Taraf yazarı Taraf yazarına çaktı!
Taraf gazetesinin Telesiyej köşesini yazan müstear isimli yazar gazetesinin bir başka yazarı Barbaros Altuğ'a çok sert çıktı...
Derviş Zaim'in başına gelenler ve.. vazgeçin kardeşler, şu sentezsiz analiz merakından! şeklindeki uzun başlıklı yazısında gazetenin müstear isimli yazarı
Barbaros Altuğ'un Derviş Zaim'in son filmiyle ilgili eleştirilerini bir bir yanıtladığı gibi Altuğ'un gerçekleri çarpıtmak ve kara çalmakla suçladı.
"Barbaros Altuğ'un salı günü Taraf'ta yayımlanan yazısında; "Ünlü bir yönetmenden bahsedeceğim; Kıbrıslı Derviş Zaim. Benim aman aman bayılacağımı söyleyemeyeceğim filmler yapar; bir iki denemeden sonra vazgeçmiştim merak etmekten..." demesi; şu anda Boston Fine Arts Museum'da tüm filmlerinin toplu gösterimi düzenlenen Derviş Zaim için bunu kolayından söyleyivermesi ve ilaveten filmin sunumuyla ilgili (hiçbir araştırma yapmadan) gerçek dışı beyanlarda bulunuvermesi gibi.
Değindiği konuda biraz bile uzman olmadan, bilgi sahibi olmadan; fikir, yorum sahibi olmak, hayati bir değerlendirmede bulunmak bizim kültürümüzde 'had' alanına girer.
Aslında eleştiri ve değerlendirme terazisinin kefelerinden birinin entelektüel sermayesi, ölçeceği değere göre şaşmaz bir kalitatif ağırlıkta olması gerekir; özellikle, o kefede kültür ve sanat eseri bulunuyorsa.
Ayrıca gazete köşesi, kişi köşesi değil, kamu köşesidir aslında. Köşe yazarı, köşenin sahibi değildir tabiatıyla, (bizde öyle sanılır o da ayrı ya..) gazetenin okurudur. Köşe yazarı bu sorumluluğun bilincinde olarak, hassasiyetle ve büyük bir oranda objektiflik kriterlerine uyarak, kendi özel fikrini ve duygusunu geçirebilir yazısına; bir eseri beğenip beğenmemenin kriterlerini ortaya koyarak, görüşlerini okuruyla paylaşabilir. Ama hiçbir kritere dayanmayan beğenmeler ya da beğenmemeler sunuyorsa şayet bir köşeci, (ben pek bayılmam, okumam, seyretmem tarzı) bu da tipik bir sentezsiz analiz, yani sübjektif analiz bocalamasıdır.
(...) Daha önce de yazmıştım, madem yeri geldi, bir daha hatırlatayım: Derviş Zaim'in son filmi Gölgeler ve Suretler, bu coğrafyanın, bu toplumun sinemasının oluşturulmasında önemli bir adımdır bence; Zaim'in diğer filmlerinde olduğu gibi bu film de bir tür açılım, bir yeniden üretimdir bana göre. Otantik olanı yeniden kültürleştirmek, duyguyu özgürleştirmek, dili de bağımsızlığına kavuşturmak, Derviş Zaim'in filmografisinin kaidesel duraklarıdır zaten.Gölgeler ve Suretler, insana saygılı; dışarıdan kurgulanmış absürd bir savaşın taraflarına adeta eşit mesafeden bakan bir filmdir. Bu filmin ekseninde yer alan Karagöz perdesi de, bir sinematografik fantezi değildir; Derviş Zaim sinemasının ontolojik gereğidir adeta; aynen diğer filmlerinde kullandığı ebru, minyatür ve hat gibi bir üst dil aracı ya da üretken motiftir. Hayatın kendisiyle –gerçekliğiyle– değil de, gölgesiyle yaşamaya yabancılaşmış –böyle bir gerçekliğe kurgulanmış hayat–, ideolojik olarak bunu yaşamaya adeta zorunlu kılınmış insanın –çok zor da olsa– ne yapıp edip perdenin arkasına geçerek; orada bilfiil yaşanan gerçeklerle buluşmak zorunda oluşunun mesajını taşır bu film. (Platon'un Mağara'sındaki gölgeleri ve bu gölgeleri seyredenleri hatırlayalım bir an için.) Ya gölgedesin ya da omuzlarında taşıyacaksın gerçeği! Yani Karagöz oynatıcısı gibi arada derede olamazsın aslında! Karagöz bir temsildir sadece. Ama içinde önemli bir tembih taşır. Derviş Zaim'in sinema perdesi, gölgelerin ve suretlerin gerçek sahipleriyle ve olup bitenin gerçek saikıyla (gerçekliğiyle) buluşturmaya çalışıyor seyircisini.
Gelelim Vehbi'nin kerrakesine:
Herkesin beğenme hakkı olduğu gibi beğenmeme hakkı da vardır elbet. Ama bunu gerekçelendirdiği sürece. Gerçekleri çarpıtmaya, kara çalmaya ise hiç kimsenin hakkı olamaz.
Ayrıca bir sanat eseri, –toplumsal pozisyon kazanmak için– bir iki kelimeyle kolayından harcanamaz öyle.
Dünyanın hiçbir yerinde izin verilmez buna.
Capito?