SKY Türk'ün perde arkasındaki kahramanı!
SKY Türk'te son bir aydır göze çarpan dinamizmin altında ekran önünden iyi tanıdığımız bir habercinin Saynur Tezel Özgentürk'ün imzası var.
Türkiye'nin güvenilir haber kanallarından SKY Türk'te son bir aydır göze çarpan dinamizmin altında ekran önünden iyi tanıdığımız bir habercinin Saynur Tezel Özgentürk'ün imzası var. Pazartesi günü alâmetifarikası olan 'Bugün' isimli programıyla yeniden ekran önüne dönecek olan Özgentürk, Türk televizyonların-daki tek kadın haber müdürü.
Televizyonculuğa 1993'te gazetede bir yakının görüp kendisine faksladığı küçücük bir iş ilanıyla başlamış Özgentürk. O meşum ana kadar 1 yıl bankacılık, 2 yıl da marketing alanında çalışmış. Aslında Türk televizyonlarının tek kadın haber müdürü olarak aldığı sorumluluğu hakkıyla yerine getirmek için nasıl canla başla çalıştığını anlatmadan önce daha da öncesini bilmek gerekiyor. Bu parlak televizyon kariyeri tamamen tesadüflerle başlasa da başarılı olması tesadüf değil. TED koleji ve ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünü dereceyle bitirmiş. Memur bir anneyle sendikacı bir babanın çocuğu olarak Ankara'da doğmuş. Ailesi izin vermediği için gidemediği konservatuar içinde ukde olarak kalsa da "Televizyon çocukluk hayalim değildi" diyor. Üniversiteden mezun olduğu dönemde en gözde iş alanı marketingde sürdürdüğü kariyerine, CNN International'ın 1. Körfez Savaşı yayınlarına duyduğu hayranlık bir çentik atmış ve ondan sonra böyle bir haberciliğin içinde olma sevdasına kapılmış. Ve başta bahsettiğim küçük iş ilanı hayatını değiştirmiş. Yüzlerce başvurunun arasından seçilen 20 kişi arasına girip televizyona geçerken sıfırdan başlamayı, kazandığı paranın yarısına daha çok çalışmayı da göze almış. Atv'nin kuruluşu için verilen o ilanla adım attığı televizyon dünyasında sırasıyla, Türkiye'nin ilk haber kanalı NTV, ardından CNN Turk, HaberTurk ve SKY Türk'te çalışmış. Kısa bir ara verdikten sonra 3 haftadır sürdürdüğü SKY Türk'teki ikinci döneminde daha önemli bir sorumluğu, Haber Müdürlüğünü üstlenen Özgentürk, pazartesi gününden itibaren "benim küçük dükkanım" dediği 'Bugün' isimli haber programına da başlayacak. Kendisini iki kez ziyaret ettiğim haber merkezinde, müthiş bir sinerji yaratıp insan üstü bir tempoyla çalışan Özgentürk, evli ve 3,5 yaşında bir kız annesi. Eşi Yönetmen Ali Özgentürk kendisini ekranda izleyip, filminde oynaması için rol teklif etmek üzere tanışmak istemiş ve kendisi film teklifini kabul etmese de evlenme teklifine "hayır" dememiş. Zaman zaman kariyerine aralar verip tam zamanlı anne ve eş olmayı denese de habere duyduğu tutku ve yine az sonra okuyacağınız başka nedenlerle yayıncılıktan kopmayan Özgentürk'ü buyurun kendisinden dinleyin...
Türk televizyonlarının tek kadın haber müdürüsünüz, üç haftadır...
Geçen kasım ayı başına kadar SKYTURK'te kendi programım 'Bugün'ü yaptım. O benim küçük dükkanım. Gittiğim her kanala açtım. Her işini ben yaparım. Zaten SKYTURK'teki ilk dönemde "tek başına haber merkezi gibisin" diyorlardı. Haber müdürlüğü teklifi o gözlemden kaynaklanmış...
Tek başınıza mı yapıyordunuz, programınızı?
