Sınırlarımız yok ki, özgürlüklerimiz olsun!
Travel+Leisure, Sky Life ve Hürriyet Yazarı Bahar Akıncı ile sohbete hoş geldiniz.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL İÇERİK
SAYIM ÇINAR [email protected]
Sayım Çınar, İzmir’de lifestyle, seyahat, gezi yazıları kaleme alan, yazdıkları birçok turiste rehber olan bir isimle söyleşti, ortaya dünya şehirlerinden İstanbul algısına, kültürden magazine özel bir söyleşi çıktı. Travel+Leisure, Sky Life ve Hürriyet Yazarı Bahar Akıncı ile sohbete hoş geldiniz.
İstanbul gibi bir yerde lifestyle yazan, popüler kültür yazar birçok insan var. İzmir’de de sen bu tarz yazılar kaleme alıyorsun. Seyahat gurmeliğiyle başlıyor hikayen. Şu an ne noktadasın? İzmir’de bu şekilde üretim yapmak nasıl bir duygu?
Ben galiba İzmir’de yaşayıp da hemen hemen tüm ulusal seyahat dergilerinde yazan, dosya yayınlanacağı zaman fikri sorulan bir insan haline gelmenin mutluluğunu yaşıyorum. Bundan 10 yıl önce bir genel yayın yönetmeniyle konuşmuştum. Bu kadar uzaktan yazı yazmak olmaz demişti. Şimdi olabildiğini gösterdim.
BİZANS ENTRİKALARINA GİRMEMEK İÇİN İZMİR'DE KALDIM
İzmir’de enteresan gruplar var. Rüştünü ispatlamış olman önemli. Bugün daha farklı olmalı bakış sana, bunca yazı ve başarıdan sonra.
Baştan beri çizgim farklıydı. Güzel sanatlar fakültesinde okumam, sanata ilgim ve bilgim, metin yazarlığım, 15 yaşımdan beri seyahat ediyor olmam... İnsanlar başta garipsedi, devamında saygı duymaya başladılar. İstanbul’da kabul edilme noktasına geldim. Bu güzel bir şey. Çok mu derdim? Aslında değil, yoksa taşınırdım. Bizans entrikalarına girmek istemedim İzmir’de kaldım.
Türkiye’nin alışkanlıkları değişiyor, daha gurmeyiz, daha fazla seyahat ediyoruz. Yemek için Norveç’e giden insanlar var, algı çok değişti. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
En başta önyargılarını geride bırakıyorlar. Özellikle Avrupa dışında bir yere gidince görüyoruz bunu. Ezberi bozduklarında İran’a, kuzeye, güney Afrika’ya gittiklerinde değişiyorlar. Kalıplar, önyargılar kırılıyor. Bunun bütün kafaları açtığını düşünüyorum. İnternet her yerde, uçak fiyatları düştü, yerlisi gibi davranabiliyor insanlar gittikleri yerlerde. Düşünce kalıpları da kırılıyor.
BİZDE SINIR YOK Kİ ÖZGÜRLÜK OLSUN
Özgürlükler de farklı artık. Tartışılan farklı şeyler olduğunu görüyoruz artık başka ülkelerde seyahat ettikçe.
Benim ilk dikkatimi çeken personal space dedikleri olguydu. Kişisel sınırlar. Türkiye’de olmayan bir şey bu. Hayatını sorgulama, saldırma, eleştiri, canını acıtma hakkı veriyor personal space’in olmaması. Yurtdışında birçok ülkede böyle bir şey yok. Kişisel bir sınır çizgileri var bu yüzden özgürlükler farklı, böyle yetişiyorlar. Bizde sınır yok ki özgürlük olsun.
Yerel kalmamak çok önemli yazarlar için. Dünyayı görmeli, farklı deneyimler edinmeli.
Berlin’de Friedrichstraße’de bir kültür merkezi var. Yılda 4 kez Broadway temsilleri var. Bunu yazabilmeli. Eğitimli olması çok önemli yazan kişinin. Her zaman risk taşır seyahat yazısı. Senin verilerine güvenerek oraya gidiyorlar, para harcıyorlar. Senin onları hayal kırıklığına uğratmaman gerekiyor. Bu anlamda da büyük kirlilik var. Seyahat yazılarında da görüyoruz bunu. Hiç gitmeden Madrid yazısı yazanları gördüm.
İspanyol merdivenleri, Alfredo, Vatikan diye şehir yazısı olmaz. Şehrin dinamiğini yakalamak zorunda yazar. Herkesin bildiklerinden farklı bir şeyler koymalı.
Öyle. Kesinlikle semt pazarı gezerim. Çiçek pazarını gezerim. Tematik müzeleri gezerim. Barselona’da El Born semtindedir. Afrika müzesi vardır, kimsenin bilmediği. Hep bilinen yerden değil, arka kapıdan girmelerini sağlamaya çalışıyorum insanların yazılarımda.
Şehir romantiği böyle bir şey. Buket Uzuner’in dediği gibi. İyi görmeli, iyi yemelisin ki şehrin hakkını verebilesin.
