Siyasi İslâm hem ideolojik hem ahlaki cephede çöktü...
Unutma her Beyaz Türk'ün bir "Fahriye ablası" vardır. Ama Kırk7 kitabını yazmamın nedeni, içimde kalmış Graduate duygusu değil.
ADNAN BERK OKAN / ÖZEL SÖYLEŞİ
Türk basın tarihinin ilk özel gazetesi Tercüman-ı Ahval, 1860′ta yayımlandı...
Demek ki yazılı basınımız henüz 150 yaşından dört yıl almış...
Ve...
Dönüp baktığınızda arkada kalan 154 yıla; halen konuşulan gazeteci/yazar sayısı o kadar az ki...
300 - 500 yıl sonra günümüz gazeteci yazarlarından meslek şehidi olanlar hariç çok az meslektaşımızın adını anacak gelecek kuşaklar...
Bunlardan ikisinin adını hemen verebilirim: Çetin Altan ve Ertuğrul Özkök...
Mesleki arkadaşlarımdan biri Özkök'ü alkışladığım yazılarımdan birinden sonra aramış:
"O Faşistle nasıl arkadaşlık yapıyorsun aklım almıyor" demişti...
Uzun yıllar önce bu tarz tepkilere çok sert karşılık verirdim...
Artık sakin olmayı öğrendim mi ne?..
Hiç öfkelenmeden vermiştim cevabımı...
"Faşist olduğunu sen söylüyorsun ama ben onu fazla demokrat bile buluyorum..."
İtiraz etmeye kalkışınca da "bırak da bitireyim" deyip devam etmiştim: "Ben Ertuğrul'un fikirleriyle değil karakteriyle dostum..."
Yılışık bir ses tonu ve vurgu ile "bırak yaaaa" deyince, hakaretlerini sürdüreceğini tahmin etmiş "sonra ben seni arasam" deyip telefonu kapatmıştım...
Aramadım tabii...
O günden sonra o da beni aramıyor...
Eğer...
O gün veya bir başka gün, alkışladığım bir meslektaşım için Ertuğrul telefon edip de alkışladığım o meslektaşım için "kötü" bir söz söyleseydi; az sonra okuyacağınız söyleşi asla gerçekleşmezdi...
Yani...
Ertuğrul'u bir daha aramazdım...
Ama...
Zaten o da bugüne kadar onunla aynı fikri mahalleli olmasa da takdir ettiğim veya alkışladığım biri için (Ki, Ertuğrul'a hakarete varan yazılar yazanları da bazen "Günün Köşe Yazarı" seçmişliğim vardır) bir kere bile telefonda ya da mesajla o kişi için tek kelime kötü söz söylememiştir...
Hâsılı...
Ertuğrul, 28 Şubat'ta karşı mahallelerde karşılıklı olarak kılıçlar şıkırdattığımız halde asla düşmanı olmadığım ve asla bana düşmanlık yapmayan beş veya bilemediniz altı meslektaşımdan biridir...
Ve...
Ben onun; sağlam karakteri, kin tutmayan yüce gönlü, tadına doyum olmayan sohbetleri, yüksek gustosu ile dostum; siyasi görüşleriyle değil...
Ve...
Onunla tattığım dostluk zevkinin benzerini bana verebilen meslektaşlarımın sayısı o kadar az ki...
Alkışladıkça beni seven, eleştirdiğim zaman ise nefret eden meslektaşlarım için asla "dost" ve hatta "arkadaş" tanımını bile kullanmadığımı da herkes bilir...
Ve...
Şimdi de geleyim Ertuğrul'un sorularıma verdiği açık yürekli cevaplara...
Buyurun lütfen...
SİYASİ İSLAM HEM İDEOLOJİK
HEM AHLAKİ CEPHEDE ÇÖKTÜ
Adnan Berk Okan: Geçtiğimiz günlerde bir makalende “Evlilikten sonra barış" filminin “komik bir seks” filmi olduğunu söylüyorsun. Filmi ben de izledim... Sadece komik bir seks filmi miydi sahi?