O, 2 saatlik programa 'Bugün' diye iddialı bir isim koyduğum için günün her gelişmesini görüyordum. Ekonomiyi de siyaseti de diplomasiyi de ben yazıyordum; magazini, sanatı, sporu, sinemayı da... Böyle bir rutin içinde ben kaptırıp gitmişken, "haber merkezini de emanet etsek altından kalkar" diye düşünmüşler. Bu kanaat yaz ortasında iş teklifine dönüştü. Ama itiraf ediyorum uzun süre düşündüm çünkü tam da sektör değiştirmeyi düşündüğüm, "doğru bir şey yapıyor muyum" diye kendimi sorguladığım bir dönemdeydim.
KIZIMDAN DEĞERLİ NE OLABİLİR?
Ne tür kaygılarınız vardı?
'Acaba 24 saatin sorumluluğu olunca kendimi ne kadar kaybedebilirim' diye kara kara düşündüm. Dünyada kızımdan daha değerli bir şey yok, O'nu doğurmak için dünyaya geldim diye düşünüyorum. "Ben bu kadar yoğun çalışırken acaba mutlu, sağlıklı büyür mü?" diye çok düşündüm. Ve bir muhasebe yaptım.
Ne çıktı dönem sonu bilançonuzda?
Muhasebenin odağında kızım vardı. Hesap gayet net; 38 yaşında anne oldum, en az 21 yıllık bir taahhüde girdim, kızım kendi ekonomik özgürlüğünü kazanıncaya, bir iş sahibi oluncaya kadar çalışmalıyım. Medyada yarın ne olacağının garantisi yok. Özellikle haberciyseniz... O andaki siyasi konjontürden, ülkenin ekonomik koşullarına dek her şey 'iş güvenliğiniz' için birer değişken. Böyle bakınca 'bebeğimin yanında olabilecek miyim' sorusuna 'kızımı yetiştirebilecek sürdürülebilir maddi imkanı nasıl sağlayacağım' sorusu da ekleniyor... Yani haberciliğe dönmenin bir mantığı yoktu ama şimdi önümde olan teklife de baktım. Zemin kayganlığını, artık o zemini döşeyenlerden biri olacağımdan bir miktar giderebilme imkanı sunuyordu. Buna haberin; yani işin kalitesinden, iş ortamının barışına kadar her şey de dahildi... Düşündüm; 17 yıl vermişim haberciliğe; "denemeye değer" dedim.
Ve döndünüz... Bir haber merkezinin başında olmayı istemiş miydiniz?
Deli gibi çalışırım ama bugüne kadar hep kendi istikametime baktım; rekabet duygum sıfır. Bu nedenle bir kanalın 'bir şeyi' olmayı hiç hedeflemedim. Zaten tek başıma bir program yapmamın sebebi, kimseye bir rekabet duygusu yaşatmamak, kendi yağımla kavrulmaktı...
EŞİME RAĞMEN DEĞİL DESTEĞİYLE
Eşiniz, nasıl karşıladı bu gelişmeyi?
İşimi evlenmeden önce de biliyor olmasına rağmen musdarip; beni yanında görmek istiyor, özellikle akşamları. Bu son teklife eşim "hayır" deseydi hayır derdim ama "tamam" dedi. Ona rağmen değil, onun desteğiyle alabildim bu riski.
Sizi televizyona bağlayan nedir?
Sıfır... Beni ekran ya da televizyona bağlayan hiçbir şey yok. Vazgeçemediğim şey sadece haber yazmak, şifre çözmek... Bulmaca meraklıları bunu anlar; bir nevi bulmaca bağımlılığı gibi... Birinin yaptığı açıklamayı dinliyorsun canlı yayında, içinde bir cümle ya da kelimeye takılıyorsun; önünde 4 ekran, yanında 3 ajans daha açık. Bir anda o 7 kaynağın içinden bir başka görüntü ya da geçmişten bir olay çakıyor aklında. O ikisini öyle bir araya getiriyorsun ki günü ya da gündemi çözecek analize ulaşıyorsun. Sonrası gel keyfim gel... Yaz haberini, bul en doğru muhatabı, canlı yayında bu mesleğin var oluş amacına hizmet et; yani kamu hizmeti yap... Beni bıraksınlar ajansların başına, arada bir su, ekmek falan getirsinler; ben sürekli yazayım.
