TARAF'tı, bitaraf olmak istedi, bertaraf edildi!..
Ne zaman ki TARAF, "arkadaş ben TARAF'ım ama taraftar da değilim; yalaka da değilim, benim saçlarımda jöle de yok" dedi...
ADNAN BERK OKAN
Şeyh Sadi, Gülistan isimli eserinde "nankör" evlâtla annesi arasındaki bir olayı ne güzel anlatır...
O "nankörlük" ki dinimizdeki en büyük günahlardan biridir...
En sevimsiz insani ayıpların başında gelir...
Evlâdı tarafından azarlanan anne oğluna şöyle sesleniyor:
"Ey oğul; sen güçsüzdün ben güçlü...
Sen açtın, ben verdim ağzına sütü...
Şimdi ben güçsüzüm sen güçlü...
Ben yardıma muhtaç;
Sen bütün başlarda taç...
Ama bırakıyorsun ananı aç!"..
Size kendi tarzımda sunduğum bu öykü belki biraz abartılı oldu ama manası hiç değişmedi...
Bugün yazı yazmayacaktım...
Zaten televizyon da izlemiyorum...
Haberlere bile bakmıyorum...
Ama...
Bizim sitede okuduğum bir haber çok sarstı beni...
Can evimden vurulmuş gibi oldum...
Çünkü haber somut bir "nanörlük" örneğiydi...
"Vefa" denilen duygunun, hele siyasetçinin dilinde İstanbul'da bir semt adı olmaktan öte bir mana ifade etmediğini gördüm...
Haber şu:
"Ak Parti; Cumhuriyet, Sözcü ve TARAF haricinde bütün gazetelere reklâm verdi"...
Reklâm verilmeyen gazetelerden birinin TARAF olduğunu okuyunca zelzele yemiş çürük gecekondu gibi sallandım...
Düşmediysem, bunun sebebi bedensel temelimin gecekondulardan daha güçlü oluşudur...
Çünkü...
Zihnim, beynim, yüreğim kaldırmıyor böyle vicdansızlıkları, adaletsizlikleri...
Ve...
Hiç düşünmeden...
"Haksıza haddini bildirirsem bana da zarar verir mi?" diye düşünmeden bodoslama dalıyorum topa...
Ne kafam kalıyor, ne gözüm, ne burnum...
Ne elim kalıyor kırılmadık, ne kolum...
Altmış yaşından sonra huyum değişecek değil ya...
Ben buyum...
Şimdi, gazetelerine reklâm vermeyen Ak Parti'yi kıyasıya eleştirdiğim için; adı geçen gazetelerin yöneticileri arayıp da bana "teşekkür" mü edecekler?..
Yooo...
Duysanız da inanmayın...
Zira akıllarının ucundan bile geçmez...
SÖZCÜ'de ise kimileri "ulan bizi savunmak bu dallamaya mı kaldı?" diye bile söylenirler...
Ahmet Altan telefon açıp da; "eline sağlık arkadaş, cesaretini kutlarım" mı diyecek?..
Daha önceki savunmalarımda dedi mi ki bu kez desin...
Yasemin Çongar "sayın meslektaşım, dürüst ve yürekli makaleniz için tebrik ve teşekkürlerimle" diye elektronik posta mı gönderecek?..
Daha önce göndermedi ki bu defa göndersin...
Hâlbuki Ak Parti'yi övenler, saçına jöle sürenler ne biçim götürüyorlar malı...
Ama dedim ya...
Ben yapamam arkadaş...
Elimden de gelmez, dilimden de gelmez...
Adalet anlayışıma da sığmaz, vicdanıma da...
Çünkü bu fukara yazarcık; tipik bir Osmanlı Türk - Müslüman kültürüyle yoğrulmuş; meslek hayatı boyunca "güçülünün" değil de her daim, "mağdurun" yanında yer almıştır...
Onun için bir yerlerine mart ayında kar yağmıştır...
Onun için olamamıştır adam...
Onun için "insan olarak" doğmuş ama giderek eşşşekleşmiştir...
Eşşşek olarak da ölecektir...
Neymiş?..
"İyi bir gazeteci için esas olan tarafsızlık"mış...
Neymiş?..
"Dürüst gazeteci bütün siyasi partilere ve olaylara eşit mesafede dururmuş"...
"Nah!.."
(Bunu söylerken baş parmağımı, işaret ve orta parmaklarımın arasında tutup kendi yüzüme doğru salladığımı hatırlatırım)...
Yahu bu memlekette, taraf olanın bitaraf olacağını bu ülkenin bizzat Başbakanı söylemedi mi?..
Eeeee...
Ben daha hangi öpülmüş dudağın hesabını yapıyorum ki?..