Ertuğrul Özkök: Tabii ki film sadece komik bir seks filmi değil. Yönetmeni filmine “seks komedisi” diyor. Arkasındaki cesaret ve gerçekçilik olağanüstü... Ama o da bir Müslüman ve benim gibi o da korkuyor açıkça söylemeye bazı şeyleri.
ABO: Seks ve komediden başka ne var filmde?..
E.Ö.: Komikten çok ilerde bir şey... Cesur, çok cesur bir film... Düşünebiliyor musun, dünyanın son yıllarda en fanatikleşmiş iki düşmanı ile ayni anda dalga geçiyor. Bunu bir Yahudi’den beklerim ama Müslüman bir Filistinlide görmek şaşırttı beni. Ama dediğim gibi, filmin yönetmeni " Bu bir seks filmi" diyor. Bence bu da yaptığı ağır eleştirinin kılıfı… Tabii ki Filistinli ve Müslüman... Yahudilerden değil de kendi mahallesinden korkması normal.
ABO: Batılılar on sekiz yaşından sonraki çocuklarına “Yuvadan uçan kuş” gözüyle bakarlar ve bunu yadırgamaz, üzülmez aksine çocukları kendi ayakları üzerinde durabileceği için sevinirler bile. Peki… Evlilikten Sonra Barış’ta "Oğlum ölmeden önce torunumu görmek istiyorum" diyen babasına Arafat’ın: "Baba bu cümleyi seyrettiğin Türk dizilerinden öğrendin değil mi?" cevabı sadece bir espri mi? Yoksa İslam kültüründe yaşlıların gençlere bakış açılarındaki bencilliğin aynılığını mı anlatıyor?
E.Ö.: Tabii ki babanın torun beklentisi tipik bir büyük baba sendromu. Bende hiç bir zaman böyle bir beklenti olmadı. Belki de o yüzden çok erken dede oldum. Şimdi çok mutluyum ama ne tipik bir dede ne de tipik bir Müslüman olarak bakmam hayata hiç bir zaman. Batı'da evden uçarsın ama genelleme yapmak yanlış. Orada da Torun sendromu var.
VİCDAN VE AHLAK SAHİBİ
MÜSLÜMAN BU KİBİRE DUR DEMELİ
ABO: Oğullarının şişme kadınla seks yaptığı anlaşılmasın diye plastik kadının yüzüne George Bush’un yüzünün fotoğrafını asıp tokatlamasına sevinen Müslüman ana-babalarla dünyada kalıcı barışın sağlanması ne kadar mümkün?
E.Ö.: Çok samimi bir şey söyleyeyim. Dünyaya barışın gelmesi için dünyanın Müslümanlıkla, Müslümanlığın da dünyayla barışması şart. Ben bu konuda Başbakan Erdoğan gibi düşünmüyorum…
ABO: Hangi konuda?..
E.Ö.: Başbakan kabul etmiyor ama Müslümanlığın başında ciddi bir "Terör" belâsı var. Bunu görmezden gelerek, “Müslüman terörist olmaz” diyerek bu işi çözemeyiz. Evet Müslümandan da bayağı terörist olur. El Kaide mensupları Hıristiyan mı yani? Aralarında Hıristiyanlıktan devşirme insanlar da var. Ama savaşı Müslümanlık için yapıyorlar. Şişme kadının yüzüne Bush Maskesi takmak gibi bir şey bu. Müslüman dünya, henüz terörle hesaplaşmasını yapmadı.
ABO: Neden yapmadı?..
E.Ö.: Din üzerinden siyaset yapan demode Siyasi İslam ve korku yüzünden. Kabul edelim, en cesurumuz bile İslam'la ilgili yorum yaparken içinde belli bir korkuyu taşıyor.
ABO: Yani bir nevi itiraf mı?.. Sen de yaşıyor musun aynı korkuyu?..
E.Ö.: Sadece ben değil; birçok İslamcı yazar da yaşıyor ama Müslümanlar bu hesaplaşmayı er veya geç yapacak. Ne kadar erken yaparlarsa o kadar dünyanın ve Müslümanlar hayrına olur.
ABO: Makalelerinde de eleştiriyorsun Siyasi İslâm'ı... Bu eleştiriler ideolojik mi yoksa Türkiye'deki demokrasiye Siyasi İslam’ın zarar verebilme ihtimalinden samimi bir kuşku duymak mı?..