Peki, pişirip tatlandırdığınız yemeğin, nasıl sunulduğu önemli değil mi?
17 yıl içinde "haberi en iyi ben aktarırım" diye bir duygum hiç olmadı aksine yıllar geçtikçe haberi görüp, yazmakta daha mutlu olduğumu anladım. Ekranda olduğum süre zaman kaybı gibi. Benim, haberin içeriği ile bir meselem var.
BENİ SADECE HABER YÖNETEBİLİR
Küçük dükkanı büyüttünüz, şimdi bir alışveriş merkeziniz oldu. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Bunu aslında bana alışveriş merkezi yönetimi veren SKYTURK Genel Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni Barış Tünay'a sormalısınız. Çünkü ben karşılıklı olarak hayal kırıklığı yaşamamak için sorularımı sordum, garantilerimi aldım. Beni sadece haber yönetebiliyor çünkü. Bundan kastım kafama göre takılmak, manipülasyon özgürlüğü vs. değil. 'Benden farklı düşünene çakayım' özgürlüğü değil yani... Mesleki ilkeler ve vicdan özgürlüğünden bahsediyorum. Türk medyasında bu özgürlükler tükenmek üzere. Öyle bir kamplaşma var ki doğruya doğru diyemeyecek uçurumlara sürüklenildi. Ben bunu yapamam. 'Şu kişi ya da kuruma biraz daha soğuk ya da yakın duralım' yapamam. Barış Tünay'a da bunları hatırlattım ve "2 saate bu özgürlük tanınabilir ama 24 saat için bunu istediğinizden emin misiniz" diye sordum. Bir saniye duraklamadan "Zaten tam da bunu istiyorum" dedi. "24 saat haber yayını olacak. Tabii sürekli mülakatlarla yürüyecek bir iş bu. SKYTURK'ün örtülü kara listesi, kırmızı çizgisi var mı?" deyip ağız aradım; aynı süratte "Hayır, yok" dedi. "Günah benden gitti" deyip geldim.
Medyada genellikle tek başına gelinmez...
Doğru ama SKYTURK haber merkezine adım attığımda "burası sizinle yola devam edecek, koluma girin" dedim. Hatta peşinen benden nefret etme özgürlüğü de tanıdım. "Ben size güveniyorum ama siz bana ihtiyatlı yaklaşabilir, tempomdan ötürü kızabilir, kişisel olarak gıcık da olabilirsiniz. Bunların hiçbiri açıkçası beni etkilemez. Duygusallık üzerine bir çalışma disiplinim yok" deyip ekledim; "haber yayıncılığı beyin cerrahisi gibidir ve neşter benim elimde olacak. Dönüp istediğimde avucumun içine bırakmalısınız." Beraber doğru, başarılı iş yapacağımızı göreceğiz.
Nasıl bir habercilik yapacaksınız?
Haberciliğin çeşidi yok ki, evrensel ilkeleri var ama sanırım 1990'ların ortalarında da sorulabilen bu soru yine konjonktür gereği yayıncılıkta kayılan noktalar nedeni ile sorulabilir oldu. Gerçek habercilik yapılırsa hayli reytinginin olduğunu gördüm. NTV'nin kuruluşunda da; sıfır imkanlarla kurulan Habertürk'te de bunu yaşadım. Bir dönem yaşanmış, şimdilerde dışlanmış bu omurganın Türkiye için yeniden gerçek bir ihtiyaca dönüştüğüne inanıyorum. Yani gerçek haberciliğin yeniden yükselen talebe dönüştüğü ve dolayısıyla maddi karşılığının olduğu günler var önümüzde.
Ama sonra o kanallarda geriye doğru bir evrimle olmadı mı?
24 saat kesintisiz haberden kahkahalarla yumuşatılan kanallara gidiyoruz...
