının heykel, resim, müzik, sinema gibi 1920'lerden günümüze kadar olup biten en ilginç anekdotlarını, yaşam öykülerini anlatan böyle dört dakikada Allah Allah dedirten bir şey. 55 dakikada bir taşı anlatamazsın o yüzden de belgeselden kaçıyorlar, biz de kaçmayın kardeşim bak belgesel iyidir, demek için bunu yapıyoruz."

Rating televizyonu yönetiyor

"TRT dışında duyarlı kanal çok az. Sürekli bir insan dayısıyla aşk yaşayan bir dizi mi izlemek zorunda? İnsan bazen sabah 9'la 10 arası bazen öğleden sonra 3'le 4 arası, bir vapur hikâyesi de dinlemek istiyor, İstanbul'a ilişkin bir şey de dinlemek istiyor. Biz dizilere ve kadın programlarına boğulmuş durumdayız. Daha çok nasıl reklam ve rating alırım duygusuyla televizyon yönetiliyor ve müthiş bir rekabetin ortasındayız."

24 saat dizi olmaz

"Ama dizi de olması lazım, kadın programı da olması lazım benim kastettiğim bir günde iki defa ona itiraz ediyorum. Yoksa 24 saat ben de belgesel izlemem, ben de haber izlemem, ben de haber programı tartışma izlemem yani ben renklilikten yanayım. Bir gazete de magazin de var, sanat da var, spor da var, köşe yazı da var."

Narkotik polisi gibiydik

"Hıncal abiyle, Haşmet abi, zamanında rahmetli Kenan abi bu işi bana bıraktılar, sen bizi yuvarlarsın diye bir laf vardır ya, işin hamallık kısmını sen bizi toparlarsın diye bana bıraktılar. Bütün o arkadaki ekip, işin yayımlanacak hale gelmesi, hatta o gün konuşulacak konuları hep bana bıraktılar. Ben patronum, kaptanım değil de kendi içinde hoş bir işbölümü yaptık, narkotik polisliği diyorum buna."

Samimi bir ortamdı

"2005 ya da 2006 yılında başladık, sekiz yıl oldu. Kameralar konulmuş ama evimizdeymişiz gibi bir atmosfer vardı. O anda mesela çay dökülüyor değil mi üstünüze, onu kesmiyoruz. Ben izlediğim zaman şey diyordum: kamera sanki yokmuş gibi hakikaten bir masa etrafında sohbet eden insanlar ve cidden izliyorsun, güzel şeyler de alıyorsun."

Birand'ın formatı daha etkili

"Mehmet Ali Birand abimiz bence Türkiye'deki belgeselciliği çok tempolu ve renkli hale getirdi. Benim de sevdiğim bir yöntem, sözlü tarihten çok anlatıcılar var. Birand'ın ekibi Can Dündar'lar, Mithat Bereket'ler, Cüneyt'ler, Demirkırat'lar gibi belgeseller yaptılar ve o format çok güzel. Bir de tabii rahmetli Süha Arın'ın belgeselleri. O belgeseller televizyonda yer bulmadı ama çok az seyirciyle küçük gösterimlerle geldi. Ben o tarz belgesele biraz mesafeli yaklaştım. Birand ve onun türevleri olan belgeselin daha seyredilir daha seyircilerin hoşuna giden ve etkili olduğunu düşünüyorum."