E.Ö.: Siyasi İslâm'ın şişme bebek arkasındaki yüzünü hep birlikte görmüyor muyuz?..
ABO: Biraz daha açar mısın lütfen?..
E.Ö.: Demokrasiyi tren gibi görmek, her şeyi kendine yontmak ve yolsuzluk...
ABO: Peki başaracaklar mı?.. Yani Siyasi İslâm başaracak mı?.. Yani kazanacak mı?..
E.Ö.: Hayır, kazanamayacaklar çünkü Siyasi İslam Orta Doğu'da ideolojik açıdan çöktü. Türkiye dâhil hepsi demokrasiyi, gidecekleri yere kadar bindikleri bir tren olarak gördüklerini ispat ettiler. Milli irade kavramını hem Mısır'da hem Türkiye'de dejenere ettiler... Şimdi ideolojinin bütün cephelerinde çöktüler. Mısır'da otoriter yolu denediler ama başaramadılar. Şimdi Türkiye'de diktatörleşmeyi deneyecekler.
ABO: Yani henüz deneme sürecinde değiller... Peki, de ki deneme sürecini başlattılar... Sürdürebilecekler mi?..
E.Ö.: Geçici olarak belki ama bu sürdürülebilir bir şey olmayacak. Bugün ayrıca gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış durumdalar. Buna kolektif yalancılığı da eklediler. Bunu da ancak vicdan ve ahlak sahibi Müslümanlar temizleyebilir. AK kirlendi, beyazlatmak gerekir.
HER BEYAZ TÜRK'ÜN BİR
FAHRİYE ABLASI VARDIR
ABO: Neyse... Başta söylediğim gibi çok fazla girmek istemiyorum siyasete çünkü girince çıkmak çok zor... Çünkü bataklık yakınına yaklaşanı bile yutuyor... Hem zaten yeteri kadar düşmanımız var ikimizin de… Kırk yaş üzeri kadınlara olan tutkunun sebebi ne?. Çocuklukta aşık olduğun bir kırk yaş üstü kadını olabilir mi meselâ?.
E.Ö.: Her çocuk gibi ben de çocukluğumda veya delikanlılığımda bir "Graduate" sendromu yaşamış olabilirim.
ABO: Graduate'i açar mısın?..
E.Ö.: Dustin Hoffman'ın ilk filmi... Babasının patronunun karısına âşık olduğu film...
ABO: İtiraf edeyim ki belki de Dustin Hoffman'ın izlemediğim tek filminden söz ediyorsun. Hemen arşivlere girip izleyeceğim... Eeeee?..
E.Ö.: Unutma... Her Beyaz Türk'ün bir "Fahriye ablası" vardır...
ABO: Haklısın... Çocukluktan çıkarken hangimizin Fahriye ablası olmadı ki?.. Ben de işte onu sormak istemiştim aslında... Kırk7'yi tatmin edilememiş bir "Fahriye Abla" duygusuyla yazıp yazmadığını merak etmiştim.
E.Ö.: Hayır, Kırk7 kitabını yazmamın nedeni, içimde kalmış Graduate duygusu değil. Çevremdeki birçok kadın bu yıllarda 40 yaşına girdi. Bunlara kızım da dâhil. Bakıyorum hepsi çok güzel kadınlar. Gelecek hafta çıkacak kitabımda "Ben östrojen havuzunda doğdum" diye bir bölüm var. Kadınlar ilgimi çekiyor. Seviyorum onları uzaktan seyretmeyi. Böyle meşru bir sosyolojik röntgencilik halindeyim yani. Kitabın çok tutması da haklı olduğumu gösterdi.
HAYATIMDA İKİ DEFA
GENELEVE GİTTİM
ABO: Aman ha, "röntgencilik" falan... Zaten birileri kuru havadan nem kapıyor; ortalıkta dolanan kasetleri falan da bizden bilmesinler... En iyisi bu konuyu da geçelim bir an önce... Yahu herkes merak ediyor, Ertuğrul Özkök çapkın mı?.