Ölen ölmüş olmuş gazi; bok yoluna gitmiş bizim Niyazi...
(Haberx'ten kardeşim; Niyazi'nin aynı zamanda "kel" olduğunu hatırlattı... Teşekkürler)
Buyurun görün...
18 Mart 2004'te "TARAF" var mıydı?..
Yoktu...
Olsaydı; Başbakan Erdoğan, kendisini mabadının üstünde karşılayan(!) saygısız Paşa (Engin Alan)'ya karşı öyle sus pus olur muydu?..
Olmazdı...
O saygısız Paşa, bu ülkenin Başbakanına o "edepsizliği" yapabilir miydi?..
Yapamazdı çünkü malûm bölgesi sıkmazdı...
Peki...
Bugün, o saygısıza haddini bildiren, hapislerde çürüten Başbakan o gücü kimden aldı?..
Tabii ki; Ahmet Altan ve Yasemin Çongar'ın yönetimindeki TARAF'tan...
Unutmayın...
TARAF (Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Mehmet Baransu) olmasaydı, 2004'te Başbakan'ı sıradan bir paşa karşısında bile süt dökmüş kediye döndüren zavallılık bugün de devam ediyor olurdu...
Ama görüyoruz işte...
TARAF, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar sayesinde (tabii bu arada asıl başarının Mehmet Baransu'ya ait olduğunu da unutmayalım) askeri vesayet bitti...
Başbakan artık şahin kesiliyor askerlere karşı...
Onları azarlıyor, aşağılıyor, fırçalıyor...
Kimin sayesinde?..
TARAF, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Mehmet Baransu'nun sayesinde...
Ama...
Ne zaman ki TARAF, "arkadaş ben TARAF'ım ama taraftar da; yalaka da değilim, benim saçlarımda jöle yok" dedi...
Hükümeti ve Başbakan'ı eleştirdi...
Başbakan tarafından dibi delindi...
"Oh olsun" diyeceğim ama diyemiyorum...
Başbakan ve yandaşları tarafından "küfür" mailleriyle sinirsel katsayımın artacağını, "iktidar" adı verilen "Yağma Hasan'ın Böreğinden" ilelebet mahrum bırakılacağımı bile bile bu gerçeği yazıyor; ihanete uğrayan TARAF'tan "taraf" oluyorum...
Çünkü çağdışı bir kafa gibi görünse de benim için öncelik hep "Vefa" olacak; "nankör kedi" olmayacağım...
Nankör kedilerden nefret etmeye de devam edeceğim...
[email protected]
Şeyh Sadi, Gülistan isimli eserinde "nankör" evlâtla annesi arasındaki bir olayı ne güzel anlatır...
O "nankörlük" ki dinimizdeki en büyük günahlardan biridir...
En sevimsiz insani ayıpların başında gelir...
Evlâdı tarafından azarlanan anne oğluna şöyle sesleniyor:
"Ey oğul; sen güçsüzdün ben güçlü...
Sen açtın, ben verdim ağzına sütü...
Şimdi ben güçsüzüm sen güçlü...
Ben yardıma muhtaç;
Sen bütün başlarda taç...
Ama bırakıyorsun ananı aç!"..
Size kendi tarzımda sunduğum bu öykü belki biraz abartılı oldu ama manası hiç değişmedi...
Bugün yazı yazmayacaktım...
Zaten televizyon da izlemiyorum...
Haberlere bile bakmıyorum...
Ama...
Bizim sitede okuduğum bir haber çok sarstı beni...
Can evimden vurulmuş gibi oldum...
Çünkü haber somut bir "nanörlük" örneğiydi...
"Vefa" denilen duygunun, hele siyasetçinin dilinde İstanbul'da bir semt adı olmaktan öte bir mana ifade etmediğini gördüm...
Haber şu:
"Ak Parti; Cumhuriyet, Sözcü ve TARAF haricinde bütün gazetelere reklâm verdi"...
Reklâm verilmeyen gazetelerden birinin TARAF olduğunu okuyunca zelzele yemiş çürük gecekondu gibi sallandım...
Düşmediysem, bunun sebebi bedensel temelimin gecekondulardan daha güçlü oluşudur...
Çünkü...
Zihnim, beynim, yüreğim kaldırmıyor böyle vicdansızlıkları, adaletsizlikleri...
Ve...
Hiç düşünmeden...
"Haksıza haddini bildirirsem bana da zarar verir mi?" diye düşünmeden bodoslama dalıyorum topa...
Ne kafam kalıyor, ne gözüm, ne burnum...
Ne elim kalıyor kırılmadık, ne kolum...
Altmış yaşından sonra huyum değişecek değil ya...
Ben buyum...
