MEDYA KÖŞESİ

Taraf yazarı sağ gösterip sol vurdu!

Taraf yazarı Roni Margulies, gazetesiyle yaşadığı Kürt sorunu tartışmasına bu kez Filistin konulu bir yazıyla devam ediyor...

Taraf yazarı sağ gösterip sol vurdu!
GAZETECİLER.COM
Taraf yazarı Roni Margulies günün en çarpıcı ve imalı yazılarından biriyle 'şiddet' kavramını tartışmaya açtı. Tırmanışa geçen PKK eylemleriyle birlikte sol-liberal çevrelerde 'nereden gelirse gelsin şiddete tavır alınmalı' yönündeki tavrı masaya yatıran Margulies neden bu önermeye katılmadığını yazdı.

Taraf yazarının gazetesiyle Kürt sorunu üzerinden yaşadığı fikir ayrılığı daha önce de köşesindeki tartışmalara konu olmuştu. Margulies bu kez adeta 'kızım sana söylüyorum gelinim sen anla' dediği yazısında uzun uzun Filistin sorunu ve şiddet süreçlerini anlatmış. İsrail ile Filistin'lilerin ürettiği şiddeti kategorik olarak aynı kefeye koymadığını vurgulayan Taraf yazarı "Artık yapacak başka hiçbir şeyi kalmayanlar atıyor roketleri" dedi. İki tarafın şiddetine aynı şeymiş gibi yaklaşmanın ahlaki olmadığını söyleyen Margulies, "Ben Filistinlilerden söz ettim. Başka bir halk için benzer şeyler düşünenleriniz olursa, itiraz etmem." diyerek bitiriyor yazısını...

Şiddet sınavından sınıfta kaldım

Ben şiddete karşıyım.

Hayatımda tek bir kez bile fiziksel bir kavgaya bulaşmadım.

Tek bir kez bile hiç kimseye vurmadım.

Ama pasifist değilim.

Bu durumun felsefî açıdan çelişkili olduğunu bana anlatabilecek pek çok dostum var. Söylediklerini ciddiye aldığım, yazdıklarını dikkatle okuduğum, çoğu görüşlerini paylaştığım dostlarım.

Örneğin, Mithat Sancar bu sayfalardaki köşesinde şöyle yazdı: “Sadece bir tarafın şiddetini mahkûm etmenin, diğerininkini mazur göstermeye çalışmanın zaten şiddet karşıtlığı olmadığı aşikârdır.

O kadar makul, o kadar adil bir cümle ki, itiraz etmek imkânsız görünüyor.

Ama benim buna ikna olmam zor.

“Şiddet”, en üst soyutlama düzeyinde, yekpare bir kavram olarak ele alındığında, “Ben şiddete karşıyım” derim. Yukarıda dedim. Ve laf olsun diye söylemedim, gerçekten karşıyım.

Ama o soyutlama düzeyinden biraz daha somuta doğru indikçe mesele biraz çatallaşıyor. Bazı çekinceler beliriyor kafamda.

Bir kere, şiddet kavramının kendisi yekpareliğini kaybetmeye başlıyor.

Ormanda aç bir ayıyla bir tavşan karşılaştığında, ayı tavşanın kafasını ısırıp yemeğe başladığında, şiddet.

Tavşan bir yolunu bulup ayıya çelme taksa, ayı düşüp kafasını kırsa, bu da şiddet.

Bunların ikisine de “şiddet” demek bana biraz anlamsız geliyor. “Hop, hop, niye çelme takıyorsun herife!” diye tavşanı azarlamak da çok anlamlı gelmiyor.

İŞÇİYİ GÜNDE 14 SAAT BERBAT ŞARTLARDA ÇALIŞTIRMAK ŞİDDET DEĞİL Mİ?

 Ayrıca, “şiddet” kavramına neyin dâhil edilip neyin edilmeyeceği de o kadar açık değil.

