Tamam, kabul; en büyük sizsiniz; siz ne derseniz o olur…
“tamam işte… Bunların kökü dışarıda… Bunlar Başbakanımızı yiyecekler ama yedirtmeyiz… Bunların amacı hükümeti güçsüz gösterip yıkmak…”
ADNAN BERK OKAN
Biliyorum ki yine hakaretlere gark olacağım…
Biliyorum ki anamı, karımı, kızımı “küfür manyağı” yapacaklar…
Öfkelenecekler…
Bu arada nezaketi elden bırakmamaktan ve fakat tarafsızlıkla kavga etmekten de bir türlü vazgeçemeyenler:
“Ulan tarafsızlık uğruna ne güneşler batırdın be!” diye yazıp söyleyecekler...
Ne yapayım?..
Katlanacağım…
“Şu sosyal medya denen belâ” falan demeyeceğim…
“Şu elektronik posta belâsını bulanın taaaa…” diye başlamayacağım…
Ama söylemeden de duramayacağım…
Ey güzel insanlar!..
(Ne yazık ki genelimiz) Bir olayın sadece sonucu ile ilgileniyoruz…
Niçin başladığını unutunca da “gelsin komplo, gitsin komplo”…
Tarih kitaplarımızı hatırlayın…
Sadece sonuçları biliyoruz…
Sonuçları da ya iman gücüne bağlıyoruz ya vatanseverliğimize…
Peki savaşları kaybettiğimizde ne oluyor?..
İman gücümüz yitirilmiş, vatanseverliğimizden vazgeçmiş mi oluyoruz?..
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen oluyor ve bin atlı o gün dev gibi bir orduyu iman gücüyle yeniyoruz…
Ama…
Birinci Dünya Savaşı’nda neredeyse topraklarımızın tamamını kaybetme tehlikesiyle kalışımızı, “savaşa birlikte girdiğimiz Almanlar yenilince biz de mağlup sayıldık” diye açıklıyoruz…
Yok ya?..
Palavra, palavra, palavra…
Biber gazının kör ettiği gözler
Allah aşkınıza şöyle bir geri dönüp bir bakın yahu…
Gezi Park’ında başlayan o sevimli, zararsız ve hatta Türkiye demokrasisinin değerini yücelten masum harekete katılanları ve taleplerini düşünün…
Terör var mıydı?..
Yoktu?..
Şiddet var mıydı?..
Yoktu…
Hükümete ya da Başbakan’a yöneltilmiş bir hakaret veya küfür var mıydı?..
Yoktu…
Peki ne vardı?..
Polis şiddeti vardı…
Biber gazı vardı…
Tazyikli su vardı…
Kan vardı…
Gözyaşı vardı…
Biber gazının kör ettiği gözler vardı…
Şiddet sonucu ölen vatandaşlarımız vardı…
Ve…
O
“Ben her şeyi sizden daha iyi bilir, her şeyi sizden daha doğru düşünür, her konuda sizden daha doğru karar veririm… Hâsılı; ben ne dersem o olur” dayatması vardı…
O delikanlıları anlamak yerine, azarlamak vardı…
“Hele durun bir bakayım siz ne istiyorsunuz?” diye gülümseyerek dinlemek yerine; “dış mihrakların tetikçisi bunlar!” diyerek aşağılamak, hakaret etmek, iftira atmak vardı…
Ve bir de;
Başbakan’ın o tavrının “mutlak doğru” olduğunu savunan; en masum itirazı bile;
“tamam işte… Bunların kökü dışarıda… Bunlar Başbakanımızı yiyecekler ama yedirtmeyiz… Bunların amacı hükümeti güçsüz gösterip yıkmak…” olarak tanımlayan mutfak emekçileri ve yıkım komplocuları vardı…
Yahu insaf be!..
Bu nasıl bir “güçlü hükümet” ki; üç yüz – dört yüz delikanlının parkta çaldıkları gitarlarla, söyledikleri şarkılar türkülerle yıkılacak?..
Dört – beş defa darbe yapmış askerin vesayetini kaldıran; önüne gelen paşayı hapse atmaktan korkmayan Hükümet nasıl olur da üç yüz – dört yüz delikanlının parkta çaldıkları gitarlardan, söyledikleri şarkılardan, türkülerden korkar?..
Demek istemem o ki…
Bırakın bugün gelinen noktayı tartışmayı artık…
Olayları başlatan polis veya polisleri ya da zabıtayı bulun…
Onları sorgulayın…
Yazılı emir olmadığına göre heyecanlarına mı yenildiler?..
Yoksa “Faiz Lobisi” isimli “Terör Örgütü”nden(!) para mı aldılar?...
Önce onu tespit edin…
Göreceksiniz ki ardından gelen bütün komplo teorileri bir bir çökecek…
Böylece samimi dostlarımızla (ABD ve AB) kavga etmekten vazgeçeceksiniz…
Hatayı kendinizde bulacaksınız…
Unutmayınız ki 2001 Şubat krizi; Cumhurbaşkanı, Başbakan’ın önüne anayasa kitapçığını fırlattığı için çıkmamıştı…
Eğer öyle olsaydı zaten daha o gün; “Bush, Cumhurbaşkanı’nın eline verdiği anayasa kitapçığını Başbakan’ın önüne fırlatması için talimat gönderdi” falan diye yazılır çizilirdi…
O kriz; bir bahane beklediği için çıktı…
Yarın, o güne benzeyebilir…
Hiç ummadığımız ve hatta döviz rezervine gark olduğumuz şu süreçte çok belâlı bir ekonomik krizin içine düşebiliriz…
Enerji üretimimiz durabilir...
Enerji durunca üretim de durur…
Üretim durunca ihracat da durur…
İhracat durursa 1 Dolar’ın fiyatı aklımızın ucundan geçmeyen rakamlara fırlayabilir…
Ve yine o eski; kedinin kuyruğunu kovalayıp da bir türlü yakalayamadığı günlere döneriz...
Ya da, kuyruğunun altına batırılan dikeni çıkarmak için sürekli zıplayan; zıpladıkça diken daha çok batan ve canı yanan eşeğe...
Allah aşkınıza sükûnet…
Allah aşkınıza akıl, izan, sağduyu...
Tamam, kabul; en büyük sizsiniz; siz ne derseniz o olur…
Ama daha fazla da germeyin;...
Aşağılamayın...
Size oy vermeyen yüzde ellilik kitleyi de “insan” yerine koyun yani…
[email protected]