Budapeşte’ye gittim hiç beğenmedim diyenler var boş gönülle gidersen tabii bulamazsın. O ruha sahip olmadan, şehre hazır olmadan gidersen durum bu olur. Ben Balıkesir’e giderken bile heyecan duyuyorum.
BEN ŞEHİR HALLERİNİ YAZIYORUM
Hürriyet’te olmanın bir marka değeri var. Seyahat, yemek, gezginlik… Nasıl bir duygu bu konuları yazmak?
Şehir halleri aslında benim yazdığım. Belirli reflekslerle ele alıyorum konuları. İyi gözlem, şehirde neler yiyorlar, ne dinliyorlar, ne konuşuyorlar, hangi politikacıyı seviyorlar, gündem ne. İlk 2 günümü insiderlarla geçiriyorum. Kendi listemle bile gitsem onların önerilerini alıyorum. İlk yazım şehrin şehir halleri oluyor. Bizden üstün halleri, Haziran’da Strasbourg’da bisikletle gezdim. Şehir bir çiçek cenneti. Haftada 4 gün okula gidiyorlar. Geri kalan günlerden birinde okulda aldıkları bahçecilik dersini uyguluyorlar. 6 yaşından beri yapıyorlar bunu. Bunu yazınca iyi tepkiler alıyorum. Bu tür şeyleri yakalamaya çalışıyorum.
Sokakları temizleyen şehir yerlisi fikri çok önemli. Geri dönüşüm için çalışıyorlar. Ben de gittiğim şehirlerde bu bilinci gözlemliyorum.
Bizse denizleri yok etmeye, ormanları yok etmeye devam ediyoruz. Üstelik kaygımız da yok, umurumuzda bile değil. Küçük yaşta alınan eğitim bu bakımdan önemli çok.
Köşe yazarlarının yerel kaldığını düşünüyorum. Yediğini anlatabilen, güzle giyinebilen insan çok az. Köylülük çok hakim. Evde dedikodu yazana magazin yazmakla, şehir magazini yazmak çok farklı.
Türkiye’de kim kiminle nereye gitti anlaşılıyor. Yurtdışında ise lifestyle başka bir şey.
ŞARKICI KÖŞE YAZARI DA OLACAK, BUNDAN KAÇIŞ YOK
Hem şarkı söyleyen, hem köşe yazarlığı yapan insanlar var. Aynı gazetede de çalışıyorsun. Sen kendini nasıl konumlandırıyorsun bu durumda?
Bir kere popüler olandan kaçış yok. Şarkıcı köşe yazarı olacak, bundan kaçış yok. Hakkını verecek olan okur. Ben normal değerlendiriyorum. Açıkçası çok da umurumda değil. Derdim kendi yazdığım yazılarla. Gelir geçer böyleleri. Benim gibi insanların kalıcı olma potansiyeli olduğu sürece o diğerlerinin geçici olduğunu düşünüyorum.
'Kaliteli olmak ne demek' diye sormuştu Okan Bayülgen geçen günlerde yaptığım söyleşide. Kendi kaliteni sürekli altını çizmek çok yanlış diyordu.
Kalite çok dengede tutulması gereken bir kavram. Neye göre, kime göre. Belirleyen merciler de kaliteli mi tartışmak gerekiyor.
Hep siyaset var gazetelerde, yaşama, seyahate dair neredeyse hiçbir şey yok. Günceli arıyor oysa ki okur. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun? Yarışma programları izleniyor siyaset dışında yalnızca sanki.
Uyuşturucu etkisi yapıyor bu programlar. Bütün günlük derdinden, memleket meselelerinden uzak bir yere gidiyorsun. Geçmişte fotoromandı, bugün yarışmalar.
Mizah sorunumuz olduğu kesin. Mehmet Ali Erbil’e gülüyordu insanlar.
Gezi’den sonra değişti, bu yeni nesli anladık. Kendini uyuşturan kesimin bir aracıydı onun mizahı, artık yok.
Bahar’la Lezzet Yolculukları projen var. Başarılısın, turizm şirketleri peşinde. Anlatır mısın?
İki yıl önce oluşturduğum bir proje bu. 1 yıl rafta bekledim, iyi bir acenteyi bekledim. Hakim olduğum şehirler hakkında programlar yazıyorum, şefler, müzeler, arka kapıdan şehre girmeyi kolaylaştırıyorum. 14 kişilik bir tur kontenjanımız var. Gelmek isteyenler alıyor bileti ve keşfediyoruz birlikte. Benim altından kalkamayacağım bir şey varsa, yerel bir rehberle çalışıyoruz, devamında da ben gezdiriyorum. Ödüllü bir şefle bir yemek yiyoruz, fotoğraflar çektiriyoruz, pazarları geziyoruz. Selanik, Bozcaada, Lizbon, Gaziantep’le başladık zaten. Şimdi Mardin var. Martın son haftası. Porto ve Symi var devamında. 1 ay uğraşıyorum, şefler, müzeler, izin, kurslar, atölye.