Örneğin, bir işçinin elindeki aleti patronun kafasına geçirmesi kuşkusuz şiddet kapsamına girer, ama bir fabrikatörün o işçiyi günde 14 saat, berbat ve sağlıksız koşullarda çalıştırması “şiddet” midir, değil midir?

Ayıları, tavşanları bir kenara bırakalım. Filistin’e bakalım örneğin.

Gazze’den İsrail’e roket atmak şiddet kullanmak mıdır? Öyledir.

Üstelik bu roketleri yerleşim bölgelerine atmak masum sivillere karşı şiddet kullanmak mıdır? Öyledir.

Peki, 1,5 milyon insanı muhasara altına alıp aç, perişan, ilaçsız ve umutsuz bırakmak “şiddet” midir?

Bence şiddettir.

Peki, Filistinlilerin yaptığı şeyler ile İsrail devletinin yaptığı şeylerin her ikisine de “şiddet” deyip bunları aynı kavram içinde düşünmek, aynı kategoriye dâhil etmek anlamlı mıdır?

Felsefî, hukukî, ahlakî, herhangi bir açıdan anlamlı mıdır?

“Evet, öyledir, öyle olması gereklidir” deniyorsa, o zaman benim felsefe, hukuk ve ahlak kavramlarıyla sorunum var demek.

FİLİSTİN'İN UYGULADIĞI ŞİDDETİN KAYNAĞI ÇARRESİZLİK VE UMUTSUZLUK

Filistinlilerin düzenli ordusu, hava kuvvetleri yok. Başvurabilecekleri yasal bir merci kalmadı. Dünyanın tüm devletleri aslen İsrail’i destekliyor. Zaman zaman BM Filistinlileri haklı bulup İsrail’i biraz azarlayacak olsa, Amerika bunu engelliyor. Filistin halkı birinci İntifada ile İsrail’i Oslo Barış Görüşmeleri’ne zorladığından bu yana, daha çok Filistinli katledildi, Filistin topraklarında daha çok Yahudi yerleşimi inşa edildi, Filistinliler daha çok ezildi.

Filistinlilerin attığı roketler de, yaptıkları başka her şey de, çaresizlikten, umutsuzluktan kaynaklanıyor. Roketleri 62 yıllık baskı, kamp hayatının sefaleti, barış umutlarının İsrail tarafından tekrar tekrar boşa çıkarılması doğurdu.

Artık yapacak başka hiçbir şeyi kalmayanlar atıyor roketleri.

“Şiddet”, insanları bu duruma düşürmenin adıdır. Özgürlük için çaresizce mücadele edenlerin yaptığına da “şiddet” deyip ikisini aynı göreceksek, o zaman “şiddet” kavramında bir sorun var demek.

İsrail devleti 1948’de kuruldu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ana gövdesini oluşturan El Fetih örgütü ilk “şiddet” eylemini 1965 ocak ayında gerçekleştirdi. Bu iki tarih arasında, neredeyse yirmi yıl, dünyada “Filistin sorunu” diye bir şey yoktu.

BEN FİLİSTİNLİLERDEN SÖZ ETTİM BAŞKA HALKLAR İÇİN DE İTİRAZ ETMEM

O dönem boyunca Filistinlilere karşı şiddet uygulanıyor muydu? Bir insanı kendi toprağında ikinci sınıf vatandaş olarak yaşatmak “şiddet” ise, evet, uygulanıyordu. Şiddet midir peki? Benim hiç kuşkum yok, şiddettir.

Peki, FKÖ şiddeti reddedip 1965’te o ilk bombayı patlatmasaydı ne olurdu? Filistinlilere uygulanan şiddet devam ederdi, dünyada bugün kimse Filistinlilerin adını bile duymamış olurdu.

Bu durumda, hiçbir felsefî tartışma beni o bombayı patlatanları eleştirmeye ikna edemez.

Ben Filistinlilerden söz ettim. Başka bir halk için benzer şeyler düşünenleriniz olursa, itiraz etmem.