Tabutumu taşıyacak kimse çıkmayabilir...
“cenazesini kaldıracak insan bulunamadı namussuzun (namuslu olmanız; medyanın gözünde de "namuslu" olmanıza yetmiyor)” denilecek olmasından.
ADNAN BERK OKAN
1994 yılı Mart ayının beşinci günü İnternational Hospital’da olduğum by-pass ameliyatının üzerinden 19 yıl geçtiği halde (halen) yaşıyorum…
Neden mi "halen"?..
İstatistikler, by-pass ameliyatından sonra on yılı geçenlerin sayısının bile çok düşük olduğunu gösteriyor da ondan…
Biliyor musunuz?..
Ben de by-pass ameliyatını ömrümü beş, bilemediniz on yıl daha uzatabilmek için kabul etmiştim zaten…
Doktorum Prof. Ömer Işık (o zaman yardımcı doçentti ve Prof. Cevat Yakut’un ekibindeydi) 15 Ekim 1993 günü geçirdiğim kalp krizinden sonra eğer en erken zamanda by-pass olmazsam her an ölüm riskiyle yaşayacağımı söyledi…
“By-pass olursam kaç sene daha yaşarım Ömer’ciğim?” diye sorduğumda verdiği cevap halen kulaklarımda.
“En kötü ihtimal ve tabii biraz da kendine bakarsan en az beş yıl, çok iyi bakarsan, yazacağım programa uyarsan on yılı bulabilir hatta geçebilir bile”…
Önce Yüce Allah’ın izni sonra da; Ömer Işık’ın yaptığı doğru program ve son on yıldır üzerimdeki kontrolünü hiç eksik etmeyen dostum, kardeşim Doç. Kemal Yeşilçimen’in sürekli denetimi sayesinde on dokuz yıldır yıkılmadım, ayaktayım…
Ey güzel insanlar!..
Tabii ki öncelikle bu şansı bana bahşeden Yüce Allah’a şükrediyorum...
İzni olmadan bir yaprağın bile kımıldama gücünü bulamadığı Yüce Yaratan’a...
Eskiler, “ölüm gelmiş cihane, baş ağrısı bahane” demişler...
Mehmet Ali Birand’ın ölümü bunun canlı bir ispatı gibi değil mi?..
Kendisi dâhil bütün sevenleri ve yakalandığı amansız hastalıktan haberi olan kamuoyu Birand’ın “pankreas kanserinden öleceğini” düşünmüyor muydu?..
Hadi hadi itiraf edin...
Hepiniz (ben de) merhumun menhus hastalıktan öleceğini tahmin ediyorduk...
Ama yanıldık...
Çünkü Cemre Birand’ın dediği gibi oldu:
“Mahmet Ali, kanserden ölmedi. Kalbi durduğu için öldü…"
Kalbi neden durdu peki?..
Bilmiyoruz; doktorları (zannedersem) halen açıklamadılar…
Yani; pankreas kanserini yendiğine inanan Mehmet Ali, Levh-i Mahfuz’da kalpten öleceği yazılı olduğu için kendi ayağı ile gitti hastaneye…
Hatırlıyor musunuz?..
Evet…
Bendeniz Levh-i Mahfuz’un varlığına inananlardanım…
Hatırlıyor musunuz?..
Mehmet Ali, zımnen kabul ettiği bir sonu yaşamak, Allah’ın emrine uymak ve kendisini hastanede bekleyen Azrail’ine:
”Ben geldim, hadi beni al götür” demek için kendi ayağıyla gitti…
Mehmet Ali ölünce tahmin edilenden de daha çok sevildiği anlaşıldı…
Cenazesindeki kalabalığı izlerken bir dönemler, Kanal 6 televizyonu, Milliyet, Ekspres Bank ve Türk Ticaret Bankası’nın sahibi olan Korkmaz Yiğit’i hatırladım...
O günlerde ölseydi; cenazesinde adım atacak yer bulamazdınız...
Allah geçinden versin Korkmaz bugün ya da yarın ölse; cenazesini cezaevinden alan çıkmaz…
Hayat işte böyle bir şey...
Bundan 19 yıl önce ölseydim Mehmet Ali’nin cenazesi kadar olmasa bile on binler gelirdi cenaze törenime.
Bugün ya da yarın ölsem; tabutumu taşıyacak olanların omuzları düşer…
Çünkü dört kolu teslim edecek kendilerinden başka cemaat bulamazlar…
Neden mi?..
Bir, evet sadece bir ama “çok etkin” ve “çok okunan” bir yazar tarafından çok kötü tanıtıldım…
O yazar geçenlerde, (Erdoğan’a destek verdiğim için kendince bir bahane uydurup), 16 yıl önce aleyhimde yazdığı ve Hürriyet’te yayımlanan yazısını; yani beni hiç de hak etmediğim şekilde tanıtan yazısını hiçbir şey eklemeden yeniden yayımladı.
O gün karıma sordum:
“Yahu bu adamın tarif ettiği kişi sahiden de ben miyim?.”
Karım sevgiyle bana sarıldı:
“Öyle olsa kırk beş yıldır seninle birlikte olmama imkân var mıydı?”
Ama ben biliyorum ki kamuoyu beni o yazarın (sadece onun) yazdığı yalan yanlış dedikodularla tanıyor…
Korkum ölmek değil…
Arkamdan;
“cenazesini kaldıracak insan bulunamadı namussuzun (namuslu olmanız; medyanın gözünde de "namuslu" olmanıza yetmiyor)” denilecek olmasından.
Peki...
Sadece, patronundan tehdit ve şantajla sürekli 300 bin, 500 bin Dolar para koparttığı ve Başbakan'a küfür ve hakaret içeren yazıllar yazdığı için gazetesinden kovulan yazarın yazdıkları mı etkin oldu bu kadar "kötü" tanınmamda?..
Tabii ki hayır...
Uzun süre işsiz kalmam, iş bulunca da işimin gereği; "daha çok dost" yerine "daha çok düşman" kazanmak zorunda oluşumun rolü de var...
Hatta o yazarın yazdıklarından daha çok rolü var....
Çünkü gençler, google'da o gün aleyhimde yazılanları okuduklarında yazının sahibinin "ne menem" biri olduğu artık anlaşıldığı için ciddiye almıyorlar...
Ama...
Sık sık "kaybetti" diye eleştirdiklerimin düşmanlığı öyle birikti ki...
Peki...
"Alkışladıklarım" veya "kazandı" ilân etiklerim de mi sevmiyorlar beni?..
Sadece ve her seferinde "alkışlasam" veya "kazandı" ilân etsem belki de "uzun vadede" sevecekler; en azından "seviyor" gibi yapacaklar...
Ama...
Birkaç gün sonra "kaybeden" olduklarını görmeyeceklerinden emin olmadıkları için "sevgi"de mesafeliler...
Ne yapayım?..
Hatır için hatalarını görmezden mi geleyim?..
Hâsılı; "kendim ediyorum, kendim buluyorum"...
Ama merak etmeyin...
Asla sararıp, solmuyorum...
Yani...
Ne "eyvahhh!" dediğim var; ne de "eyvallah" demişliğim...
İyi hafta sonları…