E.Ö.: Çapkınlık hayatımda en nefret ettiğim kelimelerden biri. Hayır asla ve hiç çapkın değilim. Bazen yalan söylerim ama bu kesinlikle değil. Çok utangacım. Tanımadığım bir kadınla kolay kolay ilişki kuramam. Çapkınlık erkekler için bir meziyet değil, feci bir karakter deformasyonu. Âşık olan erkeğim. Kıskanan, bırakamayan, sadık bir erkek... Ama sadakat dediğin şeyi, muhafazakâr ahlâkın anladığı gibi anlamıyorum.
ABO: Peki; eskilerin deyimiyle hiç hovardalık yaptın mı?.. Yani hayatının bir döneminde veya bazı günlerinde pavyona gidip -Ki İzmir ve Ankara’nın da pavyonları meşhurdur- konsomatris kadınlarla “maksat muhabbet olsun” deyip kadınların içtiği, “Bol” adı verilen aslında çay suyundan başka bir şey olmayan o renkli sular için binlerce lira ödedin mi?.
E.Ö.: İzmir'de delikanlı olup ta pavyona ve genel eve gitmemek olmaz. Evet bir iki kez pavyona gittim. İki kere de genel eve gittim. Ama genelevde hiç bir kadınla bir şey yaşamadım. Sadece burası nasıl bir dünya diye baktım ve içim acıdı. Hiç sevmedim orayı. Yani "Ulufte" mazim çok kuru.
GALİBA MODA OLDUĞU
İÇİN SOLCU OLDUM
ABO: Malum seni de ya dinliyorlar, ya izliyorlar........
E.Ö.: Evet ben de bir telefon dinleme mağduruyum. Dünyada bundan daha kötü bir şey yok. İllegal yapılan telefon kayıtları hakkında bir kelime konuşmam.
ABO: Ben de seninle aynı fikirdeyim... Ben de Uzanlar tarafından dinlenmişim... Savcı Mecit Ceylan kendi sesimi dinletince buz gibi olmuştum; o nedenle o konu üzerinde durmayacağım... Peki; delikanlılık yıllarında çiçek çocukluğa özendin mi? Yoksa ideolojik takılma falan mıydı?
E.Ö.: Gençliğim Marksizm’le, pop kültür ve hippilik arasında gidip gelmeyle geçti. Ama samimi olarak söylemek gerekirse galiba hayatımda her şeyi trend veya moda olduğu için yaptım. İsyankârdım. Hala öyleyim. Ama isyanım hiç bir zaman kitlesel bir kalabalık arasında erimek şeklinde olmadı. O nedenle gençliğimde solcuların çoğu beni solcu saymadı. Hiç te umurumda olmadı. Benim sol kafam, bağımsız olma, birey olmak, kalabalık içinde kaybolup gitmemek, duvarda herhangi bir tuğla olmamak biçimindeydi. Hala da öyleyim. Ve galiba öyle öleceğim.
YENİ KİTABIMIN İLK CÜMLESİ ŞU:
" EVET BEN BİR BEYAZ TÜRK'ÜM"
ABO: Allah gecinden versin... Sahi ya... Senin en çok dile dolanan tarafın Beyaz Türklüğün... Nedir şu Beyaz Türk Allah aşkına?.. Burjuva veya aristokratlık olmadığına göre ölçüsü ne?. Beyaz Türklere ayrıca “Elit Türk” de diyebilir miyiz?
E.Ö.: Ben " Beyaz Türk" kavramını hep iyi anlamda kullandım ve anladım. Önümüzdeki hafta bir kitabım çıkıyor. Adı "Bir beyaz Türk'ün hafıza defteri" Hatıra değil hafıza kitabı. Kitap "Evet ben bir Beyaz Türk'üm" diye başlıyor. Ama çok sağlam bir tezi var. Bazı salaklar bu kavramda ırkçı bir anlam görüyor. Tabii kitap o salaklar için değil. Gerçekten kitap okuyan insanlar için.