Daha fazla izlenmesi için araya böyle renkler serpiştirme şeklinde başladı her şey. Tabii hepsi bu çerçevede değil, haberin Türkiye'de doğru kullanılmamasından ötürü bir kısır döngüye girildi. Habercilik siyasi konjonktürü, konjonktür haberciliği baskılamaya başladı. Hadi açık konuşalım; burada eğrinin doğruya karıştığı bir durum var. Basın özgürlüğü kısıtlanıyor ise basının o haklarını ve özgürlüğünü bir dönem nasıl kullandığını da sorgulamamız gerek! Şu anda basın özgür mü? Hayır değil. Peki, gerçek habercilik yapılabilir mi? Benim cevabım "evet". 'Haberi biraz daha magazinleştirsek de mi saklasak' durumundan yine haberin yükseldiği noktaya döneceğimize inanıyorum. Haberin toplumun tümünde karşılığı olduğunu gördüm, reytingi olduğunu yeniden kanıtlayacağız.
AKILLILAR YAZAR GÜZELLER OKUR
Peki, gelelim ekran önünde olmaya... Çok güzel bir kadınsınız.
Yok! Samimiyetle soyluyorum hiç buna inanmadım. İzleyicilerden daha çok programımın içeriğine dair güzel şeyler duyuyorum ve ya işime öyle geliyor...
Türkiye'de ekrana genç ve güzel kadınların çıkıyor olması bir yandan eleştirilir bir yandan da bu uygulamadan vazgeçilmez; bu ekranda yaşlı ya da çirkin bir kadın haber sunabilir mi?
Tabii ki evet, işte ben çıkacağım! Şaka bir yana, haberciliğin beşiği Batı ülkelerine bakın; BBC'de CNN'de biblolar yok, en gençleri 30'larının ikinci yarısında. Bizde de kriter kameranın sevdiklerinden haberin sahiplerine dönecek. Şu anda ekranda olan çok güzel arkadaşlarım var ve üstüne habere sahip de çıkmışlar şimdiye kadar. Parlak ve zekiler. Göreve başlarken kendileriyle bir toplantı yaptım ve dedim ki "Ekranın yüzü diye bir şey yoktur ekranın aklı vardır! Sizden artık okumanızı değil, yazmanızı da istiyorum." Sevinerek gördüm ki onların isteği de buydu. Ekrandaki kadınlara bir ön yargı da var; bunu itiraf etmeliyim. Akıllılar yazar, güzeller okur, 'sen ekrandaki haddini bil' hesabı, dile gelmez size ihsas edilir. 12 yıl önce bir saat başı bülteniydi; haberlerin 3 tanesini ben, geri kalan 4'ünü başkaları yazmıştı. Aralarından biriyle ilgili "bu haber yanlış, vermeyeceğim" dedim. "Sen önündekini oku"yu duydu bu kulaklar! Cevap vermedim ama ondan sonra, önüme kimse bir satır yazmayacak dedim ve 'küçük dükkanımı' açtım.
EKRANDA KAVGACI OLABİLİRİM
Siz ekrandaki tartışmalarınızla da akılda kalmış birisiniz, çekinmeden taraf olabiliyorsunuz...
Haber konusunda taraf olmam ama vicdan konusunda tarafım! Kavgacıyım da
Yayına katılma konusunda çekince belirten oldu mu hiç?
Yok hiç olmadı çünkü herkesi canlı yayına alırken "buyurun gelin" demem. Hangi konuların konuşulacağını, haklarındaki iddiaları hatırlatır, bunları soracağım derim. Yani kimseyi tuzağa düşürmedim.
Yayındaki açık sözlülüğünüz de dillere destan.
Youtube kadar düşen tartışmalar var. Yayın öncesi demişim ki size bu iddiayı soracağım. Yayındaki cevapları konuyla alakalı değil ve üçüncü kişilere söz hakkı doğuracak şeyler. Benim ekranımı yani kamunun malı olan bir iletişim aracını kullanarak birilerine saldırmaya, hiç savunulmayacak bir insanlık suçunu 'ne var yani' tadında yedirebileceğini sananlara cevabını hak ettiği gibi vermişliğim var.
AŞKTA, SANATTA VE MEDYADA TORPİL OLMAZ
Televizyonda kadın olmanın dezavantajlarını yaşadınız mı?
