Tanrı’lıktan, Fani’liğe…
aslında Tanrı değil bir rodeo ustasıydın… Üstüne bindiğin atın huysuz olduğunu biliyordun… Aksi ve uyumsuz olduğunu da… Ve…
Biz fanilerin arasına hoş geldin sevgili Ertuğrul…
Evet, sevgili dostum…
Bak işte gördün mü?..
Sen de “ölümsüz” değilmişsin bizler gibi…
Oysa “Tanrı Yazar” tanımı da birçok terim gibi senin buluşundu…
Tıpkı “köşeler babalarınızın malı değildir” deyişin gibi…
Tıpkı, olağan kitleler ile fanatik güruhu birbirlerinden ayırmak için kullandığın “makul çoğunluk, azgın azınlık” gibi…
Ve yine çok tartışılan “sit-com gazeteciliği” gibi…
***
Allah’ın var…
Köşeni hiçbir zaman babanın malı gibi kullanmadın…
Ve hemen her zaman, (genellikle başaramasan da) “sessiz makul çoğunluğun sesi” olmak için çaba harcadın…
Sit-com gazeteciliğinde ise rakipsizdin…
Ama…
“Tanrı Yazar” değilse de “Tanrı Genel Yayın Yönetmeni” olmayı çok sevdin…
O Tanrılık elbisesini giymek seni çok mutlu etti…
Çaktırmadan sevdin, okşadın o içi dikenli, dışı kadife giysiyi…
Sadece Hürriyet’i yönetirken değil…
Türk siyaset hayatını yönetmek için çırpınırken de bir Tanrı’ya asla yakışmayacak bir çaresizlik içinde olduğunu ya fark etmedin ya da fark etmediğimizi sandın…
***
Tanrı yönetmenliği sevmene rağmen yakın çevrene ve bütün kamuoyuna “Tanrı” olmadığını anlatmak istedin...
Çünkü, “çok güçlü değilim, benimle uğraşmayın” mesajı vermek istiyordun…
Çünkü aslında Tanrı değil bir rodeo ustasıydın…
Üstüne bindiğin atın huysuz olduğunu biliyordun…
Aksi ve uyumsuz olduğunu da…
Ve…
Üzerlerindeki yükü taşımaya değil, atmaya koşullandırıldığını da…
Bütün plânlarını öncelikle atın üstünde olabildiğince uzun kalmak üzerine yapmıştın…Enis Berberoğlu’nu da ondan kurtulmak için Ankara temsilcisi olarak atadın…
Çok fazla kırılmayacağını bilsem “Enis’i sürdün” bile derdim…
Çünkü…
***
Berberoğlu ile “nefes” mesafesinde çalışmak istemiyordun…
Zor’du Enis ile çalışmak…
Zor’du çünkü Enis, gazeteciliği; ille de ekonomi ve siyaset gazeteciliğini senden çok daha fazla biliyordu…
Çok daha fazla hâkimdi konulara…
Ve gerek ekonomi, gerekse de siyaset dünyası Enis Berberoğlu’nun ekonomi – politika bilgi ve deneyimine saygı duyarken, senin hafif meşrepliğinden yararlanabileceğini düşünüyordu…
Sen “hayır” demeyi bilmez ve sevmezdin ama hiçbir “evet” için “gerçekleştirme” eylemi göstermezdin de…
Mesafesizliği becerir ama o mesafesizlik anında bile herkese kilometrelerce uzakta, bir başka deyişle atış alanı dışında kalmayı başarabilirdin…
Enis Berberoğlu, Ankara’ya “sürgün” gittiğinin hep farkındaydı ancak bu hiç kimse (Aydın Bey dâhil) onun bu farkındalığının farkında değildi…
Berberoğlu, mesafe koymayı ve “hayır” demeyi bilir ama senin kadar “kurnaz” olmayı bilemeyeceği için sürekli atış alanı içinde kalabilir…
Haliyle, “hayır” diyerek kestirip attıkları gün gelir ona cephe alabilirler…
Oysa sen hep “evet”, daima ve her şart altında “evet” diyerek nasıl da set çekiyordun tepkilerin önüne…
***
Sevgili Ertuğrul;
Seni anlatabilecek bir kitabı dolduracak kadar bilgi birikimim ve “Ertuğrul Özkök Uzmanlığım” var ama bunu yapmaya vaktim yok…
Her şeye rağmen Hürriyet’i ve Aydın Bey’i çok sevdiğini biliyorum…
Ne var ki insan bazen; severken daha çok zarar veriyor sevdiklerine…
Nereden mi biliyorum?..
O konuda da uzmanım çünkü…
Sevgili Ertuğrul…
Son sözüm şu:
Hürriyet'i yönetirken, dostlarının sayısının düşmanlarından daima daha fazla olmasına dikkat ettin…
Ya da; dostlarının etkinliğinin, düşmanlarının etkinliğini yenmesini başardın…
Çünkü rolünü iyi oynadın ama…
Artık, şairin dediği gibi “Bu Komedi Oyun Bitti”…
Faniler dünyasına hoş geldin…
Yani, aramıza…
ADNAN BERK OKAN