ARTIK DÜNYAYA LEGO
GÖZLÜKLERLE BAKIYORUM
ABO: Üzerime alınmama gerek yok zira ben sadece gerçek bir kitap okuyucusu değil, on altı kitabı yayımlanmış yazan biriyim de aynı zamanda... O halde yazdığın kitaplardan devam edelim. Kitaplarından birinin adı “Yedi Büyük Günah”… Bildiğin gibi İslâm kültüründe “7 Büyük Günah” yok… Yani Hıristiyan kültüründe var yedi büyük günah... Peki o halde, şimdi bildiğin yerlerden sorayım: Kibirli misin?.. Yani kendini beğenmişliğin Narsisizm boyutuna varır mı?..
E.Ö.: Hayatımın hiç bir döneminde dünyaya sadece bir "Müslüman gözüyle ve gözlüğü ile" bakmadım. Benim inanç anlayışım lego bir anlayıştır. Her inancın sevdiğim yanlarını alıyorum. Kibir hayatta en nefret ettiğim şeydir. Müslümanlığın en sevdiğim yanlarından biri kibri şiddetle yermesidir. Ama onun adına siyaset yapanların kibrini görünce, "Yedi büyük günah" kavramının doğru olduğuna inanıyorum. Siyasi İslam son yıllarda günah sayısını bayağı arttırdı. Bir gün gelecek kutsal kitapların yeniden yazılması ihtiyacını kabul edeceğiz. Narsizm'e gelince, vallahi fazla itiraz etmeyeceğim. Dozu iyi ayarlanmış bir narsizm herkes için iyidir. Sabahları boy aynasına bakınca kendimi hala iyi hissediyorum. Farklı bir insan olmaktan da ne geçmişte şikayet etmiştim, ne de şimdi ediyorum.
ALLAH BANA ŞANS VE AKIL
AYDIN BEY DE PARA VERDİ
ABO: Açgözlü müsün?.. Her konuda… Mal, mülk, makam, mevki falan…
E.Ö.: Açgözlü değilim. Allah bana şans ve akıl verdi, Aydın Bey de hayal edemeyeceğim bir para. Ama benim para konusundaki hayalim bazılarının sandığı gibi öyle çok yüksek değil. Varlıklı bir ailenin harika kızıyla evlendim. Çok parasızlık çektim. Tansu bir kere bile şikâyet etmedi. Şimdi onu rahat yaşattığım için çok mutluyum. Allah’a çok şükrediyorum. Ama parasal varlığım bazılarının sandığı gibi değil. Allah’a şükredeceğim bir gelirim var. Başkaları için mütevazı sayılabilir, benim için hayallerimin ötesinde. 40 yaşıma kadar otomobil sahibi olma hayalim bile yoktu. Kendimi mutlu ve başarmış hissediyorum.
SEVİŞMEKTEN ZEVK ALANZ BİR BONOBONUN
ŞEHVET DÜŞKÜNÜ OLMAMASI MÜMKÜN MÜ?
ABO: Şehvet düşkünü müsün?.. Seksten o kadar çok söz ediyorsun ki…
E.Ö.: Şehvetten ne anladığını bilmiyorum.
ABO: Elbette cinsellikle ilgili... Yani sekse düşkünlük…
E.Ö.: Peki… Bir insan, sevişmeyi keyif için yapan bir insan, yani üreme fonksiyonunun dışına taşıyan bir insan şehveti sevmez mi? Bu manada evet şehvet düşkünüyüm. Ama bu kavramı bir takım salakların kullanacağı manada görmüyorum. Hayatım boyunca kendi dilimi hep kendim konuştum, kendi sözlüğümü kendim yazdım. İyi bir bonoboyum yani.
ABO: Kıskanç mısın?.. Hatta hasetlik ölçeğinde… Pardon… “Sevdiğin kadını kıskanır mısın?” anlamında değil… Başkalarının malını, mülkünü, mevkiini, servetini hatta yakışıklılığını falan kıskanır mısın?..
E.Ö.: Çok açık açık söyleyeyim. Hayatımda tek kıskançlığım sevdiğim, aşık olduğum kadına duyduğum kıskançlıktır. Evet kıskancım. Hem de çok kıskancım ve bunu da övüne övüne söylüyorum. Yeni tanıştığımızda Tansu'yu çok kıskanmıştım, bir haftada 6 kilo verdim. Alain Delon bile çok kıskanç bir erkekmiş. Ama artık kıskanç olmamayı öğrenmek istiyorum. Çok yorucu. Ne var ki bunu kaybettiğim zaman beni ben yapan en güzel yanlarımdan biri gidecek diye düşünüyorum. Seven, aşık bir erkek kıskanır ve kaybetmekten korkar.