Kadın olmak her yerde dezavantaj. Ekranlarda hep kadın var; güzelsen seni koruyorlar gibi düşünen erkek arkadaşlar sayısız. Bir kadın dünyaları devirmiş, senelerce çalışmış, en çarpıcı röportajları yapmış ve hâlâ birileri ona "genel yayın yönetmeniyle ilişkileri sayesinde böyle oldu" diyebiliyor vallahi bu fakir avuntusu. Aslında feminist söylem derdinde de değilim. Değer verdiğim bir sanatçı dostum var; "Aşkta ve sanatta torpil olmaz" der... Ben buna medyayı da ekliyorum. Torpiliniz olur, çok parlayabilir, bir döneme damga da vurursunuz ama çok kısa sürelidir! Burası Türkiye, bulunduğumuz coğrafyada kadın sözü dinlenmez, bu kadar basit! Yaratıcı ya da yönetici kadın olmak daha da zordur. Eğer erkeksen ortalığı kasıp kavurabilirsin; hakaret edebilirsin; şiddet bile uygulayabilirsin... Bunun karşılığında sana otoriter, disiplinli ve karizmatik derler. Kadınsan, bu saydıklarımın çok hafifini yapsan dahi; şirret, agresif ve beceriksiz olursun.
Kendisine verilen görevi, sonuna kadar, en iyi şekilde yapmaya çalışanlardan mısınız?
Evet, sorumluluk duygum ağır ama işkolik diye tarif etmem kendimi. Süper tatil yaparım; inanılmaz kızımla oynarım. Yayın sorumluluğum olmadığında ne kadar eğlenebileceğimi aklınız bile almaz. Ama bir hedefe kilitlendiğimde tüm unsurlara hakim olmak, sonucun selametini garantilemek isterim. Bu meslekte veya şimdi böyle olmadım, çocukken de okurken de böyleydim.
Bu, insan ilişkilerinizi nasıl etkiliyor?
Haberci kuşkuculuğu ile sorumluluk ve mükemmeliyetçilik duyguları bir araya gelince zorlayıcı olabilir...
Balık burcuyum, yani çok duygusalım. Tanıştığım birine güven sorunum yoktur, hiç mesafe koymam. İnsan ilişkileri 100 metrelik bir yolsa, ben 100. metreden başlıyorum. İçimde bir sigorta var ve onu attıran belli noktalar var. Saygısızlığa, aşağılamaya, küstahlığa, zayıflara eziyet edilmesine ve insanların hakkının yenmesine hiç tahammülüm yok!
SOYADINIZI BIRAKMAYIN
Şimdi soyadınız Tezel Özgentürk ama biz sizi Kuruç olarak hatırlıyoruz, sonra da Varışlı...
Evet, bu da bir kadın derdi... Hiçbir evliliğe başlarken bir gün yollarınızın ayrılacağını aklınıza getirmiyorsunuz. 'Sonsuza kadar mutlu olma' hayaliyle yola çıkıyorsunuz. Ben iki kere ayrılık yaşadım ama inanın buna rağmen "ayrılmanın da bu yola dahil olduğu" bilincine varamadım. Sonsuz birlikteliğin nişanesiymiş gibi de yeni bir soyadı ekledim ismimin yanına. Bir de tabi özellikle doğu toplumlarında erkeğin soyadının alınmaması ya da kızlık soyadının yanına eklenmesi ciddi bir ihtilaf konusu, erkek cephesinden tepki vesilesi olabiliyor. Sanki 'sonsuza kadar bağlılık' taahhüdü sadece kadının mesuliyeti gibi. Soyadı değişimi simgesel boyutta ve tabi toplum nezdinde biraz da bu manaya geliyor. Benimkisi bu değildi, duygusal bir seçimdi ama biraz mantıklı düşününce kuşkusuz şu anda yaptığımı en başta yapmam; aile soyadımı bırakmamam gerekirdi. Yaşadığım her şey zenginliğim, hiç pişmanlığım, kırgınlığım, içimde kalan bir şey yok ama soyadı mevzuundaki seçimimden açıkçası pişmanım. Haddim olmayarak tüm genç kızlara tavsiyem soyadlarından vazgeçmeden, yeni ailelerini kurmaları. Eşlerinin soyadlarını bu bütünlüğe eklemeleri.