HİÇBİR ŞEHİR KENDİ İNSANINA İSTANBUL KADAR KÖTÜ DAVRANMAZ
İstanbul’a gelip gidiyorsun sürekli. İstanbul senin için ne anlama geliyor?
Dünyanın her yerinde yaşadım. 1 sene New York, 3 ay Madrid… seyahat fotoğrafçılığı kursu aldım. Hiçbir şehir kendi insanına bu kadar kötü, sert davranmıyor İstanbul kadar. Burası İstanbul, ne olacağı belli, başına ne geleceği olmaz diye bir laf var herkesin ağzında. New York da tehlikeli bir şehir. Ama personal space var işte. Bir insanın sana kötü davranma durumu yok. Herkes savunma halinde. Taksiye biniyorsun, nefret dolu, kötü davranıyor. Metroda insanlar omuz atıyor. Ama işin tuhafı, bir vapura biniyorsun ve bütün dünyayı unutuyorsun çünkü en güzel şehir İstanbul en nihayetinde.
Devlet büyükleriyle etkinliklerin oluyor mu? Seyahatler yapıyor musun?
Enteresan karşılaşmalar oluyor. Geçen sene Gaziantep’e gitmiştim ve bir şekilde Asım Koca ile buluştuk. Akşam davetinde de Kıbrıs cumhurbaşkanıyla yemek yedik. Şurayı gezdirir misin diyen olmadı. Devlet liderleri seyahat ediyor mu emin değilim. Bürokrasiyle yoğrulmuş bir seyahat kültürü var. Mihmandarla kısa bir gezi yapıyorlar.
SIRA GECELERİ, ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ KENDİ ŞEHİRLERİNDE YAPILMALI
Sıra geceleri yapılıyor. Devletten üst düzey isimler, gazeteciler gidiyor. Nasıl değerlendiriyorsun bu durumu?
Doğu’nun güçlü bir kültürü olduğunu düşünüyorum. Doğru pazarlandığında yurtdışında tanınmamıza da yardımcı olacak. Yalnızca kültürü doğru aktaramıyoruz bu organizasyonlarla. Her şey yerinde görünmeli. Şebi Aruz İstanbul’a taşındı, hataydı, Konya’da kalmalıydı ve oraya gitmeliydi insanlar. İstanbul’da bir stada taşıyarak bir geleneği mahvettiler. Sıra gecesi de Urfa’dadır, İzmir’de, İstanbul’da olmaz. Şube açan restaurantlar için de aynı şeyi söylüyorum.
Yeni gezmeye başlayan birine beş şehir, beş lokanta, beş de kalacak yer söylemen gerekse nereleri söylerdin? Bir seyahat yazarı olarak görüşlerin çok önemli.
Berlin. Adnan’a gidilmeli lokanta olarak. Münih’te doğan Napoli’de yaşayan sonra da dönen ünlü bir lokanta açan biri. Her yerden insanlar geliyor. Nefis bir İtalyan lokantası. Enteresan bir serüvendi onunla tanışmak ve yemeklerini tatmak. Mahalle olarak Mitte. Mitte tam bohem hipster yeri, plakçıların olduğu bir yer. Tasarım atölyeleri var. Ev tutabiliyorsa orada tutsunlar ziyaretçiler.
Lisbon. 24 Kitchen diye bir kanal var. Kanalda program yapan bir şefin 100 Maneiras adlı bir yer. Yeni genç bir restaurant ve şef. Lisbon kültürünü baştan yazan bir şef diyebilirim. Yenilikçi biri. Old City’de kalmak mantılı.
Paris. Favori şehrim. Dünyada en sevdiğim şehir. Mareis’deki küçük lokantalara giderim. Chez Hanna, Cantine Merci favorilerim. Restaurantlardan biri 96 yaşında. Çok iyi antrikot yersiniz. Mareis’de ve Saint-Germain-des-Prés de mutlaka kalınması, görülmesi gereken yerler. Küçük Kristal adında bir otel vardır. Şehrin merkezinde kalırsınız.
Şiraz. Büyük soru işaretleriyle gidiyor insanlar. Instagramda fotoğraf koyunca şaşırıyorlar, yalnız gidebilir miyim diyorlar. Her şekilde gidebilirsiniz. Rehberim kadındı benim örneğin gittiğimde. Mutlaka görülmesi gereken bir yer. Şiraz’da önemli kültür mirasları var. Hafız’ın türbesi mutlaka görülmeli. Gece merdivenlerde oturup yükselen gazel okumalarını dinlemeli.
Strasbourg Kaysersguet köyü. Avusturya sınırında. Çok kolay, Mayıs Ekim arasında Sun Express çok iyi fiyatlara uçuyor. Noel dışında uygun fiyatlı oteller. En önemlisi, bir şarap yolu var. Şarap yolunu kesen 4 köy var. Elektrik suyunu kendi üretiyor. Dünyaya beyaz şarap üzümü olan tokay alsace ihraç ediyor. Buradaki köyler Alaçatı’nın keşfedilmemiş hali gibi.