ABO: Vücudun çok bakımlı olduğu için abes bir soru olacak belki ama o kadar çok yediği halde senin gibi gram yağ ve kilo yapmayan dostlarım olduğu için soracağım: Obur musun?..
E.Ö.: Yemek yemeyi acayip seviyorum. Ama şöyle bir ilkem var. 78 kiloyum. Yarım kilo alsam hemen ertesi veya bir ertesi gün veriyorum. Yemek ve içki benim için bir ayin. Sevişmek kadar güzel bir ayin...
ANLATACAK ÇOK HİKAYEM VAR
VE İYİ BİR HIKAYE ANLATICIYIM
ABO: Televizyon konuşmaların, makalelerin heyecan yüklü… Ama nice heyecanlı dostum oldu ancak yeri geldiğinde ve yaşamlarının genelinde çok sakindiler. Ya sen nasılsın?.. Öfke patlamaları yaşar mısın? Yoksa en kırıcı olaylar karşısında bile dokuz kere yutkunur karşındakinin öfke selinin geçmesini mi beklersin?.
E.Ö.: Öfkeli değil heyecanlıyım. Heyecanlı bir karakterim var. Anlatmayı seviyorum. İyi bir hikâye anlatıcısıyım. Televizyonda bazen beni öfkeli görüyorlar. Hayır, öfkeli olmamayı öğreneli epey oldu. Ama heyecanımı hiç bir zaman kaybetmedim.
ABO: Kin tutma, intikam almak için yanma tutuşma gibi bir huyun var mı?..
E.Ö.: Bak bir sürü boktan yanım olabilir. Her insanın vardır. Ama bir yanım var ki gerçekten seviyorum ve memnunum. Hayatım boyunca kimseye karşı kin ve intikam duygusu taşımadım. Yukarıda Allah var.
ABO: Allah sadece yukarıda değil, her yerde var, inananlar için…
E.Ö.: Peki, haklısın; o halde şöyle diyeyim: Allah şahidimdir; çok yanlış şeyler yaptım ama hiç birini bilerek ve kasten yapmadım. İsteyen inansın isteyen inanmasın.
ABO: Başkalarını bilmem ama ben inanıyor ve bir başka soruya geçiyorum: Tembel misin yoksa işkolik mi?.. Yoksa ikisinin ortası mı?..
E.Ö.: Herkes benim çok çalışkan olduğumu söylüyor. Samimi olarak kendimi tembel buluyorum.
ABO: Kendine haksızlık etme… Tembel bir insan Hürriyet gibi bir markayı yirmi yıl kesintisiz yönetebilir miydi hiç?.. Mümkün müydü?.. Neyse… Sen yine de gel Montaigne’i dinle ve fazla mütevazı olma sahi sanırlar… Peki, şimdi de sinema: Yeni dönem Türk sineması başarılı mı?. Hangi konularda?.. Senaryolar mı iyi?.. Görüntü kalitesi mi yükseldi?. Oyuncular ve yönetmenler eskisinden daha mı vasıflı?..
E.Ö.: Türk sinemasını Yeşilçam döneminden beri çok başarılı buluyorum. Çok başarılı senaryolar yazdılar. Çok başarılı taklit senaryolar, adaptasyonlar yaptılar. Neden biliyor musun, çünkü bu ülkenin birçok iyi yazarı sırf hayatını geçindirmek için takma isimlerle senaryolar yazdılar. Son yıllarda yapım kalite ve teknolojisi, yönetmenlik becerisi çok gelişti. Türk sinemacıları önünde saygıyla eğiliyorum. Çoğu işlerini harika yapıyor…
ABO: Ben de de takma isim kullanmak zorunda olanlardanım ama ülke bu... Zihniyet, yasaklamak üzerine olunca insanın elinden bir şey gelmiyor... Neyse uzatmayayım.. Teşekkürler arkadaş...
E.Ö.: Ben de teşekkür ederim…
[email protected]