MEDYA KÖŞESİ

Tevekkeli dememişler, aptala malum olur!

Okuduğunu anlayan, bizler gibi düşünmese bile bize öfke kusmayan “makul çoğunluk”tan yanayız…

Tevekkeli dememişler, aptala malum olur!
Salih Tuna’yı sevdik…
Bazen ara verse de bize iyi makale çıkarıyor…
Bu gün “nefis paslar” atmış…
Milimetrik…
Hata payı “sıfır”…
Derdi sadece medya değil…
Medya müşterilerinden de şikâyetçi bu kez.
Bakın nasıl…
 
Her türlü okur, her çeşit izleyici var. Okuduğunu anlamayan da var, okumadığını anlayan da; söyleneni duymayan da var, söylenmeyeni duyan da.
Mesela, bizim İbrahim Karagül'ü söylemediği bir söz yüzünden protesto edenler, “söylenmeyeni duyanlar” sınıfına giriyor.
Fecaate bakın ki, “protesto metni”nde söz konusu edilen “mevzu”, İbrahim'in katıldığı televizyon programında gündeme bile gelmemiş.
Peki nasıl oluyor bu?
Bence şöyle: Biri bir şekilde uyduruyor; diğerleri de, “uyduk imama” misali peşine düşüyor!
Hulasa, bir nevi zincirleme kaza!
Şükür ki şükür, böylesi bir kazaya dûçâr olanlar ümitsiz vaka değil. Zira tufaya getirildiklerini anladıkları andan itibaren nadim olacakları besbelli.
Bir de gerçeği öğrendiği halde pişman olmayan okur makulesi var ki, işte bunlar çok fena!
Birkaç hafta önce bunlardan biri, beni, Ahmet Kekeç sanıp “mail” gönderdi. (Bilirsiniz işte; “Atatürk düşmanı”, “mürteci” filan, hep aynı terane!..)
Başımdan savmak için tek cümleyle cevap verdim: Beyefendi, dedim, ben Ahmet Kekeç değilim…
Çok geçmeden cevap geldi:
“Ne fark eder!..”
Aslında doğru söylüyor. (Tevekkeli dememişler, aptala malum olur! )
Gerçekten de “fark etmez.”
Çünkü…
 
Devam edeceğiz merak etmeyin ama önce biraz durduralım şu DVD’yi de olaya bakalım…
1.) Salih Tuna’nın tipini klavyesi ile çizdiği müşteri-okuyucu tipinden biz de rahatsızız…
2.) Bizler de okuduğunu anlayan, bizler gibi düşünmese bile bize öfke kusmayan “makul çoğunluk”tan yanayız…   
Tuna’dan devam edelim:
 
Ahmet Kekeç benim çeyrek asırdır arkadaşım. Hani derler ya, yediği içtiği ayrı gitmez, o misal hem de.
Olaylara bakışımız, espri tarzlarımız seçtiğimiz kelimelere kadar yakındır birbirine.
Dolayısıyla onun “demode” olduğu yerde benim “moda” olmam eşyanın doğasına aykırı. Zaten şiirin demode “vehmedildiği” bir “kesimde” moda tesmiye edilmeyi de zül addederim. ( Bu açıklamayı, bir mahalle dedikoducusunun malum “tasnifini” ciddiye aldığım için değil, metrekareye düşen salak oranında son yıllarda hatırı sayılır bir artış gözlemlediğim için yapmak zorunda kaldım. )
Geçenlerde Ahmet'le muhabbet ederken, her yazıma hiç sektirmeden küfür maili döşenen bir okurdan bahsettim.
Meğer aynı “sapık okur” onun da başında!
Adı Şinasi!
Yılmaz Özdil ve Bekir Coşkun hayranı. Ahmet Hakan kardeşim alınmasın, ama, ona da hayran bi ufaktan.
Fana halde laik, çağdaş ve Ergenekonsever bir acayip adam!
 
İşte burada dur Salih kardeş…
Gerçek Laik, gerçek çağdaş bir yurttaşın Ergenekon’la (her iki anlamda Ergenekon) ne ilişkisi olabilir ki?..
Size küfür eden şahıs olsa olsa tımarhanelik olabilir…
Diyelim ve DVD’mizi oynatalım…
Aldı Salih Tuna bakalım ne söyledi:
 
Hemen hemen her mailine, “Bakıyorum da yine sırıtıyorsun…” diyerek başlıyor!
Her yazıdan evvel (o yazının mana ve önemine uygun) fotoğraf çektirdiğimizi sanıyor galiba. (Ulan oğlum Şinasi, yaklaşık 5 yıl boyunca hep aynı şekilde “sırıtıyorum”; hala anlayamadın mı “mevzu” konserve! )
Bu Şinasi'lerden bizde de var!
Emine Şenlikoğlu'nun “Bize Nasıl Kıydınız” adlı romanının her baskısını bir öncekinin devamı zannederek, tam 3 kez okuyan bir Şinasi'miz vardı ki, ne siz sorun ne ben anlatayım.
Bir gün “Roman okumaktan soğudum abi; olaylar, karakterler şerefsizim hep aynı!..” demişti de, hep aynı romanı okuduğunu söyleyerek “uyandırmaya” çalışmamıştım onu!
Bilakis, “Haklısın Şinasi…” demiştim. ( Bazen, “Türk romanını” bir okurdan kurtarmak, “Türk romanına” bir okur kazandırmaktan evladır. )
Bir başka Şinasi var ki; nasıl söylesem; tarifi imkansız!
 
Salih Tuna’nın o “başka Şinasi”ne Yenişafak’tan devam edelim…
ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar 1 yorum