Şimdi, gazetelerine reklâm vermeyen Ak Parti'yi kıyasıya eleştirdiğim için; adı geçen gazetelerin yöneticileri arayıp da bana "teşekkür" mü edecekler?..
Yooo...
Duysanız da inanmayın...
Zira akıllarının ucundan bile geçmez...
SÖZCÜ'de ise kimileri "ulan bizi savunmak bu dallamaya mı kaldı?" diye bile söylenirler...
Ahmet Altan telefon açıp da; "eline sağlık arkadaş, cesaretini kutlarım" mı diyecek?..
Daha önceki savunmalarımda dedi mi ki bu kez desin...
Yasemin Çongar "sayın meslektaşım, dürüst ve yürekli makaleniz için tebrik ve teşekkürlerimle" diye elektronik posta mı gönderecek?..
Daha önce göndermedi ki bu defa göndersin...
Hâlbuki Ak Parti'yi övenler, saçına jöle sürenler ne biçim götürüyorlar malı...
Ama dedim ya...
Ben yapamam arkadaş...
Elimden de gelmez, dilimden de gelmez...
Adalet anlayışıma da sığmaz, vicdanıma da...
Çünkü bu fukara yazarcık; tipik bir Osmanlı Türk - Müslüman kültürüyle yoğrulmuş; meslek hayatı boyunca "güçülünün" değil de her daim, "mağdurun" yanında yer almıştır...
Onun için bir yerlerine mart ayında kar yağmıştır...
Onun için olamamıştır adam...
Onun için "insan olarak" doğmuş ama giderek eşşşekleşmiştir...
Eşşşek olarak da ölecektir...
Neymiş?..
"İyi bir gazeteci için esas olan tarafsızlık"mış...
Neymiş?..
"Dürüst gazeteci bütün siyasi partilere ve olaylara eşit mesafede dururmuş"...
"Nah!.."
(Bunu söylerken baş parmağımı, işaret ve orta parmaklarımın arasında tutup kendi yüzüme doğru salladığımı hatırlatırım)...
Yahu bu memlekette, taraf olanın bitaraf olacağını bu ülkenin bizzat Başbakanı söylemedi mi?..
Eeeee...
Ben daha hangi öpülmüş dudağın hesabını yapıyorum ki?..
Ölen ölmüş olmuş gazi; bok yoluna gitmiş bizim Niyazi...
(Haberx'ten kardeşim; Niyazi'nin aynı zamanda "kel" olduğunu hatırlattı... Teşekkürler)
Buyurun görün...
18 Mart 2004'te "TARAF" var mıydı?..
Yoktu...
Olsaydı; Başbakan Erdoğan, kendisini mabadının üstünde karşılayan(!) saygısız Paşa (Engin Alan)'ya karşı öyle sus pus olur muydu?..
Olmazdı...
O saygısız Paşa, bu ülkenin Başbakanına o "edepsizliği" yapabilir miydi?..
Yapamazdı çünkü malûm bölgesi sıkmazdı...
Peki...
Bugün, o saygısıza haddini bildiren, hapislerde çürüten Başbakan o gücü kimden aldı?..
Tabii ki; Ahmet Altan ve Yasemin Çongar'ın yönetimindeki TARAF'tan...
Unutmayın...
TARAF (Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Mehmet Baransu) olmasaydı, 2004'te Başbakan'ı sıradan bir paşa karşısında bile süt dökmüş kediye döndüren zavallılık bugün de devam ediyor olurdu...
Ama görüyoruz işte...
TARAF, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar sayesinde (tabii bu arada asıl başarının Mehmet Baransu'ya ait olduğunu da unutmayalım) askeri vesayet bitti...
Başbakan artık şahin kesiliyor askerlere karşı...
Onları azarlıyor, aşağılıyor, fırçalıyor...
Kimin sayesinde?..
TARAF, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Mehmet Baransu'nun sayesinde...
Ama...
Ne zaman ki TARAF, "arkadaş ben TARAF'ım ama taraftar da; yalaka da değilim, benim saçlarımda jöle yok" dedi...
Hükümeti ve Başbakan'ı eleştirdi...
Başbakan tarafından dibi delindi...
"Oh olsun" diyeceğim ama diyemiyorum...
Başbakan ve yandaşları tarafından "küfür" mailleriyle sinirsel katsayımın artacağını, "iktidar" adı verilen "Yağma Hasan'ın Böreğinden" ilelebet mahrum bırakılacağımı bile bile bu gerçeği yazıyor; ihanete uğrayan TARAF'tan "taraf" oluyorum...
Çünkü çağdışı bir kafa gibi görünse de benim için öncelik hep "Vefa" olacak; "nankör kedi" olmayacağım...
Nankör kedilerden nefret etmeye de devam edeceğim...
[email protected]